Kurucu iktidar, hem siyasal ve hukuksal anlamda çeşitli boyutlara sahip olması hem de bu boyutların birbirleriyle olan ilişkisi bağlamında, yüklü bir mefhumdur. Kurucu iktidar mefhumuna dair yetkin bir kavrayış ortaya koyabilmek, bu noktada, kavramın çok boyutluluğuna dair bir farkındalığı gerektirir. Nitekim, kurucu iktidar, halk, demokrasi, anayasa, yaratım gibi kavramların oluşturduğu bir ilişkiselliği ifade eder. Örneğin, bu ilişkiselliğin bir boyutunu Antonio Negri, “kurucu iktidarı konuşmak, demokrasiyi konuşmaktır” (1999, s.1) şeklinde dile getirir. Benzer biçimde, kavramı tanımlamaya yönelik çabaların, söz konusu ilişkiselliğin farklı boyutlarını içerecek şekilde ortaya konulduğu gözlemlenmektedir.
Tanım
Kurucu iktidar, en genel anlamıyla, anayasayı yapma ve anayasayı değiştirme iktidarı şeklinde tanımlanır (Gözler, 1998, s. 10). Kavram, bu noktada, anayasayı olanaklı kılan ve onun üzerinde değişiklik yapma hakkına sahip olan bir güç olarak ifade edilir. Buna ek olarak, kurucu iktidar kavramı, “bir siyasi birliğin taşıyıcısı olan” ve iradesini ortaya koyarak bir hükûmet makamını oluşturan bir mevcudiyeti gerektirir (Loughlin, 2017, s. 191). Bir başka ifadeyle, anayasa yapma kapasitesinin yanı sıra, kurucu iktidar kavramı bir iradeye ve bu iradenin imkân tanıdığı bir siyasi birliğe gönderme yapmaktadır. Bu noktada, kavrama ilişkin üç unsur öne çıkmaktadır: Anayasanın olanaklılığı, bir siyasi birliğin varlığı ve bu iki unsura imkân tanıyan irade.
Carl Schmitt, öne çıkan üç unsuru toparlayacak şekilde, kurucu iktidarı şu şekilde tanımlamaktadır: Anayasayı yapan güç olarak kurucu iktidar, gücü ya da otoritesi, siyasal varoluşunun biçimi ve türüne dair somut ve kapsamlı bir karar verme kapasitesine sahip olan siyasi iradedir (2008, s. 125). Schmitt’in tanımı gereği, kurucu iktidar, bir siyasi irade olarak kendi siyasal varoluşunu yaratma gücüne ve bu yönde karar verme kudretine sahiptir. Öte yandan, Schmitt, kurucu iktidara dair tanımında, siyasal varoluşun olanaklılığı, dolayısıyla da bir anayasanın tesisi noktasında “karar” unsurunu devreye sokmaktadır. Bu olgunun sonucu olarak, siyasi iradenin kararlarının bir anayasanın tesisini mümkün kıldığı ifade edilmelidir. Başka bir deyişle, anayasa, iradenin siyasi kararları üzerinde temellenir. Anayasa, bu bağlamda, siyasal varoluşun türü ve biçimine dair kararlarının somutlaşmış bir ifadesi, bu kararların yürürlüğe konulmasının kanıtı olarak ortaya çıkmaktadır. Nitekim, Schmitt’in belirttiği üzere, söz konusu siyasal kararlar esas itibarıyla anayasanın kendisini teşkil etmektedir (2008, s. 125). Bir başka ifadeyle, siyasi iradenin kararları ile anayasa arasında özsel bir ilişki söz konusudur. Netice itibarıyla, bir anayasayı mümkün kılan kurucu iktidarın siyasi irade olarak işaret edildiği Schmittyen tanım, iradenin kararları ile anayasa arasındaki ilişkinin özsel oluşuna dair vurgusu ile kendi tutarlılığını ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte, kurucu iktidar mefhumuna dair nitelikli bir kavrayışın gerçekleştirilmesi adına mefhumun tanımına içkin kavramların açımlanması gerekmektedir. Kurucu iktidar kavramı bağlamında anayasanın yüklendiği anlamın ortaya konulması, hem siyasi irade ile anayasa arasındaki ilişkinin hem de siyasal kararlar ile anayasa arasındaki özsel bağın idrak edilmesi bakımından elzemdir. Keza, bu noktada, bir siyasal varoluşun olanaklılığına dair kararın öznesinin kim ya da ne olduğuna dair soru da yanıtını aramaktadır. Bir diğer ifadeyle, kurucu iktidar olarak siyasi iradenin sahibine, kurucu iktidar pratiğinin öznesine dair bir sorgulama kurucu iktidar sorunsalının irdelenmesi yolunda atılması gereken zorunlu bir diğer adımı ifade etmektedir. Bu bağlamda, öncelikle, kurucu iktidar kavramına dair bir soykütük çalışması yapılacak, – ki bu, aynı zamanda, onun öznesini ortaya koyma çabası olacaktır – ardından, anayasa kavramının yüklendiği anlamlar serimlenecektir.
Kavramın Soykütüğü
Anayasayı yapan güç olarak kurucu iktidarın soykütüğünü araştırma yönündeki bir çaba, kurucu bir güç olarak siyasi iradenin öznesine dair bir araştırma yapmakla örtüşmektedir. Nitekim, bir siyasal varoluş düzleminde, kendi siyasal kararlarının ifadesi olan anayasanın tesisini ve yürürlükte kalmasını olanaklı kılan iradenin sahibi olan özne, tarihsel süreç içerisinde farklı şekillerde isimlendirilmiştir. Örneğin, Orta Çağ anlayışında kurucu iktidar, Tanrı’ya has bir kapasite, bir yetkinlik olarak kabul edilmektedir. Schmitt’in deyimiyle, “Tüm iktidar Tanrı’dandır” ifadesi, Tanrı’nın kurucu iktidarına göndermede bulunmakta ve şüphesiz, bütünüyle teolojik bir alanda anlamını bulmaktadır (2008, s. 126).
Öte yandan, bir anayasayı olanaklı kılan ve kendi siyasal varoluşunu inşa eden bir siyasi irade olarak kurucu iktidar kavramına dair somut izlere, 1789 Fransız Devrimi’ne yol açan süreçte rastlanmaktadır. Bu bağlamda, Emmanuel-Joseph Sieyès’in (2005) “Üçüncü Sınıf Nedir?” adlı çalışması hem içeriği hem de ortaya çıktığı siyasal koşullar açısından yol göstericidir. Nitekim, Sieyès’in çalışması, Fransız Devrimi ile sonuçlanan uzun bir kriz döneminin ürünüdür(Sewell, Jr., 1994, s. 2). Daha somut bir ifadeyle, “Üçüncü Sınıf Nedir?” adlı çalışmanın yayımlanmasının öncesinde, Fransa, yaklaşık iki yıldır, 1786’nın yazından beri, derin bir politik ve mali krizin içinde yer almaktadır. Mevcut siyasi iradeyi ifade eden kralın krize yönelik manevraları ise, durumu iyileştirme noktasında oldukça yetersizdir. Mali yönden iflasın önüne geçebilmek adına kral, o döneme değin vergiden muaf tutulmuş soylular sınıfının maddi desteğine, yeni bir vergi düzenlemesine ihtiyaç duyar. Fakat, âcz içindeki kral, iradesini soylular sınıfına empoze etme gücünden yoksundur. Soylular sınıfı kralın isteğini yalnızca, kendileri için politik ayrıcalıklar elde etme koşuluyla yerine getirmektedirler (Sewell, Jr., 1994, ss. 2-3).
Teamüllere göre, yeni vergi düzenlemesinin yürürlüğe koyulması, ruhban sınıfının, soyluların ve nüfusun geri kalanının temsilcilerinden oluşan État Généraux’nun (Genel Meclis) onayını gerektiren bir işlemdir. Her ne kadar, 1614 yılından beri toplanmasına gerek duyulmasa da, - ki kral, o âna kadar, yeni vergi düzenlemelerini yürürlüğe koymak için herhangi bir yasal prosedüre ve parlamentonun rızasına ihtiyaç duymayacak denli bir güce sahipti – mevcut siyasi konjonktür, kralı, parlamentonun onayını almaya zorlamaktadır. Bununla birlikte, État Généraux’nun toplantıya çağrılması, temsilcilerin düzenli olarak toplanmayı talep etmesinin ve böylece, Britanya parlamentosu örneğinde olduğu gibi, kralın mutlak iradesine sürekli bir sınırlama getirilmesi isteğinin önünü açabilir bir gelişmedir. Bu sebeple, kral, ihtiyaç duyduğu vergi düzenlemesini yürürlüğe koyabilmek için soylular meclisini toplamak gibi farklı seçenekleri gündemine alır. Nitekim, sınırlı sayıda ve üst düzey soylu ve ruhban sınıfı üyelerinin katıldığı bu meclis, krala, État Généraux’ya göre daha kontrol edilebilir ve daha makul gelmektedir. Fakat, kralın bu stratejisi, soylular meclisi üyelerinin onun taleplerini reddetmesi ve État Généraux’nun otoritesini işaret etmesi nedeniyle işe yaramaz. Soylular meclisinin reddine, État Généraux’nun bireysel haklar ve hukukun üstünlüğü kapsamındaki mücadelesi, dolayısıyla da kralın iradesine meydan okuması eklenince, kral, État Généraux’yu ve soylular meclisini göz ardı ederek, mali reformlarını gerçekleştirme girişiminde bulunur ve tek taraflı olarak bu yönde bir ilânda bulunur. Bu son girişim de, ülkenin daha da yönetilmez bir hâl almasından başka bir sonuç vermez ve État Généraux 1788’in Eylül ayında kral tarafından toplantıya çağrılır (Sewell, Jr., 1994, ss. 3-4).
Son kertede, kralın mutlak iradesi sınırlandırılmış ve État Généraux kendi varoluşunda ısrar ederek ülkenin iradesinde söz sahibi olmuş olsa da, soylu ve ruhban sınıfının, genel meclisin 1614 yılındaki biçimiyle toplanması gerektiğine hükmetmesi politik krizin sürmesine neden olur. Nitekim, État Généraux’nun geleneksel formuyla toplanması demek, üç sınıfın her birinin ayrı ayrı toplanması, her birinin aynı oranda delegeye sahip olması ve her birinin tek oya sahip olması demektir. (Her sınıfın oyu “bir” oy olarak kabul edildiği için, ruhban sınıfı ve soylular bir olarak “Üçüncü Sınıf”ı, bir bakıma, saf dışı bırakabilmektedir.) Bu durumun sonucu olarak, soylular ve ruhban sınıfı, hem mali hem de diğer konulardaki ayrıcalıklarını ellerinde tutmakla birlikte, nüfusunun geri kalanının taleplerini göz ardı etme, onları yoksayma gücünü muhafaza etmektedir (Sewell, Jr., 1994, s. 3). Bir diğer ifadeyle, nüfusun çoğunluğunun siyasal anlamda göz ardı edilmesi durumu, kralın mutlak iradesi sınırlanmış olsa da, soylular ve ruhban sınıfı lehine sürmektedir. Üzerinde önemle durulması gereken husus, gelinen aşamada, nüfusun geri kalanı, yani “Üçüncü Sınıf” için değişen bir şey olmamasıdır. O, hâlâ, siyasal açıdan yoksayılmış, ülkenin geleceğine ve kendisini etkileyen konulara dair karar verme ve talepte bulunma iradesinden yoksun bırakılmış hâldedir. Değişen bir şeyden söz edilecekse, o yalnızca “Üçüncü Sınıfı” iradesinden yoksun bırakan yönetimin biçimsel işleyişidir.
Böylesi bir tarihsel süreçte Sieyès, “her şey” iken, mevcut siyasi düzende “hiç”liğe mahkûm edilmiş Tiers- État’nın (Üçünü Sınıf) “bir şey” olma mücadelesini gündeme getirir (Sieyès, 2005, s. 7). Bir diğer ifadeyle, onun çalışması, kendisini siyasi karar alma süreçlerinden dışlayan değişimlerin üstesinden gelmeyi ve siyasal olarak varolmayı hedefleyen çoğunluğu konu eder. Burada iki husus söz konusudur: İlki, Tiers- État’nın “her şey” olduğuna dair iddiası; ikincisi ise, “bir şey” olmaya yönelik çabası ve onu yoksayan siyasal varoluşta bir değişimi olası kılması. İlk husus bağlamında, Sieyès bir toplumun sürekliliğini sağlayan işlerin ve hizmetlerin büyük çoğunluğunun Tiers-État tarafından yerine getirildiğini, ayrıcalıklı sınıfın reddettiği bütün ağır ve güç işlerin Tiers- État’nın sorumluluğunda olduğunu belirtir. Bununla birlikte, Tiers-État’nın geliri yüksek olan ve şan, onur gibi soyut mertebeler sunan işlerde yer almasının yasaklandığını, bu işlerin ayrıcalıklı sınıflara özgü kılındığını da dile getirir. Bu durumun bir diğer yüzü ise, devlet idaresinin ayrıcalıklı sınıfa ait bir alan olarak kabul ediliyor olmasıdır (Sieyès, 1994, ss. 10-11). Bir diğer ifadeyle, Tiers-État bir toplumun yaşamsal ihtiyaçlarını tek başına giderirken, o toplumun iradesine katılma hakkından yoksun bırakılmaktadır. Sieyès, Tiers-État yaptıkları ve varlığıyla toplumun her şeyiyken, yönetim işlerinin yerine getirilmesi için ayrıcalıklı bir sınıfa ihtiyaç olduğuna inanmanın anlamsızlığına vurgu yapar: Tiers-État bir toplumu mümkün kılan her uğraşın öznesiyken, ayrıcalıklı sınıfın yokluğunda, dolayısıyla kendisine uygulanan yasak sonlandığında, yönetim kademesini onlardan daha nitelikli kişilerle dolduracak potansiyele sahiptir (Sieyès, 2005, s. 11). Son kertede, yaptıkları ve potansiyeli itibarıyla Tiers-État, “bir ulus oluşturmak için gerekli her şeyi içinde” barındırır: Tiers-État, kendisine dayatılan yasaklara ve baskılara rağmen “her şey”dir (Sieyès, 2005, s. 12). Ayrıcalıklı sınıflar olmazsa da, yine “her şey” olacaktır; fakat bu kez, “özgür ve gürbüz bir ‘her şey’” (Sieyès, 2005, s. 12) olarak devam edecektir. Bir diğer deyişle, toplumun devamlılığı noktasında yaşamsal önemde olan sınıf, kendisine uygulanan yasaklardan ve onların baş sebebi ayrıcalıklılardan kurtulduğunda kendisini var etme konusunda daha da özgürleşmiş olacaktır.
Sieyès, diğer taraftan, ayrıcalıklı sınıfların, bir ulus olma potansiyelini içinde barındıran Tiers-État’nın aksine, ulusun parçası olamayacağını da ekler. Onun düşüncesinde, ayrıcalıklılar, konumları itibarıyla ulusun taşıdığı bir yükten fazlasını ifade etmez. Nitekim, onlar hem tembellikleriyle hem de sahip oldukları öncelikler ve siyasal haklarıyla ulusa yabancıdırlar (Sieyès, 2005, ss. 12-13). Sieyès’in ulus tanımı da, ayrıcalıklı sınıfları, gerek konumları gerekse siyasal anlamda karar alma süreçlerinde Tiers-État’yı yoksayan tutumları nedeniyle, dışlamaktadır: “Ulus nedir? Ortak bir yasa altında yaşayan, aynı yasama organıyla temsil edilen vb. bir ortak insanlar topluluğu” (Sieyès, 2005, s. 13). Dolayısıyla, ayrıcalıklı sınıflar, çoğunluğun aksine sahip olduğu haklar nedeniyle ulusa dahil olamazlar. Onlar en fazla, “bir ulusun içindeki ayrı bir topluluk, ayrı bir halk” (Sieyès, 2005, s. 14) olabilirler. Siyasal hakları bağlamında ise, ayrıcalıklı sınıflar, sahip oldukları imtiyazı ve hakları ulusun lehinde kullanmazlar. Ortak bir menfaat amacıyla hareket etmezler; aksine, daima kendi dar çıkarlarını göz önünde bulundururlar. Parlamentoda, halkın temsilcileriyle aynı düşünmek bir yana, aynı yerde bulunmaktan dahi kaçınırlar. Sieyès’in deyimiyle, bu sınıflar, hem ilke gereği hem de amaçları gereği ulusa yabancıdırlar, onun dışındadırlar. Tiers-État ise, ulusu mümkün kılan her şeydir (Sieyès, 2005, s. 14).
İkinci husus bağlamında, “bir şey” olmaya karar veren Tiers-État’nın öncelikli amacı, État Généraux’da kendisini karar süreçlerinde dışlayan ve iradesini ve taleplerini yoksayan işleyişi askıya almaktır. Sieyès’in ifade ettiği üzere, Tiers-État siyasal anlamdaki hiçliğinden kurtulmak istiyorsa, État Généraux’da ayrıcalıklı sınıflarla eşit nüfuza sahip olmak zorundadır (Sieyès, 2005, s. 24). Bir başka ifadeyle, kralın iradesini kısıtlamasına rağmen, kendisi dışında kalan sınıfı siyasal anlamda yoksayan geleneksel işleyişi sürdüren ayrıcalıklı sınıfların genel meclisteki tahakkümünü sona erdirmektir. Bunun gerçekleşebilmesi için Tiers-État’nın, genel meclisteki temsilcilerinin sayısı, soylular ve ruhban sınıfının temsilcilerininkinin toplamına eşit olmalıdır (Sieyès, 2005, s. 34). Tiers-État’nın bu bağlamdaki ikinci amacı ise, ilki ile bağlantılı olarak, oyların sayımının sınıflar olarak değil, kişi başına gerçekleştirilmesidir (Sieyès, 2005, s. 40). Nitekim, sınıflar üzerinden gerçekleşen oylamada, Tiers-État’nın ve ayrıcalıklı sınıfların yüzlerce temsilcisinin oyu üçe indirgenmekte ve böylece, iki sınıfın birleşerek Tiers-État’yı kolaylıkla saf dışı bırakması mümkün olmaktadır (Sieyès, 2005, s. 40). Son kertede denilebilir ki, Tiers-État, bir bakıma, genel meclisin işleyişinin yeniden tasarlanmasını istemektedir.
Tiers-État’nın söz konusu talepleri karşısında, mevcut siyasal düzenin aktörleri bir takım çözüm önerileri geliştirirler. Tiers-État’nın, diğer iki sınıfla birlikte eşit sayıda üye ile katılma olanağı bulacağı eyalet meclislerinin oluşturulması önerisi bunlardan biridir. Fakat, bu meclislerdeki Tiers-État temsilcilerinin de ayrıcalıklı sınıflar arasından seçtirilmesi önerinin yüzeyselliğini ortaya koymaktadır (Sieyès, 2005, s. 45). Bir diğer öneri, vergilerin eşit olarak yüklenilmesidir. Sieyès, söz konusu önerinin ayrıcalıklı sınıfların, Tiers-État’nın genel meclisin işleyişinde söz sahibi talebini göz ardı etmek amacıyla, adeta bir lütuf olarak sunulduğunu belirtir. Bu öneri karşısında Tiers-État’nın yanıtı, elbette vergileri eşit şekilde ödeyeceksiniz, fakat bunu adalet gereği yerine getireceksiniz, gönlünüzün bolluğu nedeniyle değil, biçiminde olacaktır. Başka bir ifadeyle, Sieyès’e göre, ortak bir yasa gereği her üç sınıf eşit biçimde vergi yükümlülüğü altına girmelidir, ki olması gereken budur. Tiers-État, adalet gereği olması gerekenlerin çözüm önerisi olarak ortaya konulması karşısında, asıl talebinden, État Généraux’nun doğru bir şekilde kurulması talebinden bir sapma göstermemelidir (Sieyès, 2005, ss. 50-51). Bir diğer öneri ise, Avam kamarası ve Lordlar kamarası şeklinde bir ayrımı öngören Britanya anayasasının bir benzerinin Fransa’da uygulanmasıdır. Sieyès’e göre bu öneri, Britanya ile Fransa’nın siyasal ve toplumsal koşullarının farklı olması sebebiyle, sadece, mevcut ayrımları sürekli kılacak bir uygulamadan fazlası değildir. Nitekim, İngiltere’de soylu sınıf, Fransa’nın aksine, yasa koyucu iktidarın bir bölümü kendisine anayasa tarafından verilmiş bir grup insandan oluşmaktadır. Bütün diğer yurttaşlar, ortak çıkar prensibi etrafında buluşmuşlardır. Fransa’da bu sistemin uygulanabilmesi, ayrıcalıkların kaldırılması ve her üç sınıfın tek bir sınıf haline getirilmesi ile, sınıfsal çıkarların genel çıkarlarla ikame edilmesi ile mümkündür (Sieyès, 2005, ss. 58-59). Aksi bir durumda, bu sistemin uygulanması, “sınıfları, ayrıcalıkların korunması yoluyla, gerçekte ayrı tutarken sözde birleştirmektir” (Sieyès, 2005, s. 59). Bir diğer ifadeyle, böyle bir durumda, önerilen anayasa, gerçek ilişkilerden tümüyle kopuk, mevcut sınıflar arasındaki güç ilişkilerini, ülkedeki toplumsal ve siyasal koşulları yansıtmayan bir anayasa olacaktır. Bu noktada, Sieyès’in düşüncesindeki anayasa fikrinin nüveleri açığa çıkmaktadır: Anayasa, siyasal işleyişin koşullarını, mevcut güç ilişkilerini ifade etmelidir. Aksi takdirde, İngiliz anayasasının Fransa’da doğrudan uygulanması konusunda bir problem yaşanmaz, Tiers-État’nın talepleri bir noktada karşılanmış olur, yaşanan tartışmalar sona ererdi.
Sieyès, talepler ve öneriler bağlamında yaşanan bu tartışmaların, mevcut durumun kuruluş yasalarına ilişkin fikir ayrılıklarından kaynaklandığını öne sürer (Sieyès, 2005, s. 67). Bir başka deyişle, siyasal düzenin işleyişine dair sınıflar arasında süren tartışmalar, düzeni mümkün kılan yasalar üzerindeki uyuşmazlıklara dayanmaktadır. Sieyès, bu tartışmaların bir sonuca ulaştırılması adına ulusa başvurulmasını ve bir anayasanın ortaya konulmasını önerir (Sieyès, 2005, s. 67). Bu bağlamda, argümanını ortaya koyarken Sieyès, öncelikle bir siyasal toplumun oluşmasındaki üç evreyi analiz eder: İlk evre, insanların, bireysel iradeyleriyle bir araya geldiği ve bir topluluk meydana getirdiği evredir. İkinci evre, kendi iradeleriyle bir araya gelmiş insanların, somut politik bir varlık olmak yönünde iradelerini kullandıkları ve bir bütün oluşturmak adına ortak bir irade ortaya koydukları süreci ifade eder. Bütün içerisinde, insanlar bir araya gelir ve kamusal sorunlar ile onların çözümüne dair tartışmalar gerçekleştirirler. Bununla birlikte, bu evrede, bir irade birliği, bireysel iradelerin birleşerek ortak bir irade açığa çıkarmaları söz konusudur, ki bu, bir topluluğu olanaklı kılmak, dolayısıyla da bir iktidarı açığa çıkarmak adına elzemdir. Üçüncü evrede ise, topluluk, kendi ortak iradesini temsil edecek, böylece de, topluluğun sürekliliği ve amaçlarına ulaşması adına gerekli işlemleri yapacak aracılara ihtiyaç duyar. Bir diğer ifadeyle, bu evrede, kamusal sorunların çözümü için aracı kurumlara yetki verilir. Öte yandan, burada, bir irade devri değil, iradenin tecellisi adına yetkilendirme söz konusudur. Bu noktadaki bir diğer husus ise, topluluğun, aracı kişi ya da kurumlara verdiği yetkilerin kısıtlılığıdır. Aracılar, sadece düzenin olanaklılığı ve işleyişi adına gerekli olan uygulamaları yerine getirmekle ilgilidirler; ortak iradenin onlar için çizdiği çerçevenin dışına çıkma hakkına sahip değildirler. Netice itibarıyla de, kendilerine verilen yetkilerin kapsamı üzerinde bir değişiklik yapma gücünden de yoksundurlar. Burada sadece, ortak iradenin, topluluğun izin verdiği ölçüde, görevlilerce temsili söz konusudur (Sieyès, 2005, ss. 69-70).
Üçüncü evre, bir başka deyişle, bir topluluğun kendi amaçlarına ulaşma ve kendi varlığını sürekli kılma adına bir örgütlenme gerçekleştirmesi, yapılar inşa etmesi ve bunların olağan işleyişini düzenleyecek yasaları ilân ettiği bir düzlemi ifade eder. Sieyès, topluluğun kendi iradesiyle inşa ettiği bu düzlemi, topluluğun siyasal anayapısı olarak tanımlar (2005, ss. 70). Bu bağlamda, topluluk, kendi ortak iradesini ortaya koyan bir ulus olarak “her şeyden önce vardır ve her şeyin kaynağıdır. İradesi her zaman yasaldır, yasanın ta kendisidir” (Sieyès, 2005, s. 71). Dolayısıyla, siyasal anayapı olarak adlandırılan temel konumdaki örgütlenmeler ve yasalar ulusa verilen ya da ona sunulan bir şey değil, bizatihi ulusunun ortak iradesinin bir ürünüdür. Başka bir ifadeyle, ulus, kurucu iktidar olarak, kendi iradesinin temsili olan bir siyasal anayapının ve onun işleyişini düzenleyecek yasaların, anayasanın kaynağıdır. Bu yasaların olanaklı kıldığı kurumlar ise, söz konusu yasalar üzerinde bir değişiklik yapamaz (Sieyès, 2005, s. 71). Bu nokta, kurulmuş yapıların, kurucu iktidar olarak ulusun iradesinin mümkün kıldığı ve yetkilendirdiği kurulu iktidarın, kendi temellerini oluşturan kurucu yasalara müdahale gücünden yoksun olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Nitekim ulus, yarattığı kurumlara kendi iradesini devretmez, onlara yalnızca, kendi çizdiği çerçeve içerisinde, iradesini temsil ettirir.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise, Sieyès’de anayasanın, ulusu bağlayan, onun iradesini formüle eden bir düzenleme olmadığıdır. Anayasa, ulusun iradesinin mümkün kıldığı siyasal varoluş üzerindeki yönetimsel süreçlerle ilgilidir; o, ulusun kendisini bağladığı, iradesini sınırladığı, tâbi olduğu bir yasalar bütünü değildir (Sieyès, 2005, ss. 72-73). Nitekim, ulus, her türlü biçimsel düzenden ve yasadan bağımsızdır, hukukun kaynağı ve hâkimidir (Sieyès, 2005, s. 74). Bir diğer ifadeyle, anayasa, ulusal irade üzerinde bir düzenleyici değil; aksine o, ulusal iradenin mümkün kıldığı siyasal yapının kurumlarının işleyişini düzenleyen hukuku ifade eder. Sieyès’de ulusun, kurucu iktidar olarak, olanaklı kıldığı anayasa tarafından sınırlanamazlığı, Mikael Spång’in belirttiği üzere, kurucu iktidarın, ulusun özgürlüğünün ifadesi olmasından kaynaklanmaktadır: Kurucu iktidar, ulusun özgürlüğünün ifadesidir ve bu sebeple, ulusun iktidarı anayasa ile kısıtlanamaz. Bir başka ifadeyle, kurucu iktidar, olanaklı kıldığı kurulu iktidar tarafından boyunduruk altına alınamaz (Spång, 2014, s. 28). Sieyès’in de ifade ettiği üzere, ulus, “beyan ettiği irade ne olursa olsun, çıkarı gerektirdiği anda onu değiştirme hakkını asla yitirmez” (Sieyès, 2005, s. 73).
Anayasa Kavramı
Sieyès’in düşüncesinde, ulus, anayasa ile biçimlenen, iradesi kısıtlanan bir topluluk değil, aksine, onun üzerinde, onu yaratma ve gerektiğinde lağvetme iradesini daima muhafaza eden bir öznedir. Kurucu iktidar olarak ulusun iradesinin mümkün kıldığı anayasa kurulu iktidar açısından bağlayıcılığı olan hukuku ifade etmektedir. Siyasi bir varoluş ortaya koyan bir ulusal iradenin gözünde anayasa, Sieyès’in ifadesiyle, ulusun, amaçlarına ulaşabilmesi yolunda bir araçtır (Sieyès, 2005, s. 72). Son kertede, anayasa, gerek kurucu iktidarın kavramsallaştırması sürecinde gerekse kurucu iktidar ile kurulu iktidar arasındaki ilişkinin anlaşılmasında önemli bir kavram olarak açığa çıkmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, anayasa, farklı anlamlara sahip bir terimdir. Carl Schmitt’in ifade ettiği üzere, sözcüğün en genel anlamıyla, anayasa, her insana ya da şeye, her türlü yapıya içkin bir niteliği ifade eder: “Bir bakıma, her şeyin kendi anayasasına sahip olduğu tahayyül edilebiliriz” (Schmitt, 2008, s. 59). Fakat, anayasanın bu anlamı, mefhumun ayırt edici niteliğini ortaya koymaz. Mefhuma dair yetkin bir kavrayışın gerçekleştirilebilmesi için anayasa teriminden, devletin anayasası, bir başka ifadeyle, bir halkın siyasi birliğinin anayasası anlaşılmalıdır (Schmitt, 2008, s. 59). Bununla birlikte, devlete, halkın siyasi birliğine atıfta bulunan ya da kaynağı olarak normları kabul eden çeşitli anayasa tanımları mümkündür. Carl Schmitt, bu bağlamda, anayasa tanımlarını bir sınıflandırmaya tabi tutmakta ve böylece anayasaya dair kendi kavrayışını ortaya koymaktadır.
İlk olarak, mutlak anlamıyla anayasa kavrayışını ele almaktadır Schmitt: Mutlak anlamıyla anayasa, iki ana kategoriye sahiptir. İlk ana kategoride, mutlak anlamda anayasa, her siyasi birliğin özgül varoluşunun somut bir tarzını ifade eder (Schmitt, 2008, s. 59). Bu kategori de, kendi içinde üç alt tanım oluşturacak şekilde ele alınır. Bunlardan birincisine göre, anayasa, bir devletin siyasal birliğinin ve toplumsal düzeninin somut ve müşterek koşuludur. Bir diğer ifadeyle, anayasa, bu tanımda, kendi siyasi varoluşu içerisinde, Alman Reich’ı, Fransa ya da İngiltere gibi, somut ve başlı başına bir bütün olarak bir devlete gönderme yapmaktadır. Buna göre, devlet anayasadır, siyasi birliğin ve düzenin mevcut durumunu ifade etmektedir. Öyle ki, devlet çöker ve varoluşunu yitirirse, anayasanın ifade ettiği siyasi birliğin ve düzenin varlığı da sonlanmış olur. Bu anlamda anayasa “devletin ruhu”dur, onun somut varlığı, tikel varoluşudur (Schmitt, 2008, ss. 59-60). Mutlak anlamda anayasanın bir diğer ifadesi, anayasanın siyasal ve sosyal düzenin özgün bir tarzı oluşudur. Bu bağlamda, anayasa, hakimiyet ve tâbi kılma biçimlerinin somut bir türünü ifade etmektedir. Nitekim, Schmitt’e göre, hakimiyet ve tâbi kılma biçimlerinin olmadığı bir toplumsal gerçeklik içerisinde herhangi bir düzen söz konusu olmayacaktır (Schmitt, 2008, s. 60). Anayasa, bu bağlamda, monarşi, demokrasi gibi özgül hükmetme formlarına, yönetim biçimlerine işaret etmektedir. Schmitt, bu noktada, şu uyarıyı da eklemektedir: Kastedilen monarşik ya da demokratik bir anayasa, bir diğer ifadeyle, anayasanın biçimi değildir. Burada kastedilen, anayasanın devletin biçimine tekabül ediyor oluşudur. Nitekim, bu tanım gereği anayasa, “biçimlerin biçimi”dir (Schmitt, 2008, s. 60). Mutlak anlamda anayasa tanımının son boyutu ise, anayasanın, siyasi birliğin dinamik karakterinin ilkesi oluşudur. Bir diğer ifadeyle, anayasa, siyasi birliğin, yenilenen koşullara, yeni ihtiyaçlara kendisini uyarlayabilme, onlara biçim verebilme kapasitesinin ifadesidir (Schmitt, 2008, s. 61).
Mutlak anlamda anayasanın bir diğer ana kategorisi, anayasayı “temel nitelikteki yasal düzenlemeler” (Schmitt, 2008, s. 62) olarak tanımlar. Anayasa, bir başka deyişle, esası teşkil eden, en üst ve nihai normların kapalı ve birleşik sistemine göndermede bulunur: Anayasa, bu tanımda, “normların normudur” (Schmitt, 2008, s. 62). Normların normu olarak anayasa, salt “katışıksız, normatif bir buyruktur” (Schmitt, 2008, s. 62). Bir diğer ifadeyle, “saf bir olması-gerekendir” (Kardeş, 2015, s. 148). Anayasa, bu anlamda, “hukukun hukuku” olarak devletin genel işleyişine dair normatif bir çerçeve çizmektedir. Bu çerçeveye dahil olan her yasal hüküm ve norm, “normların normu”nun, normatif buyruğun izini taşımalıdır (Schmitt, 2008, s. 64). Schmitt, normatif anayasa tanımına eleştirel yaklaşır: “Saf normlardan oluşan, kapalı bir anayasal sistem söz konusu olamaz” (Schmitt, 2008, s. 65). Nitekim, böyle bir anayasa kavramı, “anayasayı, kendini varsayan ve kendi kendini sürdüren norm sistemi olarak ortaya koyar” (Loughlin, 2017, s. 183). Bir diğer ifadeyle, kavramın bu tanımında, anayasa, kendisini olanaklı kılan bir siyasi iradenin varlığına ihtiyaç duymaz. Oysa, Schmitt’e göre, siyasal birlik anayasal normlardan kaynaklanmaz. Örneğin, Alman devletinin anayasal birliği, anayasasındaki 181. maddeye ve onun geçerliliğine dayanmaz, aksine Alman halkının siyasal varoluşuna dayanır: “Weimar anayasası yürürlüktedir; çünkü, Alman halkı bu anayasanın varlığını mümkün kılmıştır” (Schmitt, 2008, s. 65).
Anayasanın göreli olarak kavranışı ise, sınıflandırmanın ikinci başlığını oluşturmaktadır. Göreli bakış açısı, anayasayı, anayasal hükümlerin bir araya toplanmasından ibaret kabul eder: Anayasa, nitelikleri arasında bir ayrım gözetilmeyen hükümlerin toplamı olarak görülür. Örneğin, asli kabul edilen herhangi bir anayasal hükmün neden asli olduğu sorusu anayasanın göreli kavranışında anlamını yitirir (Schmitt, 2008, s. 67). Bir diğer ifadeyle, bu tanım gereği “anayasa ile anayasal yasaların toplamı arasında bir fark yoktur” (Kardeş, 2015, s. 148). Anayasanın göreli anlamda kavranışı, her hükmü, biçimsel açıdan ele alır. Bu kavranışa göre, anayasa metninin içinde yer alan her hüküm, asli olup olmadığına bakılmaksızın eşit bir şekilde, anayasaldır (Schmitt, 2008, s. 67). Biçimselliğin bir diğer sonucu, göreli bakış açısından anayasaların yazılı dokümanlar olarak ele alınmasıdır. Anayasaların, salt yazılı versiyonlardan ibaret dokümanlar olarak kabul görmesi, onları oluşturan asli hükümler ile diğer anayasal hükümler arasında bir ayrım gözetilmemesine yol açar (Schmitt, 2008, s. 69). Başka bir ifadeyle, bu durum, anayasa ile anayasal hükümler arasındaki farkın göz ardı edilmesini mümkün kılar ve bir kavram karmaşasına neden olur.
Oysa, Schmitt’in belirttiği üzere, doğru bir anayasa kavramsallaştırması, anayasa ile anayasal hükümler arasındaki ayrımın net bir biçimde ortaya konmasıyla mümkündür. Aksi bir durum, bir diğer ifadeyle, “anayasanın, diğer anayasal hükümler içerisinde eritilmesi kabul edilemezdir” (Schmitt, 2008, s. 75). Kezâ, yukarıda değinildiği üzere, anayasanın kendi kendisini varsayması, anayasal normları kendi kaynağı olarak görmesi de anayasaya dair doğru bir kavrayışın önünde engel oluşturmaktadır. Schmitt’in, anayasa mefhumuna dair sınıflandırmasındaki üçüncü unsur, bu bağlamda, anayasanın pozitif anlamda kavranışını konu eder. Nitekim, pozitif anlamda anayasa, kaynağını kurucu iktidarın onu mümkün kılan ediminde bulur (Schmitt, 2008, s. 75). Anayasanın geçerliliği de, onu mümkün kılan siyasi iradenin varlığıyla mümkündür: “Her yasal norm, anayasal hükümler dahi, geçerli olabilmek için bir siyasi iradeyi varsaymak durumundadır” (Schmitt, 2008, s. 76). Bununla birlikte, her anayasal hüküm, her yasa, son kertede, kendisini önceleyen, siyasal varoluşunu sürdüren bir iktidarın ya da otoritenin siyasi kararına ihtiyaç duyar. (Schmitt, 2008, s. 76) Bir diğer ifadeyle, Schmitt için “anayasa her şeyden önce siyasi karardır” (Kardeş, 2015, s. 149).
Her norm, her yasal düzenleme, kurucu iktidarın, bir diğer ifadeyle, anayasa yapıcı gücün öznesinin siyasi kararına ihtiyaç duyar: Bir demokraside, bu karar halkın kararıdır, bir monarşide ise kraliyetin kararıdır (Schmitt, 2008, s. 77). Bu siyasi kararlar, halkın ya da kraliyetin varoluşunun somut kanıtı olan kararlardır. Dolayısıyla, herhangi bir anayasal hüküm ya da normdan fazlasıdırlar: Onlar, anayasanın esasını teşkil eden kararlardır. Nitekim, Weimar anayasası örneğinde de görüldüğü üzere, Alman halkının siyasi kararları, söz konusu anayasanın temelini oluşturmaktadır: Bu kararlar, Alman halkının, bilinçli bir siyasal varoluş ortaya koyarak demokrasi adına verdiği kararlardır. Weimar anayasasının başlangıcında yer alan “Alman halkı kendisine bu anayasayı yapmıştır”, “Devlet otoritesi kaynağını halktan almaktadır” hükümleri Alman halkının siyasi kararlarını ifade eder (Schmitt, 2008, s. 77).
Öte yandan, Alman halkının siyasi kararları olan anayasanın başlangıcındaki bu hükümler, anayasal hukuk kapsamında ele alınamaz. Onlar, asli ilkeler olmanın da ötesinde bir öneme hâizdirler. Söz konusu kararlar, Alman halkının siyasal varoluşunun biçimini olanaklı kılan ve sonrasında, anayasal hükümleri de içerecek şekilde, ortaya konacak bütün normların asli önkoşulunu oluşturan siyasi kararlardır: “Alman devletinde, yasallığa ve normatif düzene dair her şey, sadece bu kararlar temelinde ve bu kararlar dolayısıyla geçerlidir. Bu kararlar, bir bakıma, anayasanın tözünü oluştururlar” (Schmitt, 2008, s. 78). Son kertede, Schmitt için anayasa, kurucu iktidarın, bir diğer ifadeyle, anayasa yapma gücüne sahip siyasi iradenin kararlarıyla olanaklıdır.
Anayasanın tözünü oluşturan bu kararlar ile anayasal hükümler arasındaki fark da, bu bağlamda değinilmesi gereken bir diğer husustur. Nitekim, anayasal hükümler, anayasada yer alan bir madde gereği değiştirilebilirler. Örneğin, 76. madde, anayasanın yasama organı tarafından değiştirilmesine olanak sağlamaktadır. Bu madde gereği, anayasanın değiştirilmesi imkânı yasama organına sunulmuştur. Schmitt’e göre, dilin belirsiz bir kullanımına işaret eden anayasanın değiştirilmesi ifadesi anayasa ile anayasal hükümler arasında farkı yoksaymaktadır. Anayasanın değiştirilmesi, ancak ve ancak, anayasanın tözünü oluşturan siyasi kararların dışındaki maddeler dahilinde mümkündür (Schmitt, 2008, s. 79). Nihayetinde, siyasi kararları vasıtasıyla anayasa bizatihi siyasi iradenin kendisi olduğundan, bir bütün olarak anayasayı değiştirmek, siyasi yapıyı değiştirmek anlamına gelecektir. Bir diğer ifadeyle, “anayasal hükümlerin üzerinde oynamalar yapılabilir ancak anayasanın değiştirilmesi siyasi anayapının da değiştirilmesine işaret etmektedir” (Kardeş, 2015, s. 149). Siyasi anayapının, dolayısıyla da anayasanın değişimi ise, parlamento çoğunluğuna sahip olmakla değil, bizatihi siyasi iradenin öznesinin, demokrasilerde halkın, monarşilerde ise kralın kararı ile mümkündür (Schmitt, 2008, ss. 79-80).
Netice itibarıyla, kurucu iktidar olarak siyasi iradenin mümkün kıldığı anayasa, kendi varoluşunun ifadesi olan siyasi kararlara göndermede bulunmaktadır. Anayasa, onu olanaklı kılan siyasi iradenin kararlarıdır. Kezâ o, bir anayasal hükümler toplamından ibaret değildir. Görüldüğü üzere, siyasi iradenin kararlarından mütevellit anayasa ile ikincil önemdeki anayasal hükümler arasındaki ayrım, anayasa kavramsallaştırmasının esasını teşkil etmektedir. İlkine dair hükümler, anayasayı olanaklı kılan siyasi kararlar olması sebebiyle, kurucu iktidarın olanaklı kıldığı siyasi anayapı içindeki aktörlerce değiştirilemez. İkincisine dahil olan hükümler ise, anayasanın izin verdiği ölçüde, kurulu düzenin aktörlerince değiştirilebilirdir. Bu çerçevede, temel anlamda anayasayı değiştirme kudretine sahip tek güç, yine onu olanaklı kılan kurucu siyasi iradedir. Bu açıdan, Sieyès’in düşüncesinde kendisini açığa vuran, kurucu irade olarak halkın anayasanın üzerinde oluşu ve kudreti Schmitt’de de kendisine yer bulmaktadır: “Siyasi irade, anayasanın yanında ve üzerindedir” (Schmitt, 2008, ss. 125-126). Bir diğer paralel nokta ise, kurucu iktidarın olanaklı kıldığı kurumların anayasayı, dolayısıyla da siyasi anayapının esaslarını değiştirme hakkına sahip olmamasıdır. Her iki düşünsel düzlemde de, siyasi özne, iradesini olanaklı kıldığı kurumlarla paylaşmamakta, onlara yalnızca sınırlı ve işlevsel yetkiler sunmaktadır.
Egemen Diktatörlük Olarak Kurucu İktidar
Siyasi yapının kendisi olarak anayasa ile anayasal hükümler arasındaki farkın bir diğer boyutu da, anayasanın ihlal edilemezliği noktasında kendisini açığa vurmaktadır. Nitekim, siyasi kararların ifadesi olarak anayasa ihlal edilemez olmakla birlikte, anayasal hükümler, istisna hâli uyarınca askıya alınabilir ya da istisnai önlemler gereği ihlal edilebilirdir. Örneğin, istisna hâli gereği, anayasanın bazı hükümleri yürütme organının başı tarafından geçici olarak lağvedilebilirler. Bu hükümlerin askıya alınması durumu, kurucu iradenin anayasayı olanaklı kılan siyasi kararlarını ihlal etmemekte, bir diğer ifadeyle, anayasanın tözüne dokunmamaktadır. Söz konusu işlem doğrudan anayasanın tözünü, dolayısıyla da, siyasi iradenin kararlarının sürekliliğini korumayı hedeflemektedir (Schmitt, 2008, s. 80). Olası bir istisna hâlinde, bir diğer adlandırmayla, olağanüstü hâlde, anayasanın tözünün muhafazası amaçlanır: Schmitt’in belirttiği üzere, böyle bir durumda “hukuk geri adım atarken devletin baki kalacağı aşikârdır. Olağanüstü hâl, anarşi ve kaostan farklı bir şey olduğu için hukuk düzeni değilse de, hukuki anlamda bir düzen hâlâ mevcuttur” (Schmitt, 2014a, s. 19). Bir başka ifadeyle, olağanüstü hâlde, ikincil anlamdaki anayasal hükümler, birincil önemdeki siyasal kararların korunması amacıyla askıya alınabilmektedir.
Olağanüstü hâlde, anayasayı korumak adına anayasanın askıya alınması sürecine, Schmitt’in temel anayasa/ikincil anayasa ayrımıyla, bir diğer ifadeyle, anayasanın değiştirilemez hükümleri ile lağvedilebilir hükümleri ayrımı üzerinden bakıldığında, aslolanın, siyasi anayapının, yani siyasi birliğin korunması olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, Schmitt, olağanüstü hâlde anayasanın, korunması amacıyla askıya alınmasını temsilî diktatörlük olarak adlandırır (Schmitt, 2014b, s. 118). Schmitt’in aktardığı üzere, bu olgu kendisini ilk olarak Abraham Lincoln’ın yönetim pratiğinde gösteren ve o günden bugüne tekrar eden bir olgudur: Eğer anayasal yapı tehdit altındaysa, onu korumak adına anayasa geçici olarak askıya alınabilir. Temsilî diktatörlük, bu anlamda, mevcut anayasayı, onu ortadan kaldırmayı hedefleyen saldırılara karşı korumayı amaçlar (Schmitt, 2014b, s. 118). Anayasayı, onun hükmünü sonlandırmadan, askıya alabilir ki, ona bu hakkı veren olağanüstü hâlin, somut istisnai durumun bizatihi kendisidir. Nitekim, istisnalar diktatörlüğün doğasına içkindirler. Diktatörlük ise, son kertede, istisnai durumlar ile baş edebilme, onlara yönelik müdahalede bulunabilme kudretidir (Schmitt, 2014b, ss. 118-119).
Burada dikkat edilmesi gereken husus, Aykut Çelebi’nin ifade ettiği üzere, temsilî diktatörlüğün geçiciliği ve onun yalnızca icra yetkisine sahip olmasıdır: Nitekim, temsilî diktatörlük “yasa koyucu yetkilere sahip değildir” (Çelebi, 2001, s. 121). Bir başka ifadeyle, temsilî diktatörlük, siyasi anayapı üzerinde değişiklikler gerçekleştirme yetkinliğinden yoksundur; o, temel anayasanın öngördüğü yetkilerin ötesine geçemez: Temsilî diktatörlük, mevcut bir anayasa tarafından yetkilendirilmiş ve sürekliliği istisnai durum ile sınırlı bir pratiği ifade eder. Schmitt’in ifadesiyle, “temsilî diktatörlük, verdiği yetkiyi geri alma yetkinliğine sahip halkın iradesi altında ve onun adına eylemde bulunur” (Schmitt, 2008, s. 110). Öte yandan, Schmitt, mevcut bir anayasaya atıfta bulunma durumunda olmayan ve yeni bir anayasa, dolayısıyla da yeni bir siyasi anayapı tesis etme kudretine sahip olan bir diktatörlük pratiğinden daha söz eder: Egemen diktatörlüktür bu (Schmitt, 2014b, s. 119).
Egemen diktatörlük, son kertede bir yasal düzlem içerisinde yer alan temsilî diktatörlüğün aksine, eylemde bulunma noktasında herhangi bir anayasaya atıfta bulunmaya ihtiyaç duymaz. Egemen diktatörlük, yalnızca pouvoir constituant’a, yani kurucu iktidara atıfta bulunur (Schmitt, 2014b, s. 121). Bir başka ifadeyle, egemen diktatörlük kurucu iktidardır (Çelebi, 2001, s. 122). O, mevcut anayasal hükümler tarafından kısıtlanamaz, bir anayasal çerçeve alınamaz (Schmitt, 2008, s. 110). Schmitt, bu bağlamda, Sieyès’in halkın kurucu iktidarına dair kavramsallaştırmasına başvurur. Buna göre, kurucu iktidar sınırlanamazdır ve kudreti ölçüsünde her şeyi yapabilme kapasitesine sahiptir; çünkü, onu bağlayacak herhangi bir anayasaya tâbi değildir (Schmitt, 2014b, s. 121). Nitekim, yukarıda, kurucu iktidar kavramının soykütüğünün çıkarıldığı bölümde, Sieyès’e atıfla değinildiği gibi, kurucu iktidarın öznesi halk, her şeyden önce var olan ve her şeyin kaynağı olandır; o, kendi koyduğu yasalar tarafından kısıtlanamaz. Dolayısıyla, egemen diktatörlük kurucu iktidardır, nitekim o, sınırlama ve sınıflandırma dışı olan, herhangi bir yasa ya da kuruma, bir şeye tâbi olmayan bir kudreti ifade etmektedir.
Bununla birlikte, Schmitt, egemen diktatörlük ile temsilî diktatörlük arasında, bir başka ifadeyle, kurucu iktidar ile kurulu iktidar arasındaki ilişkisellik ile “natura naturans” (yaratıcı tabiat) ile “natura naturata” (yaratılmış tabiat) arasındaki ilişki arasında metafiziksel bir analoji kurar (Schmitt, 2014b, s. 123). Nitekim, Spinozist düşüncede yaratıcı tabiat “kendi başına var olan ve kendi başına tasarlanan”, “etkinliği yalnızca kendisi ile gerektirilmiş bulunan” şeyi ifade ederken, yaratılmış tabiat, verili bir tabiatın zorunluluğundan türemiş olan şeye işaret eder (Spinoza, 2011, ss. 32-61). Bu bağlamda, kurucu iktidar, Schmitt’e göre, bir tür yaratıcı tabiattır, “natura naturans”tır. O, en üstün olarak, var olmak için bir başka şeye ihtiyaç duymaz, kendisi dışında başka bir unsura da tâbi değildir. Kurulu iktidar ise, bir kurucu edimin, bir siyasi iradenin olanaklı kıldığı anayasal düzlemde açığa çıkar; başka bir deyişle, var olabilmek için kendisinden yetkin bir iradenin varlığına zorunlu bir ihtiyaç duyar. Aynı zamanda, kurucu iradenin çizdiği sınırlar içerisinde varoluşunu sürdürmek durumundadır. Bu bakımdan, kurulu iktidar, yaratılmış tabiattır, “natura naturata”dır.
Sonuç
Kurucu iktidar kavramı, en genel anlamda, bir yaratım özgürlüğüne işaret eder. O, herhangi bir tâbiyet, bir kısıtlılık olmaksızın kendisini mümkün kılan varoluş kudretidir. Politik anlamıyla ise kavram, bir siyasal varoluşu mümkün kılan, bu varoluşun kanıtı olarak anayasasını ortaya koyan bir siyasi iradeye göndermede bulunur. Öte yandan, anayasa, değiştirilebilir hükümlerden mütevellit, biçimsel bir metin değildir. Anayasa, bunun da ötesinde, siyasi iradenin varoluşsal kararlarını içinde barındıran bir düzlemi ifade eder. Siyasi iradenin varoluşsal kararları ise anayasanın tözünü oluşturur ki, bir anayasanın olanaklılık koşulu söz konusu siyasi kararlardır. Bu bakımdan, anayasa ile anayasal hükümler arasında, bir başka deyişle, anayasanın esasını teşkil eden siyasi kararların içinde bulunduğu temel anayasa ile ikincil önemde olan anayasal hükümler arasındaki ayrıma dikkat edilmelidir. İlkinin değişmesi, siyasi anayapının değişmesi anlamında bir karar işaret ederken, ikinci grup içerisindeki herhangi bir değişim yüzeysel bir ekleme/çıkarma işleminden ibaret kalır. Bu anlamda, kurucu iktidarı kavramsallaştırmak için, anayasadan ne anlaşıldığının açıkça ortaya konması elzemdir. Görüldüğü üzere, farklı anlamlarla yüklü içeriğine rağmen, bir anayasanın, anayasa olabilmesi için, her şeyden önce bir siyasi iradenin kararların onun temelini oluşturuyor olması gerekmektedir.
Öte yandan, anayasa ile anayasal hükümler arasındaki ayrım, aynı zamanda kurucu iktidar ile onun mümkün kıldığı kurulu iktidar arasındaki ayrıma göndermede bulunur. Kurulu iktidar, kurucu iktidar olarak siyasi iradenin onu yetkilendirdiği kapsamın dışına çıkamamakta, anayasanın esasını oluşturan siyasi kararlara dair bir tasarrufta bulunamamaktadır. Kendi sınırlı varoluşu, kurucu iktidara, siyasi iradeye işaret etmek durumundadır. Nihai noktada, kurucu iktidar, kavramın modern içeriğinin oluşmaya başladığı Sieyès’in çalışmasından bugüne, bir anayasayı olanaklı kılan siyasi iradeye ve bu iradenin sahibi halka atıfta bulunur. Bu bağlamda, kurucu iktidar olarak halkın iradesi ise, anayasanın ve her türlü yasanın üzerindedir.
Kaynakça
- ^ “Weimar Anayasası anayasadır ve de anayasal yasalar koleksiyonu değildir”. Bkz. Kardeş, 2015, s. 150.
- ^ İngilizce metinde “commissary dictatorship” olan ifade, Giorgio Agamben’in “İstisna Hâli”kitabının Türkçe çevirisinde “temsili diktatörlük” olarak yer almıştır. Yukarıdaki kullanım da, söz konusu kitaptan alınmıştır. Bkz. Agamben, 2006
- ^ Nitekim, Weimar anayasasının istisnai durumlar karşısında devlet başkanına yetki veren 48. maddesini Schmitt “başkanın diktatörlüğü” şeklinde ifadelendirir. Bkz. Schmitt, 2008, s. 80.
- ^ Schmitt’in temsilî diktatörlük ile egemen diktatörlük arasındaki ayrımın niteliksel bir farkı ifade etmediği, aksine, söz konusu olanan yalnızca bir tür derece farkı olduğuna dair eleştiriler söz konusudur. Bu bağlamda, Schmitt’in ayrımına eleştirel bakışlar hakkında bilgi sahibi olmak için bkz. Agamben, 2006
•Agamben, G., (2006), İstisna Hali, Çeviren Kemal Atakay, İstanbul: Otonom.
•Çelebi, A., (2001), Kuraldışı Durumlarda Karar Vermek: Carl Schmitt ve Walter Benjamin Üzerine Bir İnceleme, Defter Dergisi, S. 42, s. 109-146.
•Gözler, K., (1998), Kurucu İktidar, Bursa: Ekin Kitabevi Yayınları.
•Kardeş, M.E., (2015), Schmitt’le Birlikte Schmitt’e Karşı, İstanbul: İletişim Yayınları.
•Loughlin, M., (2017), Kamu Hukukunun Temelleri, Çeviren D.Ç. Sever – K. Turanlı, Ankara: Dipnot Yayınları.
•Negri, A., (1999), Insurgencies: Constituent Power and Modern State. Translated by Maurizia Boscagli, Minneapolis – London: University of Minnesota Press.
•Schmitt, C., (2008), Constitutional Theory, Translated by Jeffrey Seitzer, Durham and London: Duke University Press.
•Schmitt, C., (2014a), Siyasi İlahiyat:Egemenlik Kuramı Üzerine Dört Bölüm, Çeviren A. Emre Zeybekoğlu, Ankara: Dost Kitabevi.
•Schmitt, C., (2014b), Dictatorship, Translated by Michael Hoelzl, Graham Ward, Polity Press: Cambridge.
•Sewell, Jr., W.H., (1994), A Rhetoric of Bourgeois Revolution: The Abbe Sieyes and What Is the Third Estate?, Durham and London: Duke University Press.
•Sieyès, E-J., (2005), Üçüncü Sınıf Nedir?, Çeviren İsmet Birkan, Ankara: İmge Kitabevi, 2005.
•Spång, M., (2014), Constituent Power and Constitutional Order: Above, Within and Beside the Constitution, New York: Palgrave Macmillan.
•Spinoza, B., (2011), Etika, Çeviren Hilmi Ziya Ülken, Ankara: Dost Kitabevi.
wikipedia, wiki, viki, vikipedia, oku, kitap, kütüphane, kütübhane, ara, ara bul, bul, herşey, ne arasanız burada,hikayeler, makale, kitaplar, öğren, wiki, bilgi, tarih, yukle, izle, telefon için, turk, türk, türkçe, turkce, nasıl yapılır, ne demek, nasıl, yapmak, yapılır, indir, ücretsiz, ücretsiz indir, bedava, bedava indir, mp3, video, mp4, 3gp, jpg, jpeg, gif, png, resim, müzik, şarkı, film, film, oyun, oyunlar, mobil, cep telefonu, telefon, android, ios, apple, samsung, iphone, xiomi, xiaomi, redmi, honor, oppo, nokia, sonya, mi, pc, web, computer, bilgisayar
Kurucu iktidar hem siyasal ve hukuksal anlamda cesitli boyutlara sahip olmasi hem de bu boyutlarin birbirleriyle olan iliskisi baglaminda yuklu bir mefhumdur Kurucu iktidar mefhumuna dair yetkin bir kavrayis ortaya koyabilmek bu noktada kavramin cok boyutluluguna dair bir farkindaligi gerektirir Nitekim kurucu iktidar halk demokrasi anayasa yaratim gibi kavramlarin olusturdugu bir iliskiselligi ifade eder Ornegin bu iliskiselligin bir boyutunu Antonio Negri kurucu iktidari konusmak demokrasiyi konusmaktir 1999 s 1 seklinde dile getirir Benzer bicimde kavrami tanimlamaya yonelik cabalarin soz konusu iliskiselligin farkli boyutlarini icerecek sekilde ortaya konuldugu gozlemlenmektedir TanimKurucu iktidar en genel anlamiyla anayasayi yapma ve anayasayi degistirme iktidari seklinde tanimlanir Gozler 1998 s 10 Kavram bu noktada anayasayi olanakli kilan ve onun uzerinde degisiklik yapma hakkina sahip olan bir guc olarak ifade edilir Buna ek olarak kurucu iktidar kavrami bir siyasi birligin tasiyicisi olan ve iradesini ortaya koyarak bir hukumet makamini olusturan bir mevcudiyeti gerektirir Loughlin 2017 s 191 Bir baska ifadeyle anayasa yapma kapasitesinin yani sira kurucu iktidar kavrami bir iradeye ve bu iradenin imkan tanidigi bir siyasi birlige gonderme yapmaktadir Bu noktada kavrama iliskin uc unsur one cikmaktadir Anayasanin olanakliligi bir siyasi birligin varligi ve bu iki unsura imkan taniyan irade Carl Schmitt one cikan uc unsuru toparlayacak sekilde kurucu iktidari su sekilde tanimlamaktadir Anayasayi yapan guc olarak kurucu iktidar gucu ya da otoritesi siyasal varolusunun bicimi ve turune dair somut ve kapsamli bir karar verme kapasitesine sahip olan siyasi iradedir 2008 s 125 Schmitt in tanimi geregi kurucu iktidar bir siyasi irade olarak kendi siyasal varolusunu yaratma gucune ve bu yonde karar verme kudretine sahiptir Ote yandan Schmitt kurucu iktidara dair taniminda siyasal varolusun olanakliligi dolayisiyla da bir anayasanin tesisi noktasinda karar unsurunu devreye sokmaktadir Bu olgunun sonucu olarak siyasi iradenin kararlarinin bir anayasanin tesisini mumkun kildigi ifade edilmelidir Baska bir deyisle anayasa iradenin siyasi kararlari uzerinde temellenir Anayasa bu baglamda siyasal varolusun turu ve bicimine dair kararlarinin somutlasmis bir ifadesi bu kararlarin yururluge konulmasinin kaniti olarak ortaya cikmaktadir Nitekim Schmitt in belirttigi uzere soz konusu siyasal kararlar esas itibariyla anayasanin kendisini teskil etmektedir 2008 s 125 Bir baska ifadeyle siyasi iradenin kararlari ile anayasa arasinda ozsel bir iliski soz konusudur Netice itibariyla bir anayasayi mumkun kilan kurucu iktidarin siyasi irade olarak isaret edildigi Schmittyen tanim iradenin kararlari ile anayasa arasindaki iliskinin ozsel olusuna dair vurgusu ile kendi tutarliligini ortaya koymaktadir Bununla birlikte kurucu iktidar mefhumuna dair nitelikli bir kavrayisin gerceklestirilmesi adina mefhumun tanimina ickin kavramlarin acimlanmasi gerekmektedir Kurucu iktidar kavrami baglaminda anayasanin yuklendigi anlamin ortaya konulmasi hem siyasi irade ile anayasa arasindaki iliskinin hem de siyasal kararlar ile anayasa arasindaki ozsel bagin idrak edilmesi bakimindan elzemdir Keza bu noktada bir siyasal varolusun olanakliligina dair kararin oznesinin kim ya da ne olduguna dair soru da yanitini aramaktadir Bir diger ifadeyle kurucu iktidar olarak siyasi iradenin sahibine kurucu iktidar pratiginin oznesine dair bir sorgulama kurucu iktidar sorunsalinin irdelenmesi yolunda atilmasi gereken zorunlu bir diger adimi ifade etmektedir Bu baglamda oncelikle kurucu iktidar kavramina dair bir soykutuk calismasi yapilacak ki bu ayni zamanda onun oznesini ortaya koyma cabasi olacaktir ardindan anayasa kavraminin yuklendigi anlamlar serimlenecektir Kavramin SoykutuguAnayasayi yapan guc olarak kurucu iktidarin soykutugunu arastirma yonundeki bir caba kurucu bir guc olarak siyasi iradenin oznesine dair bir arastirma yapmakla ortusmektedir Nitekim bir siyasal varolus duzleminde kendi siyasal kararlarinin ifadesi olan anayasanin tesisini ve yururlukte kalmasini olanakli kilan iradenin sahibi olan ozne tarihsel surec icerisinde farkli sekillerde isimlendirilmistir Ornegin Orta Cag anlayisinda kurucu iktidar Tanri ya has bir kapasite bir yetkinlik olarak kabul edilmektedir Schmitt in deyimiyle Tum iktidar Tanri dandir ifadesi Tanri nin kurucu iktidarina gondermede bulunmakta ve suphesiz butunuyle teolojik bir alanda anlamini bulmaktadir 2008 s 126 Ote yandan bir anayasayi olanakli kilan ve kendi siyasal varolusunu insa eden bir siyasi irade olarak kurucu iktidar kavramina dair somut izlere 1789 Fransiz Devrimi ne yol acan surecte rastlanmaktadir Bu baglamda Emmanuel Joseph Sieyes in 2005 Ucuncu Sinif Nedir adli calismasi hem icerigi hem de ortaya ciktigi siyasal kosullar acisindan yol gostericidir Nitekim Sieyes in calismasi Fransiz Devrimi ile sonuclanan uzun bir kriz doneminin urunudur Sewell Jr 1994 s 2 Daha somut bir ifadeyle Ucuncu Sinif Nedir adli calismanin yayimlanmasinin oncesinde Fransa yaklasik iki yildir 1786 nin yazindan beri derin bir politik ve mali krizin icinde yer almaktadir Mevcut siyasi iradeyi ifade eden kralin krize yonelik manevralari ise durumu iyilestirme noktasinda oldukca yetersizdir Mali yonden iflasin onune gecebilmek adina kral o doneme degin vergiden muaf tutulmus soylular sinifinin maddi destegine yeni bir vergi duzenlemesine ihtiyac duyar Fakat acz icindeki kral iradesini soylular sinifina empoze etme gucunden yoksundur Soylular sinifi kralin istegini yalnizca kendileri icin politik ayricaliklar elde etme kosuluyla yerine getirmektedirler Sewell Jr 1994 ss 2 3 Teamullere gore yeni vergi duzenlemesinin yururluge koyulmasi ruhban sinifinin soylularin ve nufusun geri kalaninin temsilcilerinden olusan Etat Generaux nun Genel Meclis onayini gerektiren bir islemdir Her ne kadar 1614 yilindan beri toplanmasina gerek duyulmasa da ki kral o ana kadar yeni vergi duzenlemelerini yururluge koymak icin herhangi bir yasal prosedure ve parlamentonun rizasina ihtiyac duymayacak denli bir guce sahipti mevcut siyasi konjonktur krali parlamentonun onayini almaya zorlamaktadir Bununla birlikte Etat Generaux nun toplantiya cagrilmasi temsilcilerin duzenli olarak toplanmayi talep etmesinin ve boylece Britanya parlamentosu orneginde oldugu gibi kralin mutlak iradesine surekli bir sinirlama getirilmesi isteginin onunu acabilir bir gelismedir Bu sebeple kral ihtiyac duydugu vergi duzenlemesini yururluge koyabilmek icin soylular meclisini toplamak gibi farkli secenekleri gundemine alir Nitekim sinirli sayida ve ust duzey soylu ve ruhban sinifi uyelerinin katildigi bu meclis krala Etat Generaux ya gore daha kontrol edilebilir ve daha makul gelmektedir Fakat kralin bu stratejisi soylular meclisi uyelerinin onun taleplerini reddetmesi ve Etat Generaux nun otoritesini isaret etmesi nedeniyle ise yaramaz Soylular meclisinin reddine Etat Generaux nun bireysel haklar ve hukukun ustunlugu kapsamindaki mucadelesi dolayisiyla da kralin iradesine meydan okumasi eklenince kral Etat Generaux yu ve soylular meclisini goz ardi ederek mali reformlarini gerceklestirme girisiminde bulunur ve tek tarafli olarak bu yonde bir ilanda bulunur Bu son girisim de ulkenin daha da yonetilmez bir hal almasindan baska bir sonuc vermez ve Etat Generaux 1788 in Eylul ayinda kral tarafindan toplantiya cagrilir Sewell Jr 1994 ss 3 4 Son kertede kralin mutlak iradesi sinirlandirilmis ve Etat Generaux kendi varolusunda israr ederek ulkenin iradesinde soz sahibi olmus olsa da soylu ve ruhban sinifinin genel meclisin 1614 yilindaki bicimiyle toplanmasi gerektigine hukmetmesi politik krizin surmesine neden olur Nitekim Etat Generaux nun geleneksel formuyla toplanmasi demek uc sinifin her birinin ayri ayri toplanmasi her birinin ayni oranda delegeye sahip olmasi ve her birinin tek oya sahip olmasi demektir Her sinifin oyu bir oy olarak kabul edildigi icin ruhban sinifi ve soylular bir olarak Ucuncu Sinif i bir bakima saf disi birakabilmektedir Bu durumun sonucu olarak soylular ve ruhban sinifi hem mali hem de diger konulardaki ayricaliklarini ellerinde tutmakla birlikte nufusunun geri kalaninin taleplerini goz ardi etme onlari yoksayma gucunu muhafaza etmektedir Sewell Jr 1994 s 3 Bir diger ifadeyle nufusun cogunlugunun siyasal anlamda goz ardi edilmesi durumu kralin mutlak iradesi sinirlanmis olsa da soylular ve ruhban sinifi lehine surmektedir Uzerinde onemle durulmasi gereken husus gelinen asamada nufusun geri kalani yani Ucuncu Sinif icin degisen bir sey olmamasidir O hala siyasal acidan yoksayilmis ulkenin gelecegine ve kendisini etkileyen konulara dair karar verme ve talepte bulunma iradesinden yoksun birakilmis haldedir Degisen bir seyden soz edilecekse o yalnizca Ucuncu Sinifi iradesinden yoksun birakan yonetimin bicimsel isleyisidir Boylesi bir tarihsel surecte Sieyes her sey iken mevcut siyasi duzende hic lige mahkum edilmis Tiers Etat nin Ucunu Sinif bir sey olma mucadelesini gundeme getirir Sieyes 2005 s 7 Bir diger ifadeyle onun calismasi kendisini siyasi karar alma sureclerinden dislayan degisimlerin ustesinden gelmeyi ve siyasal olarak varolmayi hedefleyen cogunlugu konu eder Burada iki husus soz konusudur Ilki Tiers Etat nin her sey olduguna dair iddiasi ikincisi ise bir sey olmaya yonelik cabasi ve onu yoksayan siyasal varolusta bir degisimi olasi kilmasi Ilk husus baglaminda Sieyes bir toplumun surekliligini saglayan islerin ve hizmetlerin buyuk cogunlugunun Tiers Etat tarafindan yerine getirildigini ayricalikli sinifin reddettigi butun agir ve guc islerin Tiers Etat nin sorumlulugunda oldugunu belirtir Bununla birlikte Tiers Etat nin geliri yuksek olan ve san onur gibi soyut mertebeler sunan islerde yer almasinin yasaklandigini bu islerin ayricalikli siniflara ozgu kilindigini da dile getirir Bu durumun bir diger yuzu ise devlet idaresinin ayricalikli sinifa ait bir alan olarak kabul ediliyor olmasidir Sieyes 1994 ss 10 11 Bir diger ifadeyle Tiers Etat bir toplumun yasamsal ihtiyaclarini tek basina giderirken o toplumun iradesine katilma hakkindan yoksun birakilmaktadir Sieyes Tiers Etat yaptiklari ve varligiyla toplumun her seyiyken yonetim islerinin yerine getirilmesi icin ayricalikli bir sinifa ihtiyac olduguna inanmanin anlamsizligina vurgu yapar Tiers Etat bir toplumu mumkun kilan her ugrasin oznesiyken ayricalikli sinifin yoklugunda dolayisiyla kendisine uygulanan yasak sonlandiginda yonetim kademesini onlardan daha nitelikli kisilerle dolduracak potansiyele sahiptir Sieyes 2005 s 11 Son kertede yaptiklari ve potansiyeli itibariyla Tiers Etat bir ulus olusturmak icin gerekli her seyi icinde barindirir Tiers Etat kendisine dayatilan yasaklara ve baskilara ragmen her sey dir Sieyes 2005 s 12 Ayricalikli siniflar olmazsa da yine her sey olacaktir fakat bu kez ozgur ve gurbuz bir her sey Sieyes 2005 s 12 olarak devam edecektir Bir diger deyisle toplumun devamliligi noktasinda yasamsal onemde olan sinif kendisine uygulanan yasaklardan ve onlarin bas sebebi ayricaliklilardan kurtuldugunda kendisini var etme konusunda daha da ozgurlesmis olacaktir Sieyes diger taraftan ayricalikli siniflarin bir ulus olma potansiyelini icinde barindiran Tiers Etat nin aksine ulusun parcasi olamayacagini da ekler Onun dusuncesinde ayricaliklilar konumlari itibariyla ulusun tasidigi bir yukten fazlasini ifade etmez Nitekim onlar hem tembellikleriyle hem de sahip olduklari oncelikler ve siyasal haklariyla ulusa yabancidirlar Sieyes 2005 ss 12 13 Sieyes in ulus tanimi da ayricalikli siniflari gerek konumlari gerekse siyasal anlamda karar alma sureclerinde Tiers Etat yi yoksayan tutumlari nedeniyle dislamaktadir Ulus nedir Ortak bir yasa altinda yasayan ayni yasama organiyla temsil edilen vb bir ortak insanlar toplulugu Sieyes 2005 s 13 Dolayisiyla ayricalikli siniflar cogunlugun aksine sahip oldugu haklar nedeniyle ulusa dahil olamazlar Onlar en fazla bir ulusun icindeki ayri bir topluluk ayri bir halk Sieyes 2005 s 14 olabilirler Siyasal haklari baglaminda ise ayricalikli siniflar sahip olduklari imtiyazi ve haklari ulusun lehinde kullanmazlar Ortak bir menfaat amaciyla hareket etmezler aksine daima kendi dar cikarlarini goz onunde bulundururlar Parlamentoda halkin temsilcileriyle ayni dusunmek bir yana ayni yerde bulunmaktan dahi kacinirlar Sieyes in deyimiyle bu siniflar hem ilke geregi hem de amaclari geregi ulusa yabancidirlar onun disindadirlar Tiers Etat ise ulusu mumkun kilan her seydir Sieyes 2005 s 14 Ikinci husus baglaminda bir sey olmaya karar veren Tiers Etat nin oncelikli amaci Etat Generaux da kendisini karar sureclerinde dislayan ve iradesini ve taleplerini yoksayan isleyisi askiya almaktir Sieyes in ifade ettigi uzere Tiers Etat siyasal anlamdaki hicliginden kurtulmak istiyorsa Etat Generaux da ayricalikli siniflarla esit nufuza sahip olmak zorundadir Sieyes 2005 s 24 Bir baska ifadeyle kralin iradesini kisitlamasina ragmen kendisi disinda kalan sinifi siyasal anlamda yoksayan geleneksel isleyisi surduren ayricalikli siniflarin genel meclisteki tahakkumunu sona erdirmektir Bunun gerceklesebilmesi icin Tiers Etat nin genel meclisteki temsilcilerinin sayisi soylular ve ruhban sinifinin temsilcilerininkinin toplamina esit olmalidir Sieyes 2005 s 34 Tiers Etat nin bu baglamdaki ikinci amaci ise ilki ile baglantili olarak oylarin sayiminin siniflar olarak degil kisi basina gerceklestirilmesidir Sieyes 2005 s 40 Nitekim siniflar uzerinden gerceklesen oylamada Tiers Etat nin ve ayricalikli siniflarin yuzlerce temsilcisinin oyu uce indirgenmekte ve boylece iki sinifin birleserek Tiers Etat yi kolaylikla saf disi birakmasi mumkun olmaktadir Sieyes 2005 s 40 Son kertede denilebilir ki Tiers Etat bir bakima genel meclisin isleyisinin yeniden tasarlanmasini istemektedir Tiers Etat nin soz konusu talepleri karsisinda mevcut siyasal duzenin aktorleri bir takim cozum onerileri gelistirirler Tiers Etat nin diger iki sinifla birlikte esit sayida uye ile katilma olanagi bulacagi eyalet meclislerinin olusturulmasi onerisi bunlardan biridir Fakat bu meclislerdeki Tiers Etat temsilcilerinin de ayricalikli siniflar arasindan sectirilmesi onerinin yuzeyselligini ortaya koymaktadir Sieyes 2005 s 45 Bir diger oneri vergilerin esit olarak yuklenilmesidir Sieyes soz konusu onerinin ayricalikli siniflarin Tiers Etat nin genel meclisin isleyisinde soz sahibi talebini goz ardi etmek amaciyla adeta bir lutuf olarak sunuldugunu belirtir Bu oneri karsisinda Tiers Etat nin yaniti elbette vergileri esit sekilde odeyeceksiniz fakat bunu adalet geregi yerine getireceksiniz gonlunuzun bollugu nedeniyle degil biciminde olacaktir Baska bir ifadeyle Sieyes e gore ortak bir yasa geregi her uc sinif esit bicimde vergi yukumlulugu altina girmelidir ki olmasi gereken budur Tiers Etat adalet geregi olmasi gerekenlerin cozum onerisi olarak ortaya konulmasi karsisinda asil talebinden Etat Generaux nun dogru bir sekilde kurulmasi talebinden bir sapma gostermemelidir Sieyes 2005 ss 50 51 Bir diger oneri ise Avam kamarasi ve Lordlar kamarasi seklinde bir ayrimi ongoren Britanya anayasasinin bir benzerinin Fransa da uygulanmasidir Sieyes e gore bu oneri Britanya ile Fransa nin siyasal ve toplumsal kosullarinin farkli olmasi sebebiyle sadece mevcut ayrimlari surekli kilacak bir uygulamadan fazlasi degildir Nitekim Ingiltere de soylu sinif Fransa nin aksine yasa koyucu iktidarin bir bolumu kendisine anayasa tarafindan verilmis bir grup insandan olusmaktadir Butun diger yurttaslar ortak cikar prensibi etrafinda bulusmuslardir Fransa da bu sistemin uygulanabilmesi ayricaliklarin kaldirilmasi ve her uc sinifin tek bir sinif haline getirilmesi ile sinifsal cikarlarin genel cikarlarla ikame edilmesi ile mumkundur Sieyes 2005 ss 58 59 Aksi bir durumda bu sistemin uygulanmasi siniflari ayricaliklarin korunmasi yoluyla gercekte ayri tutarken sozde birlestirmektir Sieyes 2005 s 59 Bir diger ifadeyle boyle bir durumda onerilen anayasa gercek iliskilerden tumuyle kopuk mevcut siniflar arasindaki guc iliskilerini ulkedeki toplumsal ve siyasal kosullari yansitmayan bir anayasa olacaktir Bu noktada Sieyes in dusuncesindeki anayasa fikrinin nuveleri aciga cikmaktadir Anayasa siyasal isleyisin kosullarini mevcut guc iliskilerini ifade etmelidir Aksi takdirde Ingiliz anayasasinin Fransa da dogrudan uygulanmasi konusunda bir problem yasanmaz Tiers Etat nin talepleri bir noktada karsilanmis olur yasanan tartismalar sona ererdi Sieyes talepler ve oneriler baglaminda yasanan bu tartismalarin mevcut durumun kurulus yasalarina iliskin fikir ayriliklarindan kaynaklandigini one surer Sieyes 2005 s 67 Bir baska deyisle siyasal duzenin isleyisine dair siniflar arasinda suren tartismalar duzeni mumkun kilan yasalar uzerindeki uyusmazliklara dayanmaktadir Sieyes bu tartismalarin bir sonuca ulastirilmasi adina ulusa basvurulmasini ve bir anayasanin ortaya konulmasini onerir Sieyes 2005 s 67 Bu baglamda argumanini ortaya koyarken Sieyes oncelikle bir siyasal toplumun olusmasindaki uc evreyi analiz eder Ilk evre insanlarin bireysel iradeyleriyle bir araya geldigi ve bir topluluk meydana getirdigi evredir Ikinci evre kendi iradeleriyle bir araya gelmis insanlarin somut politik bir varlik olmak yonunde iradelerini kullandiklari ve bir butun olusturmak adina ortak bir irade ortaya koyduklari sureci ifade eder Butun icerisinde insanlar bir araya gelir ve kamusal sorunlar ile onlarin cozumune dair tartismalar gerceklestirirler Bununla birlikte bu evrede bir irade birligi bireysel iradelerin birleserek ortak bir irade aciga cikarmalari soz konusudur ki bu bir toplulugu olanakli kilmak dolayisiyla da bir iktidari aciga cikarmak adina elzemdir Ucuncu evrede ise topluluk kendi ortak iradesini temsil edecek boylece de toplulugun surekliligi ve amaclarina ulasmasi adina gerekli islemleri yapacak aracilara ihtiyac duyar Bir diger ifadeyle bu evrede kamusal sorunlarin cozumu icin araci kurumlara yetki verilir Ote yandan burada bir irade devri degil iradenin tecellisi adina yetkilendirme soz konusudur Bu noktadaki bir diger husus ise toplulugun araci kisi ya da kurumlara verdigi yetkilerin kisitliligidir Aracilar sadece duzenin olanakliligi ve isleyisi adina gerekli olan uygulamalari yerine getirmekle ilgilidirler ortak iradenin onlar icin cizdigi cercevenin disina cikma hakkina sahip degildirler Netice itibariyla de kendilerine verilen yetkilerin kapsami uzerinde bir degisiklik yapma gucunden de yoksundurlar Burada sadece ortak iradenin toplulugun izin verdigi olcude gorevlilerce temsili soz konusudur Sieyes 2005 ss 69 70 Ucuncu evre bir baska deyisle bir toplulugun kendi amaclarina ulasma ve kendi varligini surekli kilma adina bir orgutlenme gerceklestirmesi yapilar insa etmesi ve bunlarin olagan isleyisini duzenleyecek yasalari ilan ettigi bir duzlemi ifade eder Sieyes toplulugun kendi iradesiyle insa ettigi bu duzlemi toplulugun siyasal anayapisi olarak tanimlar 2005 ss 70 Bu baglamda topluluk kendi ortak iradesini ortaya koyan bir ulus olarak her seyden once vardir ve her seyin kaynagidir Iradesi her zaman yasaldir yasanin ta kendisidir Sieyes 2005 s 71 Dolayisiyla siyasal anayapi olarak adlandirilan temel konumdaki orgutlenmeler ve yasalar ulusa verilen ya da ona sunulan bir sey degil bizatihi ulusunun ortak iradesinin bir urunudur Baska bir ifadeyle ulus kurucu iktidar olarak kendi iradesinin temsili olan bir siyasal anayapinin ve onun isleyisini duzenleyecek yasalarin anayasanin kaynagidir Bu yasalarin olanakli kildigi kurumlar ise soz konusu yasalar uzerinde bir degisiklik yapamaz Sieyes 2005 s 71 Bu nokta kurulmus yapilarin kurucu iktidar olarak ulusun iradesinin mumkun kildigi ve yetkilendirdigi kurulu iktidarin kendi temellerini olusturan kurucu yasalara mudahale gucunden yoksun oldugunu gostermesi acisindan onemlidir Nitekim ulus yarattigi kurumlara kendi iradesini devretmez onlara yalnizca kendi cizdigi cerceve icerisinde iradesini temsil ettirir Dikkat edilmesi gereken bir diger nokta ise Sieyes de anayasanin ulusu baglayan onun iradesini formule eden bir duzenleme olmadigidir Anayasa ulusun iradesinin mumkun kildigi siyasal varolus uzerindeki yonetimsel sureclerle ilgilidir o ulusun kendisini bagladigi iradesini sinirladigi tabi oldugu bir yasalar butunu degildir Sieyes 2005 ss 72 73 Nitekim ulus her turlu bicimsel duzenden ve yasadan bagimsizdir hukukun kaynagi ve hakimidir Sieyes 2005 s 74 Bir diger ifadeyle anayasa ulusal irade uzerinde bir duzenleyici degil aksine o ulusal iradenin mumkun kildigi siyasal yapinin kurumlarinin isleyisini duzenleyen hukuku ifade eder Sieyes de ulusun kurucu iktidar olarak olanakli kildigi anayasa tarafindan sinirlanamazligi Mikael Spang in belirttigi uzere kurucu iktidarin ulusun ozgurlugunun ifadesi olmasindan kaynaklanmaktadir Kurucu iktidar ulusun ozgurlugunun ifadesidir ve bu sebeple ulusun iktidari anayasa ile kisitlanamaz Bir baska ifadeyle kurucu iktidar olanakli kildigi kurulu iktidar tarafindan boyunduruk altina alinamaz Spang 2014 s 28 Sieyes in de ifade ettigi uzere ulus beyan ettigi irade ne olursa olsun cikari gerektirdigi anda onu degistirme hakkini asla yitirmez Sieyes 2005 s 73 Anayasa KavramiSieyes in dusuncesinde ulus anayasa ile bicimlenen iradesi kisitlanan bir topluluk degil aksine onun uzerinde onu yaratma ve gerektiginde lagvetme iradesini daima muhafaza eden bir oznedir Kurucu iktidar olarak ulusun iradesinin mumkun kildigi anayasa kurulu iktidar acisindan baglayiciligi olan hukuku ifade etmektedir Siyasi bir varolus ortaya koyan bir ulusal iradenin gozunde anayasa Sieyes in ifadesiyle ulusun amaclarina ulasabilmesi yolunda bir aractir Sieyes 2005 s 72 Son kertede anayasa gerek kurucu iktidarin kavramsallastirmasi surecinde gerekse kurucu iktidar ile kurulu iktidar arasindaki iliskinin anlasilmasinda onemli bir kavram olarak aciga cikmaktadir Oncelikle belirtilmelidir ki anayasa farkli anlamlara sahip bir terimdir Carl Schmitt in ifade ettigi uzere sozcugun en genel anlamiyla anayasa her insana ya da seye her turlu yapiya ickin bir niteligi ifade eder Bir bakima her seyin kendi anayasasina sahip oldugu tahayyul edilebiliriz Schmitt 2008 s 59 Fakat anayasanin bu anlami mefhumun ayirt edici niteligini ortaya koymaz Mefhuma dair yetkin bir kavrayisin gerceklestirilebilmesi icin anayasa teriminden devletin anayasasi bir baska ifadeyle bir halkin siyasi birliginin anayasasi anlasilmalidir Schmitt 2008 s 59 Bununla birlikte devlete halkin siyasi birligine atifta bulunan ya da kaynagi olarak normlari kabul eden cesitli anayasa tanimlari mumkundur Carl Schmitt bu baglamda anayasa tanimlarini bir siniflandirmaya tabi tutmakta ve boylece anayasaya dair kendi kavrayisini ortaya koymaktadir Ilk olarak mutlak anlamiyla anayasa kavrayisini ele almaktadir Schmitt Mutlak anlamiyla anayasa iki ana kategoriye sahiptir Ilk ana kategoride mutlak anlamda anayasa her siyasi birligin ozgul varolusunun somut bir tarzini ifade eder Schmitt 2008 s 59 Bu kategori de kendi icinde uc alt tanim olusturacak sekilde ele alinir Bunlardan birincisine gore anayasa bir devletin siyasal birliginin ve toplumsal duzeninin somut ve musterek kosuludur Bir diger ifadeyle anayasa bu tanimda kendi siyasi varolusu icerisinde Alman Reich i Fransa ya da Ingiltere gibi somut ve basli basina bir butun olarak bir devlete gonderme yapmaktadir Buna gore devlet anayasadir siyasi birligin ve duzenin mevcut durumunu ifade etmektedir Oyle ki devlet coker ve varolusunu yitirirse anayasanin ifade ettigi siyasi birligin ve duzenin varligi da sonlanmis olur Bu anlamda anayasa devletin ruhu dur onun somut varligi tikel varolusudur Schmitt 2008 ss 59 60 Mutlak anlamda anayasanin bir diger ifadesi anayasanin siyasal ve sosyal duzenin ozgun bir tarzi olusudur Bu baglamda anayasa hakimiyet ve tabi kilma bicimlerinin somut bir turunu ifade etmektedir Nitekim Schmitt e gore hakimiyet ve tabi kilma bicimlerinin olmadigi bir toplumsal gerceklik icerisinde herhangi bir duzen soz konusu olmayacaktir Schmitt 2008 s 60 Anayasa bu baglamda monarsi demokrasi gibi ozgul hukmetme formlarina yonetim bicimlerine isaret etmektedir Schmitt bu noktada su uyariyi da eklemektedir Kastedilen monarsik ya da demokratik bir anayasa bir diger ifadeyle anayasanin bicimi degildir Burada kastedilen anayasanin devletin bicimine tekabul ediyor olusudur Nitekim bu tanim geregi anayasa bicimlerin bicimi dir Schmitt 2008 s 60 Mutlak anlamda anayasa taniminin son boyutu ise anayasanin siyasi birligin dinamik karakterinin ilkesi olusudur Bir diger ifadeyle anayasa siyasi birligin yenilenen kosullara yeni ihtiyaclara kendisini uyarlayabilme onlara bicim verebilme kapasitesinin ifadesidir Schmitt 2008 s 61 Mutlak anlamda anayasanin bir diger ana kategorisi anayasayi temel nitelikteki yasal duzenlemeler Schmitt 2008 s 62 olarak tanimlar Anayasa bir baska deyisle esasi teskil eden en ust ve nihai normlarin kapali ve birlesik sistemine gondermede bulunur Anayasa bu tanimda normlarin normudur Schmitt 2008 s 62 Normlarin normu olarak anayasa salt katisiksiz normatif bir buyruktur Schmitt 2008 s 62 Bir diger ifadeyle saf bir olmasi gerekendir Kardes 2015 s 148 Anayasa bu anlamda hukukun hukuku olarak devletin genel isleyisine dair normatif bir cerceve cizmektedir Bu cerceveye dahil olan her yasal hukum ve norm normlarin normu nun normatif buyrugun izini tasimalidir Schmitt 2008 s 64 Schmitt normatif anayasa tanimina elestirel yaklasir Saf normlardan olusan kapali bir anayasal sistem soz konusu olamaz Schmitt 2008 s 65 Nitekim boyle bir anayasa kavrami anayasayi kendini varsayan ve kendi kendini surduren norm sistemi olarak ortaya koyar Loughlin 2017 s 183 Bir diger ifadeyle kavramin bu taniminda anayasa kendisini olanakli kilan bir siyasi iradenin varligina ihtiyac duymaz Oysa Schmitt e gore siyasal birlik anayasal normlardan kaynaklanmaz Ornegin Alman devletinin anayasal birligi anayasasindaki 181 maddeye ve onun gecerliligine dayanmaz aksine Alman halkinin siyasal varolusuna dayanir Weimar anayasasi yururluktedir cunku Alman halki bu anayasanin varligini mumkun kilmistir Schmitt 2008 s 65 Anayasanin goreli olarak kavranisi ise siniflandirmanin ikinci basligini olusturmaktadir Goreli bakis acisi anayasayi anayasal hukumlerin bir araya toplanmasindan ibaret kabul eder Anayasa nitelikleri arasinda bir ayrim gozetilmeyen hukumlerin toplami olarak gorulur Ornegin asli kabul edilen herhangi bir anayasal hukmun neden asli oldugu sorusu anayasanin goreli kavranisinda anlamini yitirir Schmitt 2008 s 67 Bir diger ifadeyle bu tanim geregi anayasa ile anayasal yasalarin toplami arasinda bir fark yoktur Kardes 2015 s 148 Anayasanin goreli anlamda kavranisi her hukmu bicimsel acidan ele alir Bu kavranisa gore anayasa metninin icinde yer alan her hukum asli olup olmadigina bakilmaksizin esit bir sekilde anayasaldir Schmitt 2008 s 67 Bicimselligin bir diger sonucu goreli bakis acisindan anayasalarin yazili dokumanlar olarak ele alinmasidir Anayasalarin salt yazili versiyonlardan ibaret dokumanlar olarak kabul gormesi onlari olusturan asli hukumler ile diger anayasal hukumler arasinda bir ayrim gozetilmemesine yol acar Schmitt 2008 s 69 Baska bir ifadeyle bu durum anayasa ile anayasal hukumler arasindaki farkin goz ardi edilmesini mumkun kilar ve bir kavram karmasasina neden olur Oysa Schmitt in belirttigi uzere dogru bir anayasa kavramsallastirmasi anayasa ile anayasal hukumler arasindaki ayrimin net bir bicimde ortaya konmasiyla mumkundur Aksi bir durum bir diger ifadeyle anayasanin diger anayasal hukumler icerisinde eritilmesi kabul edilemezdir Schmitt 2008 s 75 Keza yukarida deginildigi uzere anayasanin kendi kendisini varsaymasi anayasal normlari kendi kaynagi olarak gormesi de anayasaya dair dogru bir kavrayisin onunde engel olusturmaktadir Schmitt in anayasa mefhumuna dair siniflandirmasindaki ucuncu unsur bu baglamda anayasanin pozitif anlamda kavranisini konu eder Nitekim pozitif anlamda anayasa kaynagini kurucu iktidarin onu mumkun kilan ediminde bulur Schmitt 2008 s 75 Anayasanin gecerliligi de onu mumkun kilan siyasi iradenin varligiyla mumkundur Her yasal norm anayasal hukumler dahi gecerli olabilmek icin bir siyasi iradeyi varsaymak durumundadir Schmitt 2008 s 76 Bununla birlikte her anayasal hukum her yasa son kertede kendisini onceleyen siyasal varolusunu surduren bir iktidarin ya da otoritenin siyasi kararina ihtiyac duyar Schmitt 2008 s 76 Bir diger ifadeyle Schmitt icin anayasa her seyden once siyasi karardir Kardes 2015 s 149 Her norm her yasal duzenleme kurucu iktidarin bir diger ifadeyle anayasa yapici gucun oznesinin siyasi kararina ihtiyac duyar Bir demokraside bu karar halkin kararidir bir monarside ise kraliyetin kararidir Schmitt 2008 s 77 Bu siyasi kararlar halkin ya da kraliyetin varolusunun somut kaniti olan kararlardir Dolayisiyla herhangi bir anayasal hukum ya da normdan fazlasidirlar Onlar anayasanin esasini teskil eden kararlardir Nitekim Weimar anayasasi orneginde de goruldugu uzere Alman halkinin siyasi kararlari soz konusu anayasanin temelini olusturmaktadir Bu kararlar Alman halkinin bilincli bir siyasal varolus ortaya koyarak demokrasi adina verdigi kararlardir Weimar anayasasinin baslangicinda yer alan Alman halki kendisine bu anayasayi yapmistir Devlet otoritesi kaynagini halktan almaktadir hukumleri Alman halkinin siyasi kararlarini ifade eder Schmitt 2008 s 77 Ote yandan Alman halkinin siyasi kararlari olan anayasanin baslangicindaki bu hukumler anayasal hukuk kapsaminda ele alinamaz Onlar asli ilkeler olmanin da otesinde bir oneme haizdirler Soz konusu kararlar Alman halkinin siyasal varolusunun bicimini olanakli kilan ve sonrasinda anayasal hukumleri de icerecek sekilde ortaya konacak butun normlarin asli onkosulunu olusturan siyasi kararlardir Alman devletinde yasalliga ve normatif duzene dair her sey sadece bu kararlar temelinde ve bu kararlar dolayisiyla gecerlidir Bu kararlar bir bakima anayasanin tozunu olustururlar Schmitt 2008 s 78 Son kertede Schmitt icin anayasa kurucu iktidarin bir diger ifadeyle anayasa yapma gucune sahip siyasi iradenin kararlariyla olanaklidir Anayasanin tozunu olusturan bu kararlar ile anayasal hukumler arasindaki fark da bu baglamda deginilmesi gereken bir diger husustur Nitekim anayasal hukumler anayasada yer alan bir madde geregi degistirilebilirler Ornegin 76 madde anayasanin yasama organi tarafindan degistirilmesine olanak saglamaktadir Bu madde geregi anayasanin degistirilmesi imkani yasama organina sunulmustur Schmitt e gore dilin belirsiz bir kullanimina isaret eden anayasanin degistirilmesi ifadesi anayasa ile anayasal hukumler arasinda farki yoksaymaktadir Anayasanin degistirilmesi ancak ve ancak anayasanin tozunu olusturan siyasi kararlarin disindaki maddeler dahilinde mumkundur Schmitt 2008 s 79 Nihayetinde siyasi kararlari vasitasiyla anayasa bizatihi siyasi iradenin kendisi oldugundan bir butun olarak anayasayi degistirmek siyasi yapiyi degistirmek anlamina gelecektir Bir diger ifadeyle anayasal hukumlerin uzerinde oynamalar yapilabilir ancak anayasanin degistirilmesi siyasi anayapinin da degistirilmesine isaret etmektedir Kardes 2015 s 149 Siyasi anayapinin dolayisiyla da anayasanin degisimi ise parlamento cogunluguna sahip olmakla degil bizatihi siyasi iradenin oznesinin demokrasilerde halkin monarsilerde ise kralin karari ile mumkundur Schmitt 2008 ss 79 80 Netice itibariyla kurucu iktidar olarak siyasi iradenin mumkun kildigi anayasa kendi varolusunun ifadesi olan siyasi kararlara gondermede bulunmaktadir Anayasa onu olanakli kilan siyasi iradenin kararlaridir Keza o bir anayasal hukumler toplamindan ibaret degildir Goruldugu uzere siyasi iradenin kararlarindan mutevellit anayasa ile ikincil onemdeki anayasal hukumler arasindaki ayrim anayasa kavramsallastirmasinin esasini teskil etmektedir Ilkine dair hukumler anayasayi olanakli kilan siyasi kararlar olmasi sebebiyle kurucu iktidarin olanakli kildigi siyasi anayapi icindeki aktorlerce degistirilemez Ikincisine dahil olan hukumler ise anayasanin izin verdigi olcude kurulu duzenin aktorlerince degistirilebilirdir Bu cercevede temel anlamda anayasayi degistirme kudretine sahip tek guc yine onu olanakli kilan kurucu siyasi iradedir Bu acidan Sieyes in dusuncesinde kendisini aciga vuran kurucu irade olarak halkin anayasanin uzerinde olusu ve kudreti Schmitt de de kendisine yer bulmaktadir Siyasi irade anayasanin yaninda ve uzerindedir Schmitt 2008 ss 125 126 Bir diger paralel nokta ise kurucu iktidarin olanakli kildigi kurumlarin anayasayi dolayisiyla da siyasi anayapinin esaslarini degistirme hakkina sahip olmamasidir Her iki dusunsel duzlemde de siyasi ozne iradesini olanakli kildigi kurumlarla paylasmamakta onlara yalnizca sinirli ve islevsel yetkiler sunmaktadir Egemen Diktatorluk Olarak Kurucu IktidarSiyasi yapinin kendisi olarak anayasa ile anayasal hukumler arasindaki farkin bir diger boyutu da anayasanin ihlal edilemezligi noktasinda kendisini aciga vurmaktadir Nitekim siyasi kararlarin ifadesi olarak anayasa ihlal edilemez olmakla birlikte anayasal hukumler istisna hali uyarinca askiya alinabilir ya da istisnai onlemler geregi ihlal edilebilirdir Ornegin istisna hali geregi anayasanin bazi hukumleri yurutme organinin basi tarafindan gecici olarak lagvedilebilirler Bu hukumlerin askiya alinmasi durumu kurucu iradenin anayasayi olanakli kilan siyasi kararlarini ihlal etmemekte bir diger ifadeyle anayasanin tozune dokunmamaktadir Soz konusu islem dogrudan anayasanin tozunu dolayisiyla da siyasi iradenin kararlarinin surekliligini korumayi hedeflemektedir Schmitt 2008 s 80 Olasi bir istisna halinde bir diger adlandirmayla olaganustu halde anayasanin tozunun muhafazasi amaclanir Schmitt in belirttigi uzere boyle bir durumda hukuk geri adim atarken devletin baki kalacagi asikardir Olaganustu hal anarsi ve kaostan farkli bir sey oldugu icin hukuk duzeni degilse de hukuki anlamda bir duzen hala mevcuttur Schmitt 2014a s 19 Bir baska ifadeyle olaganustu halde ikincil anlamdaki anayasal hukumler birincil onemdeki siyasal kararlarin korunmasi amaciyla askiya alinabilmektedir Olaganustu halde anayasayi korumak adina anayasanin askiya alinmasi surecine Schmitt in temel anayasa ikincil anayasa ayrimiyla bir diger ifadeyle anayasanin degistirilemez hukumleri ile lagvedilebilir hukumleri ayrimi uzerinden bakildiginda aslolanin siyasi anayapinin yani siyasi birligin korunmasi oldugu net bir sekilde ortaya cikmaktadir Bu baglamda Schmitt olaganustu halde anayasanin korunmasi amaciyla askiya alinmasini temsili diktatorluk olarak adlandirir Schmitt 2014b s 118 Schmitt in aktardigi uzere bu olgu kendisini ilk olarak Abraham Lincoln in yonetim pratiginde gosteren ve o gunden bugune tekrar eden bir olgudur Eger anayasal yapi tehdit altindaysa onu korumak adina anayasa gecici olarak askiya alinabilir Temsili diktatorluk bu anlamda mevcut anayasayi onu ortadan kaldirmayi hedefleyen saldirilara karsi korumayi amaclar Schmitt 2014b s 118 Anayasayi onun hukmunu sonlandirmadan askiya alabilir ki ona bu hakki veren olaganustu halin somut istisnai durumun bizatihi kendisidir Nitekim istisnalar diktatorlugun dogasina ickindirler Diktatorluk ise son kertede istisnai durumlar ile bas edebilme onlara yonelik mudahalede bulunabilme kudretidir Schmitt 2014b ss 118 119 Burada dikkat edilmesi gereken husus Aykut Celebi nin ifade ettigi uzere temsili diktatorlugun geciciligi ve onun yalnizca icra yetkisine sahip olmasidir Nitekim temsili diktatorluk yasa koyucu yetkilere sahip degildir Celebi 2001 s 121 Bir baska ifadeyle temsili diktatorluk siyasi anayapi uzerinde degisiklikler gerceklestirme yetkinliginden yoksundur o temel anayasanin ongordugu yetkilerin otesine gecemez Temsili diktatorluk mevcut bir anayasa tarafindan yetkilendirilmis ve surekliligi istisnai durum ile sinirli bir pratigi ifade eder Schmitt in ifadesiyle temsili diktatorluk verdigi yetkiyi geri alma yetkinligine sahip halkin iradesi altinda ve onun adina eylemde bulunur Schmitt 2008 s 110 Ote yandan Schmitt mevcut bir anayasaya atifta bulunma durumunda olmayan ve yeni bir anayasa dolayisiyla da yeni bir siyasi anayapi tesis etme kudretine sahip olan bir diktatorluk pratiginden daha soz eder Egemen diktatorluktur bu Schmitt 2014b s 119 Egemen diktatorluk son kertede bir yasal duzlem icerisinde yer alan temsili diktatorlugun aksine eylemde bulunma noktasinda herhangi bir anayasaya atifta bulunmaya ihtiyac duymaz Egemen diktatorluk yalnizca pouvoir constituant a yani kurucu iktidara atifta bulunur Schmitt 2014b s 121 Bir baska ifadeyle egemen diktatorluk kurucu iktidardir Celebi 2001 s 122 O mevcut anayasal hukumler tarafindan kisitlanamaz bir anayasal cerceve alinamaz Schmitt 2008 s 110 Schmitt bu baglamda Sieyes in halkin kurucu iktidarina dair kavramsallastirmasina basvurur Buna gore kurucu iktidar sinirlanamazdir ve kudreti olcusunde her seyi yapabilme kapasitesine sahiptir cunku onu baglayacak herhangi bir anayasaya tabi degildir Schmitt 2014b s 121 Nitekim yukarida kurucu iktidar kavraminin soykutugunun cikarildigi bolumde Sieyes e atifla deginildigi gibi kurucu iktidarin oznesi halk her seyden once var olan ve her seyin kaynagi olandir o kendi koydugu yasalar tarafindan kisitlanamaz Dolayisiyla egemen diktatorluk kurucu iktidardir nitekim o sinirlama ve siniflandirma disi olan herhangi bir yasa ya da kuruma bir seye tabi olmayan bir kudreti ifade etmektedir Bununla birlikte Schmitt egemen diktatorluk ile temsili diktatorluk arasinda bir baska ifadeyle kurucu iktidar ile kurulu iktidar arasindaki iliskisellik ile natura naturans yaratici tabiat ile natura naturata yaratilmis tabiat arasindaki iliski arasinda metafiziksel bir analoji kurar Schmitt 2014b s 123 Nitekim Spinozist dusuncede yaratici tabiat kendi basina var olan ve kendi basina tasarlanan etkinligi yalnizca kendisi ile gerektirilmis bulunan seyi ifade ederken yaratilmis tabiat verili bir tabiatin zorunlulugundan turemis olan seye isaret eder Spinoza 2011 ss 32 61 Bu baglamda kurucu iktidar Schmitt e gore bir tur yaratici tabiattir natura naturans tir O en ustun olarak var olmak icin bir baska seye ihtiyac duymaz kendisi disinda baska bir unsura da tabi degildir Kurulu iktidar ise bir kurucu edimin bir siyasi iradenin olanakli kildigi anayasal duzlemde aciga cikar baska bir deyisle var olabilmek icin kendisinden yetkin bir iradenin varligina zorunlu bir ihtiyac duyar Ayni zamanda kurucu iradenin cizdigi sinirlar icerisinde varolusunu surdurmek durumundadir Bu bakimdan kurulu iktidar yaratilmis tabiattir natura naturata dir SonucKurucu iktidar kavrami en genel anlamda bir yaratim ozgurlugune isaret eder O herhangi bir tabiyet bir kisitlilik olmaksizin kendisini mumkun kilan varolus kudretidir Politik anlamiyla ise kavram bir siyasal varolusu mumkun kilan bu varolusun kaniti olarak anayasasini ortaya koyan bir siyasi iradeye gondermede bulunur Ote yandan anayasa degistirilebilir hukumlerden mutevellit bicimsel bir metin degildir Anayasa bunun da otesinde siyasi iradenin varolussal kararlarini icinde barindiran bir duzlemi ifade eder Siyasi iradenin varolussal kararlari ise anayasanin tozunu olusturur ki bir anayasanin olanaklilik kosulu soz konusu siyasi kararlardir Bu bakimdan anayasa ile anayasal hukumler arasinda bir baska deyisle anayasanin esasini teskil eden siyasi kararlarin icinde bulundugu temel anayasa ile ikincil onemde olan anayasal hukumler arasindaki ayrima dikkat edilmelidir Ilkinin degismesi siyasi anayapinin degismesi anlaminda bir karar isaret ederken ikinci grup icerisindeki herhangi bir degisim yuzeysel bir ekleme cikarma isleminden ibaret kalir Bu anlamda kurucu iktidari kavramsallastirmak icin anayasadan ne anlasildiginin acikca ortaya konmasi elzemdir Goruldugu uzere farkli anlamlarla yuklu icerigine ragmen bir anayasanin anayasa olabilmesi icin her seyden once bir siyasi iradenin kararlarin onun temelini olusturuyor olmasi gerekmektedir Ote yandan anayasa ile anayasal hukumler arasindaki ayrim ayni zamanda kurucu iktidar ile onun mumkun kildigi kurulu iktidar arasindaki ayrima gondermede bulunur Kurulu iktidar kurucu iktidar olarak siyasi iradenin onu yetkilendirdigi kapsamin disina cikamamakta anayasanin esasini olusturan siyasi kararlara dair bir tasarrufta bulunamamaktadir Kendi sinirli varolusu kurucu iktidara siyasi iradeye isaret etmek durumundadir Nihai noktada kurucu iktidar kavramin modern iceriginin olusmaya basladigi Sieyes in calismasindan bugune bir anayasayi olanakli kilan siyasi iradeye ve bu iradenin sahibi halka atifta bulunur Bu baglamda kurucu iktidar olarak halkin iradesi ise anayasanin ve her turlu yasanin uzerindedir Kaynakca Weimar Anayasasi anayasadir ve de anayasal yasalar koleksiyonu degildir Bkz Kardes 2015 s 150 Ingilizce metinde commissary dictatorship olan ifade Giorgio Agamben in Istisna Hali kitabinin Turkce cevirisinde temsili diktatorluk olarak yer almistir Yukaridaki kullanim da soz konusu kitaptan alinmistir Bkz Agamben 2006 Nitekim Weimar anayasasinin istisnai durumlar karsisinda devlet baskanina yetki veren 48 maddesini Schmitt baskanin diktatorlugu seklinde ifadelendirir Bkz Schmitt 2008 s 80 Schmitt in temsili diktatorluk ile egemen diktatorluk arasindaki ayrimin niteliksel bir farki ifade etmedigi aksine soz konusu olanan yalnizca bir tur derece farki olduguna dair elestiriler soz konusudur Bu baglamda Schmitt in ayrimina elestirel bakislar hakkinda bilgi sahibi olmak icin bkz Agamben 2006 Agamben G 2006 Istisna Hali Ceviren Kemal Atakay Istanbul Otonom Celebi A 2001 Kuraldisi Durumlarda Karar Vermek Carl Schmitt ve Walter Benjamin Uzerine Bir Inceleme Defter Dergisi S 42 s 109 146 Gozler K 1998 Kurucu Iktidar Bursa Ekin Kitabevi Yayinlari Kardes M E 2015 Schmitt le Birlikte Schmitt e Karsi Istanbul Iletisim Yayinlari Loughlin M 2017 Kamu Hukukunun Temelleri Ceviren D C Sever K Turanli Ankara Dipnot Yayinlari Negri A 1999 Insurgencies Constituent Power and Modern State Translated by Maurizia Boscagli Minneapolis London University of Minnesota Press Schmitt C 2008 Constitutional Theory Translated by Jeffrey Seitzer Durham and London Duke University Press Schmitt C 2014a Siyasi Ilahiyat Egemenlik Kurami Uzerine Dort Bolum Ceviren A Emre Zeybekoglu Ankara Dost Kitabevi Schmitt C 2014b Dictatorship Translated by Michael Hoelzl Graham Ward Polity Press Cambridge Sewell Jr W H 1994 A Rhetoric of Bourgeois Revolution The Abbe Sieyes and What Is the Third Estate Durham and London Duke University Press Sieyes E J 2005 Ucuncu Sinif Nedir Ceviren Ismet Birkan Ankara Imge Kitabevi 2005 Spang M 2014 Constituent Power and Constitutional Order Above Within and Beside the Constitution New York Palgrave Macmillan Spinoza B 2011 Etika Ceviren Hilmi Ziya Ulken Ankara Dost Kitabevi