Bu madde, uygun değildir.Haziran 2018) ( |
Soykütüğü ya da soy kütüğü, sosyal bilimlerde kullanılan tarihsel bir yöntemdir. Friedrich Nietzsche ve Michel Foucault tarafından kullanılan bir yöntemdir. Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğü’ne göre soykütüğünün iki anlamı vardır. İlki, “dünyaca tanınmış ve/veya Türkiye'de mahalli olarak geliştirilmiş ırkların özelliklerini gösteren, ırk özelliklerinin ve verim düzeylerinin iyileştirilmesi amacıyla, teknik açıdan genetik özelliklerini belirlenerek ırkıyla ilgili üretim ve seleksiyon etkinliklerini yönlendirmek ve bu sayede ekonomik değerlendirmeyi yapabilmek için oluşturulan bir sistem”dir. İkincisi ise “genetik bir hastalığın incelenmesi ve değerlendirilmesinde yararlı olan, uluslararası kabul edilen standart sembolleri kullanarak aile bireylerinin hastalık göstermesi, hastalık nedeniyle ölümleri, düşükler, evlilikleri, akrabalarında hastalığın tekrar durumları gibi bilgileri içeren şematik gösterimi, pedigri” anlamındadır. Ancak kavram, soy bilim olarak da adlandırılmaktadır. Soy bilim, “tarihte ailelerin, soyların kökenlerini, atalardan torunlara dek sıralanışlarını ve akrabalık ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır.” İngilizcede “genealogy” kavramına karşılık gelmektedir. İngilizce kelimenin sonundaki “logy” kelimesinden dolayı kavramın soy bilim olarak değerlendirilmesi daha doğrudur. Aksi takdirde kütük kelimesi bilim kelimesini tam anlamıyla karşılayamamaktadır. Ayrıca soykütüğü kelimesi, soyağacı anlamına da gelmekte olup farklı kavramları çağrıştırmaktadır. Soy bilim kavramı, felsefede bir kavramı içinde bulunduğumuz zamana göre (present) ele alan tarihsel bir yöntem olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamdaki kullanım Friedrich Nietzsche ile başlamıştır.
Nietzsche ve ahlakın soykütüğü
Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü kitabında “ahlaksal önyargılarımızın kökenini” sorgulama gayesindedir. Nietzsche’nin merakı ve şüphesi, “iyi ve kötümüzün kaynağının aslında neresi olduğu sorusudur.” Nietzsche, iyi ve kötünün kaynağını düşünürken can alıcı bir soru sormaktadır: “insanoğlu hangi koşullar altında yaratmıştı bu iyi ve kötü değer yargılarını?” Nietzsche, bu kitabında esas olarak Hristiyan ahlakının oluşumuna odaklanmaktadır. Nietzsche’ye göre Hristiyan ahlakı, tarihsel süreç içerisinde tek bir merkezden – Hz. İsa’nın hayatı – beslenen bir ahlak yapısı değildir. Farklı olayların gelişimi ve bu gelişim esnasındaki olayların kesişimi sonucu ortaya çıkmaktadır. Ahlak’ın Soykütüğü kitabındaki bölümler bu kesişmelere tekabül etmektedir. Örneğin; Hristiyan ahlakı, iyi ve kötü kavramları, bellek oluşumu, borçlu ve alacaklı ilişkisi, çileci idealler, çileci rahip ve geçmişe körü körüne bağlılık gibi olayların kesişiminin bir sonucudur. Bu kesişimlerde farklı güçler birbirleriyle bir mücadele içerisine girmektedir ve oluşan çatışma sonucunda bir çıkış noktası meydana gelmektedir. Ancak baskın güç diğer güçleri yok etmemektedir. Örneğin; Hristiyan ahlakını ve Hristiyanlıktaki mezhepleri – Katolik, Ortodoks, Protestan vb. – bu şekilde değerlendirmek mümkündür. Nihayetinde bunlar, Hz. İsa’nın farklı yorum şekilleridir. Burada da farklı yorumların çatışması söz konusudur. Nietzsche, Hristiyan ahlakını irdelemesini üç bölümden oluşan Ahlakın Soykütüğü kitabında yapmaktadır. Kavramı daha anlaşılır kılabilmek ve bir soy bilim çalışmasını gözlemleyebilmek için kısaca kitaptaki önemli konulara değinmek ele almak şarttır. Nietzsche, ilk olarak ahlak soykütükçüleri olarak adlandırdığı İngiliz psikologlarının ahlakın kökenine dair görüşlerini eleştirmektedir. Nietzsche’ye göre, “İngiliz psikologlarının ahlak soykütüğülerinin acemiliği, daha en başında, ‘iyi’ kavramının ve yargısının kökenini belirlemeleri sırasında açığa çıkmaktadır.” Nietzsche, İngiliz psikologlarının iyi kavramını nasıl türettiklerini şu sözlerle eleştirmektedir: “Bencil olmayan eylemler, - diye buyuruyorlar - ilkin eylemin yöneltildiği, yani eylemin yarar sağladığı kişiler tarafından övülüp iyi olarak tanımlanmıştır; sonradan övgünün bu kökeni unutulmuş ve bencil olmayan eylemler, alışkanlık gereği hep iyi diye övülmüş olduklarından iyi olarak algılanmıştır – sanki tek başlarına iyi şeylermiş gibi.” Nietzsche’ye göre iyi yargısı, eyleme maruz kalan “aşağı, adi ruhlu, bayağı ve avam”dan değil, eylemi gerçekleştiren “asil, güçlü, üstün ve yüce gönüllü” olanlardan kaynaklanmıştır. Çünkü kendilerini asil, güçlü, üstün ve yüce gönüllü olarak tanımlayan efendiler ve aristokratlar, eylemlerden önce kendilerini bizatihi iyi olarak görmektedirler. Bu sebepten dolayı iyiye karar verme yetkisinin de kendi bünyelerinde olduklarını düşünmektedirler. Bunun bir diğer sonucu da efendilerden başkasının iyinin ne olduğuna karar veremeyeceği düşüncesidir. Nietzsche’ye göre iyi, bencil olmayanla ilişkili olmayıp sürü içgüdüsü ile ilgilidir. Efendiler, değerleri üretmenin yanında kendilerini hükmeden, güçlü, zengin, doğrucu olan gibi üstünlük belirtici kavramlarla kendilerini tanımlarlar. Bunun bir sonucu olarak da ahlaki anlamda iyi olanı tanımlarken efendilere has doğrucu, asil, üstün gibi kavramlara başvurulmaktadır. Nietzsche, bazı kelimelerin etimolojik kökenini irdeleyerek bu savını kanıtlamaya çalışmaktadır. Nietzsche, değer yaratan şövalye aristokrasisinin karşısında ruhban sınıfının olduğunu belirtmektedir. Ancak ruhban sınıfını oluşturan rahipler, aristokrasi ile doğrudan bir çatışmaya girmemektedir. Nietzsche’ye göre rahipler, en büyük kincilerdir ve “rahip kininin aklı yanında başka hiçbir aklın sözü edilemez.” Bu bağlamda Nietzsche, Yahudileri de “en akıllı öç alma edimi yoluyla intikam almayı bilmiş ruhban halk” olarak nitelendirmektedir. Nietzsche, Yahudilerin yaptığını şu sözlerle ifade etmektedir: “Yahudiler olmuştur, aristokratik değerler eşitliğini (iyi=asil=iktidar sahibi=güzel=mutlu=tanrıların sevdiği) ürkütücü bir tutarlılıkla tersine çevirmeye cüret edenler ve bu ters çevrilmişliğe dipsiz bir kinin (aczin kininin) dişleriyle asılanlar, yani zavallılardır yalnızca iyi olanlar, yoksul, güçsüz, aşağı olanlardır yalnızca iyi olanlar, acı çekenler, yoksunluk içindekiler, hastalar, çirkinlerdir tek imanlılar, tek cennetlikler, sadece onlar kavuşurlar rahmete, - oysa sizler, siz asiller ve kudretliler, sizler sonsuza dek kötü, zalim, şehvetli, açgözlü, tanrısız olanlarsınız, sonsuza dek de, hayır görmeyenler, lanetlenenler ve kahrolanlar olacaksınız.” Bu tersine çevirme, köle başkaldırısı olarak nitelendirilmektedir. Nietzsche’ye göre, bu köle başkaldırısı başarılı olduğu için kendi ahlakını üretmeye başlamıştır. Nietzsche’ye göre, “ahlakta köle başkaldırısı, hıncın yaratıcı hale gelmesi ve değerler üretmesiyle başlar: Bu, gerçek tepkiden, eylem tepkisinden yoksun olan ve kendilerini yalnızca, kurmaca bir öç yoluyla zarardan koruyan yaratıkların hıncıdır.” Nietzsche, ahlakın bir olumlama ile başladığını ancak köle ahlakının kendinden olmayanı olumsuzlama ile ahlak ürettiğini ve bu olumsuzlamanın köle ahlakının yaratıcı edimi olduğunu belirtmektedir. Efendiler, ahlak oluştururken başkasına değil de kendilerine bakarak ve kendilerinin bir olumlamasıyla ahlak üretirler. Ancak köleler, kendilerinin dışındakilere yani bir bakıma efendilere bakarak onların sahip oldukları özellikleri, kötü olarak nitelendirip yani olumsuzlayıp kendi iyilerini üretmenin peşindedirler. Nietzsche’nin yaratıcı edim ifadesi burada anlam bulmaktadır. Çünkü köleler, bu olumsuzlama ile kendi iyilerini oluşturmaya başlamaktadırlar. Diğer bir taraftan bakıldığında ise köleler, efendilerin sahip olduğu özellikleri kötü olarak nitelendirip kendilerinde olan değerleri iyi olarak tanımlamaktadırlar. Nietzsche, Roma ve Yahudilerin iyi ve kötüyü tanımlamak için devamlı bir savaşım halinde olduklarını belirtmektedir. Nietzsche’ye göre, “Roma Yahudiye’ye karşı, Yahudiye Roma’ya karşıdır: Bu savaşımdan, bu soruştan, bu amansız çelişkiden daha büyük bir olay olmamıştır şimdiye dek. Roma Yahudi’de doğaya aykırılığın ta kendisini, adeta kendi zıddı olan bir canavarı duyumsuyordu; Roma’da Yahudi, ‘insan soyuna nefret beslemek suçundan hüküm giymiş’ olarak görülürdü.” Nietzsche’ye göre, Yahudiye hıncı Rönesans ile birlikte sekteye uğramış, Reform ile birlikte tekrar “hınç hareketi ve bunun zorunlu sonucu olarak kilise” yeniden kurulmuş ve son olarak Fransız Devrimi ile Yahudiye daha “can alıcı ve derin bir zafer kazanmıştır.”
Daha sonra Nietzsche, bellek ve unutkanlık üzerinde durmaktadır. Ona göre “unutkanlık, yüzeysel olanların sandığı gibi basit bir vis inertiae (atalet) değildir. Etkin ve kelimenin tam anlamıyla da pozitif bir engelleme yetisidir daha ziyade.” Nietzsche, insanın unutkanlık sayesinde neşeli, mutlu, umutlu vb. olabildiğini belirtmektedir. İnsan, vaatte bulunulması zorunlu durumlarda unutkanlığı engelleyebilmek için bellek geliştirmiştir. Bellek sayesinde insan, “zorunlu olandan rastlantısal olanı ayırmayı, nedensel düşünmeyi, neyin amaç, neyin araç olduğunu şaşmaz bir biçimde saptamayı, özetle hesap etmeyi, ölçüp biçmeyi öğrenmiştir.” Bellek sayesinde insan, vaatte bulunabilmektedir. Çünkü rasyonel olarak belleği sayesinde sözlerini hatırlayacak konuma gelmiştir. Nietzsche, insanın bu kurallılığını ve hesaplanabilirliğini “görenek ahlakı” olarak tanımlamaktadır. İnsan, bellek sahibi olduğunda ise unutkanlığını engellediği ve söz verebildiği için kendisini bunu yapamayanlardan üstün göremeye başlamaktadır.
Nietzsche’ye göre “bir şeyin bellekte yer etmesi için o şey belleğe dağlanır: yalnızca acısı dinmeyen şey bellekte yer eder.” Nietzsche, bu düşüncesini şu şekilde örneklendirmektedir: “İnsanın kendine bir bellek oluşturmayı gerekli görmüş olduğu hiçbir seferde kan, işkence, kurban eksik olmamıştır; en tüyler ürpertici kurbanlar ve kefaletler (ilk doğan çocuğun kurban edilmesi de buraya girer), en iğrenç sakatlamalar (örneğin iğdiş etme), tüm dini kültlerin en zalimce törenleri (kaldı ki tüm dinler en temelde birer zalimlik dizgesidirler) - bütün bunlar, bellek geliştirmenin en etkin yolunun ‘acı’ olduğunu sezinlemiş olan o içgüdüden kaynaklanır. Tüm çilecilik öğretisi de bir anlamda buraya dahildir.”
Bellek oluşumu
Bellek oluşturmanın en etkili yöntemi olarak ceza yasaları görülebilir. “Ceza yasalarının katılığı, insanlığın unutkanlığı yenmek ve toplumsal yaşamın birkaç ilkel gereğini bu anlık duygu ve ihtiras kölesinin kafasında canlı tutabilmek için ne denli çaba harcamış olduğunun bir ölçütüdür.” Nietzsche, Almanların oluşturduğu katı ve acı verici cezalarla kendilerine bir bellek oluşturduklarını ve bu sayede toplumsal düzeni kurduklarını belirtmektedir.
Nietzsche, suç kavramını ele alırken ahlak soykütükçülerinin “üç karışlık ve kendilerine has” bilgileriyle suçun kökenine inemeyeceklerini belirtmektedir. “Bu ahlak soykütükçüleri, ahlakın temel bir kavramı olan ‘Schuld’un (suç), çok maddi bir kavram olan ‘Schulden’ (borç) kavramından kaynaklanmış olduğunu hayallerinden dahi geçirmişler midir örneğin?” Nietzsche, ceza ile suç arasındaki ilişkinin suçlu olanın cezalandırılması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmadığını “zarara uğramışlığın öfkesini zararı verenden çıkarmak için cezalandırıldıklarını” ifade etmektedir. Nietzsche’ye göre zarar ile acı arasındaki ilişki, “alacaklı ve borçlu arasındaki geçmişi ‘hak sahibi’ kavramının geçmişi kadar eski olan ve kökü de alım satımın, takasın, alışverişin temel biçimlerine dayanan sözleşme ilişkisinden” kaynaklanmaktadır.
Borçlu ve alacaklı ilişkisinde borçlu verdiği sözü yerine getirmediği ve borcunu ödemediği takdirde alacaklı, borçlunun bedeni üzerinde tasarruf hakkını elde etmekteydi. Örneğin, alacaklı borcuna karşılık borçlunun bedeninden bir parça kesebilirdi. Nietzsche’ye göre alacaklının alacağı karşısında eşdeğer bir şekilde hareket edilmesi gerekirken burada tatmin duygusu ön plana çıkmaktadır. Burada alacaklının borçluya verdiği acıdan dolayı zevk alması ve kendisini efendi gibi hissetmesi söz konusudur.
Borçlu ve alacaklı ilişkisinin bir diğer sonucu ise, alacaklının alacağının bedelini kendisinin belirlemesidir. Nietzsche, borçlu ve alacaklının bedel belirlemesi konusunda ilk kez bir kişinin bir başka kişi karşısına çıktığını ve boy ölçüştüğünü ifade etmektedir. Bedel belirleme, insanın diğerlerinden üstün olma duygusunu daha da pekiştirmiştir. Bedel belirme ilişkisi, adaletin en ilkel formu olan “her nesnenin bir bedeli vardır; her şey geri ödenebilir” düşüncesini de oluşturmaktadır. Aslında bu aşamada, “tazminat yoluyla anlaşmak için gösterilen iyi niyettir.”
Nietzsche, adaletin tepkisel nitelikte olmadığını, tepkisel olanın hınç sonucu oluşan intikam duygusu olduğunu belirtmektedir. Kendisine zarar verene karşı adil olabilmek ise en üst ustalık ve yetkinlik örneğidir. Nietzsche’ye göre hukuk, “tam da tepkisel duygulara karşı bir savaşımı, kuvvetlerinin bir kısmını tepkisel tutkunun taşkınlıklarını dizginlemek ve bir uzlaşıma zorlamak için kullanmış olan etkin ve saldırgan güçlerin bu duygulara karşı üstlendiği savaşı temsil eder.”
Nietzsche, cezanın kökeninin ve amacının farklı olduğunu ileri sürmektedir. Bu konuda da ahlak soykütükçülerini eleştirmektedir: onlar, “arayıp tarayıp bir amaç buluyorlar cezada, sözgelimi öç ya da caydırma, sonra saf saf bu amacı, cezanın causa fiendi’si (asıl neden) başlangıca oturtuyorlar ve mesele halloluyor.” Nietzsche’ye göre bir şeyin oluşum nedeniyle son kertede onun kullanım nedeni tamamıyla birbirinden ayrı şeylerdir. Çünkü kavramlar ve kullanımları tarihsel koşullar içerisinde değişim göstermektedir. Bu bakımdan ceza kavramı da bu değişimden bağımsız düşünülemez.
Nietzsche, Schopenhauer’dan yola çıkarak filozoflar için çileciliğin anlamını sorgulamaktadır. Ona göre filozof için önemli olan kendisidir, çilecilik sadece bir araçtır. Nietzsche, çileci idealin üç büyük sloganı olarak yoksulluğa, alçakgönüllülüğe ve iffete vurgu yapmaktadır. Nietzsche, bu üç özelliğin filozoflarda görüldüğünü belirtmiştir. Filozof, “filozof olabilmek için çileci ideali temsil edebilmek, onu temsil edebilmek için ise ona inanmak zorunda kalmıştır.”
Nietzsche için asıl önemli olan çileci rahiplerdir. Çünkü çileci rahipler, çileci idealleri var olmanın yegâne yolu olarak görmektedirler. Çileci rahip, yaşamı “girilmiş ama artık nerede başlamışsa oraya dek geri kat edilmesi gereken bir yanlış yol olarak ele alır.” Bu durumda yaşam, çileciliğin vazgeçilmez bir yeri durumundadır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse çileci rahip, “yaşam düşmanıdır”. Diğer yandan çileci rahip, yaşam içinde var olabilmek için çileye sarılmaktadır. Hem yaşama düşmanken hem de yaşamda var olabilmek için çileye sarılmak bir çelişkidir. “Çileci rahip, ete kemiğe bürünmüş başka türlü olma, başka yerde olma arzusudur.” Bu arzu çileci rahibi, nasipsizlerin, sıkkınların, talihsizlerin, kazazedelerin sürüsünün çobanı konumuna yükseltmektedir. Çileci rahip bu sürüyü, güçsüzlüğünü güce dönüştürmek için kullanmaktadır. Sağlıklı insanlar için en büyük tehlike, hastalardır. Toplumdaki hastalar ise “en başından kazaya uğramış olanlar, ezilmişler, yıkılmışlardır.” Bu kişiler, yaşamı en çok baltalayanlardır. Çileci rahip, hastaları sağlıklılara karşı bir savaşa sürüklemektedir. Aynı zamanda “rahip, hıncın yön değiştiricisidir.” Rahip, hıncın sürü düzenini bozmaması için hıncı bireylerin kendilerine yöneltebilmektedir. Bu şekilde bireyler, içsel olarak devamlı bir ıstırap halinde olmaktadır. Nietzsche, çileci rahibin hastanın hıncını yönlendirmesini şu sözlerle ifade etmektedir: “sen kedinsin yalnızca kendinin suçlusu.” Nietzsche’ye göre çileci rahip bir doktor gibi görülmemelidir. Çünkü çileci rahip, acı çekmenin hoşnutsuzluğu ile savaşır acı çekmenin nedeni ile değil. Yani çileci rahip, avutuculuk rolünü üstlenmektedir. Nietzsche, insanın üzerine çökmüş olan lanetin acı çekmek değil de acı çekmenin anlamsızlığı olduğu belirtmektedir. Çileci ideal ise, insana acı çekmenin bir anlamını sunmuştur. Bu anlam sayesinde insan kurtarıldığına inanmıştır. Son olarak Nietzsche, insanların atalarına saygı olarak yaptığı kurban etmelere üzerinde durmaktadır. İnsanların içinde bulundukları devletler ne kadar gelişirse kurbanlar da o derece artmaktadır. Böylece geçmişi daima yüceltme sorunu meydana gelmektedir. Nietzsche bu kitabında soy bilim çalışmasının güzel bir örneğini sunmaktadır. Nietzsche’nin burada yaptığı analiz edilirse soy bilime yönelik de ipuçlarına ulaşılabilir. Nietzsche, tarihte olayların ve kavramların oluşumun nedenlerini mevcut kullanımdan farklı bir bağlama oturtmaktadır. Bunun nedeni ise yoğunlaşma noktaları olarak da tanımlanabilecek kesişim noktalarını analiz etmesidir. Yoğunlaşma noktalarında kavramlar ve olaylar daha farklı kavramlar ve olaylarla bir etkileşim içine girmektedir. Bu etkileşim sonucunda kavramlar ve olaylar, birbirlerinden etkilenerek farklı seyirlerde devam etmektedir. Borçlu ve alacaklı ilişkisinde bunun güzel bir örneğini sunmaktadır. Aynı şekilde Nietzsche, birbirinin nedeni olduğu şeylerin aslında birbiriyle ilgisinin olmadığını da göstermektedir. Michel Foucault, Nietzsche’den etkilenip kendisinin de kullandığı soy bilim üzerine çalışmalar yapmış ve orada Nietzsche’nin kitabını da irdelemiştir. Genel hatlarıyla Nietzsche’nin argümanlarından sonra Foucault’a değinmek ve soy bilim yöntemini ele almak gerekmektedir.
Michel Foucault ve soy bilim
Kimi akademisyenler Michel Foucault’ın eserlerini üç döneme ayırmaktadır: İlk dönem eserlerini arkeolojik, ikinci dönem eserlerini soy bilimsel ve üçüncü dönem eserlerini de etiksel olarak değerlendirmektedirler. Ancak Foucault’ın eserlerini bir bütün olarak da değerlendirilmesini savunan akademisyenler de vardır. Örneğin; bu akademisyenlere göre arkeolojik yöntem ile soy bilimsel yöntem birbirini tamamlayan şeylerdir. Foucault, arkeolojik yöntemde “söylem analizi” yaparken soy bilimsel yöntemde “kurumlar ve bu kurumlarda geçen iktidar ilişkilerinin analizini” yapmaktadır.
Foucault, “Nietzsche, Soybilim, Tarih” isimli çalışmasında soy bilim kavramı üzerinde durmaktadır. Foucault’a göre “soy bilim, gridir; kılı kırk yarar ve sabırla belgeler. Karmakarışık, silinmiş, üstü karalanmış, defalarca yeniden yazılmış parşömenler üzerinde çalışır.” Foucault, gri derken soy bilimin ne tamamen açık seçik görülebilen ne de tamamen kapalı, anlaşılmayan bir yapısının olduğunu vurgulamaktadır. Aynı zamanda parşömenler üzerinde çalışır derken tarihte yazılı metinler üzerinde yazılmış belgelere vurgu yapmaktadır. Zira bu parşömenler de soy bilimin ana nesnesi olmakta olup bittikleri anda soy bilim araştırması da zorunlu olarak sona ermektedir. “Soy bilim, bilgide titizlik gerektirir, çok sayıda malzemenin yığılmasını sabır gerektirir.” “Soy bilim, felsefenin kibirli ve derin görüşünün bilginin köstebek bakışına karşıt olması gibi, tarihe karşıt değildir; tersine, o, ideal anlamlara ve erekselliklerin tarih ötesi açılımına karşıttır. ‘Köken’ arayışına karşıttır.”
Foucault’a göre Nietzsche, Ursprung (köken) kelimesinin iki kullanımına başvurmaktadır. Nietzsche, Ursprung kelimesinin yerine Entstehung (meydana gelme, ortaya çıkma, yükseliş), Herkunft (soy), Abkunft (menşe), Geburt (doğum) kelimelerini dönüşümlü olarak kullanmaktadır. Ancak Nietzsche, “Ahlakın Soykütüğü”nde Herkunft ile Ursprung kelimelerini aynı anlamda kullanmaktadır. Soy bilimci, çıkış noktası olarak bir köken arayışından vazgeçmelidir. Çünkü köken nihayetinde metafizik düşüncenin bir yansımasıdır. Oysa Foucault’a göre soy bilimci metafiziğe inanmak yerine tarihe başvurmalıdır. Ancak bu sayede “şeylerin ardında, ‘çok başka bir şeyin’ var olduğunu: onların özsel ve tarihsiz sırlarını değil, özsüz oldukları sırrını ya da onlara yabancı olan figürlerden yola çıkarak özlerinin parça parça inşa edilmiş olduğu sırrını” öğrenir. Bu bakımdan soy bilimci, araştırmasını titizlikle yürütmeli ve rastlantıları göz ardı etmemelidir.
Foucault’a göre “Entstehung (oluşum) ya da Herkunft (soy) gibi terimler, soy bilime özgü nesneyi Ursprung’tan (köken) daha iyi ifade eder.” Herkunft, soy ve menşe anlamına gelmenin yanı sıra bir gruba ait olma anlamına da gelmektedir. Bir gruba aidiyet ise toplumsallığı beraberinde getirmektedir. Soy bilim, tarihte gerilere giderek bir şeyin menşeini bulma ve bu menşein günümüzde yaşayıp yaşamadığı sonucuna ulaşma amacında değildir. Zira menşeden Erbschaft (miras) kalan şeyler, kazanım değildir. Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü’nün son bölümünde geçmişe yönelik kurban etmeler ve bunun artarak devam etmesi, örnek olarak verilebilir. Aynı zamanda menşe, beden ile yakından ilgilidir. “Beden – ve bedene ait olan her şey, beslenme, iklim, toprak – Herkunft’un yeridir: Beden üzerinde geçmiş olayların izi bulunur.” Bu bakımdan “soy bilim, tıpkı menşe analizi gibi, bedenin ve tarihin eklemlendiği yerdedir.”
Entstehung, olayların zuhur etme noktasını belirtmektedir. Bu ortaya çıkma ise birtakım tahakküm ilişkileri sonucu meydana gelmektedir. “Menşe, bir içgüdünün niteliğini, derecesini ya da zayıflığını, bir bedende bıraktığı işareti belirtirken, zuhur ediş, bir karşılaşma yerini belirtir.” Bu karşılaşmalar ve tahakküm ilişkilerinin çarpışması, kurallar sayesinde olmaktadır. Ancak belirtilmelidir ki kurallar, belirli bir gruba veya kişiye hizmet etmek için oluşturulmuşlardır. Yorumlar sayesinde ise bu kurallara belirli bir yön verilebilmektedir ve bu bakımdan “insanlığın oluşumu bir dizi yorumdan ibarettir.” “Soy bilim ise bu yorumların bir tarihi olmalıdır: Farklı yorumların zuhur edişi olarak ahlakların tarihi, ideallerin, metafizik kavramların tarihi, özgürlük kavramının ya da çileci yaşamın tarihi. Söz konusu olan, bunları, prosedürler sahnesindeki olaylar olarak ortaya çıkarmaktadır.”
Soy bilimde tarihe geleneksel anlamından farklı yaklaşılmaktadır. Nietzsche de zaman zaman wirkliche Historie (gerçek tarih) kavramını soy bilim yerine kullanmaktadır. Çünkü geleneksel tarih anlayışından tarih üstü bir bakış açısı söz konusudur. Bu tarih üstü bakış açısı, metafiziği de beraberinde getirmektedir. O zaman sorgulanamaz inançlar ve kavramlar ortaya çıkmaktadır. Ancak tarih yaklaşımı, bu sorgulanamaz bakış açısından uzaklaştığı ölçüde soy bilimin için elverişli bir araç olacaktır. “Gerçek [effective] tarihi, tarihçilerin tarihinden ayıran şey, hiçbir sabite dayanmıyor olmasıdır.” Bu sayede sık sık başvurulan ve tarihin sürekliliğini dile getiren sistemleri parçalamak mümkün hale gelmektedir. “Wirkliche Historie, olayın ortaya çıkışı ile sürekli zorunluluk arasında alışıldık üzere kurulan ilişkiyi tersine çevirir.” Bu sayede tarihin soy bilimi mümkün hale gelmektedir.
Foucault, tarih kavramının Platoncu olduğu eleştirerek tarih duyusunun üç kullanımı üzerinde durmaktadır: “İlki, gerçekliğin parodik ve tahripkâr kullanımıdır, anımsama ya da tanıma olarak tarih temasına karşıttır; ikincisi, süreklilik ya da gelenek tarihinin karşıtı olan, özdeşliği ayrıştırıcı ve tahrip edici kullanımıdır; üçüncü ise, bilgi-tarihe karşıt olarak hakikatin kurban edici ve tahrip edici kullanımıdır.” Nietzsche, ilk kullanıma başvurarak tarihin parodisini yapmaktadır. İkinci kullanımda geleneksel tarihin bir yapı bozuma uğratılması söz konusudur. Üçüncü kullanımda ise bilgi öznesinin yok edilmesiyle yeni hakikatlerin üretilmesi söz konusudur. Nietzsche’de soy bilim açısından şu üç kullanım öne çıkmaktadır: “anıtların yüceltilmesi parodi halini alır; eski çağlara saygı sistematik çözülme halini alır; insanın günümüzde sahip olduğu hakikat aracılığıyla geçmişin adaletsizliklerinin eleştirisi, bilme istencine özgü adaletsizlik yoluyla bilgi öznesinin imhası halini alır.”
Foucault, “Deliliğin Tarihi”, “Kliniğin Doğuşu” ve “Hapishanenin Doğuşu” eserlerinde ele aldığı kurumların – sırasıyla tımarhaneler, klinikler ve hapishaneler – tarihsel analizini yapmaktadır. Bu kurumlar, geçmişten günümüze kadar devamlı var olagelmiş kurumlar gibi durmaktadır. Ancak Foucault, bu kurumları incelerken tarihteki kırılma ve kesişim noktalarına değinmektedir. Dolayısıyla Foucault, tarihi düz bir çizgide devam eden ilerlemeci bir yaklaşımla ele almamaktadır.
Soy bilimde dikkat edilmesi gereken bir nokta, kavramların tarihte bir çıkış noktasından günümüze olan seyrini izlemek değil, günümüzden/şimdiden (present) geçmiş tarihe gitmektir. Geleneksel tarih anlayışı Platoncu bir yaklaşımla geçmişten günümüze doğru bir ilerleme çizgisi içerisinde kavramları ele almaktadır. Oysa soy bilimde bunun tam tersi geçerlidir. Günümüzden başlayıp geçmişe giderken kavramın diğer kavramlarla oluşan kesişim noktalarına denk gelinecektir ve bu kesişim noktalarındaki diğer kavramlarla birlikte inceleme, daha da dallanıp budaklanacaktır. Ferda Keskin şöyle yazar: “Bir noktada durma noktasında kalınıyorsa, Foucault’a göre, bunun sebebi elimizde artık tarihsel bilginin olmaması.” Bu bakımdan düşünülecek olursa Nietzsche’nin, Foucault ve Deleuze gibi postyapısalcıların Hegel’in diyalektiğine neden karşı oldukları da ortaya çıkmaktadır. Çünkü Hegel’in diyalektiği tarihsel açıdan ilerlemeci bir bakış açısına sahipken soy bilim yöntemi bunu reddetmektedir. Çünkü soy bilimi benimseyenlere göre tarihsel gelişimin bir mantığı olmayıp tesadüf ve güç ilişkileri önemlidir. Tarihin yanında Foucault’a öne çıkan bir başka husus ise, soy bilim ile birlikte kavramların parçalara ayrılması yani bir bakıma yapı bozumunun gerçekleştirilmesidir. Çünkü günümüzden geçmişe giderken kavramların kesişim noktalarında başka kavramlarla karşılaşmaları sonucu kazandıkları ve kaybettikleri özellikler tespit edilmeye çalışılmaktadır.
Jacques Derrida ve yapı bozum
Jacques Derrida, 1967 yılında yayınladığı “Gramatoloji”, “Konuşma ve Görüntü” ve “Yazı ve Fark” isimli kitaplarıyla yapı bozum olarak isimlendirdiği tekniğini tanıtmıştır. Genel olarak ifade etmek gerekirse Derrida, Batı metafiziğine karşı bir eleştiriye girişmiştir. Daha önce ise bu eleştirinin farklı halleri, Nietzsche ve Martin Heidegger’de görülmektedir. Yukarıda Nietzsche’nin soy bilim eksenindeki eleştirileri ayrıntılı olarak incelenmişti. Heidegger ise Varlık meselesi üzerine odaklanmıştır. Heidegger’e göre Varlığın ilk haline ulaşabilmek için mevcut metafizik düşünce tarzından kurtulmak gerekmektedir. Bu düşünme tarzı ise Heidegger’in kullandığı kavram, destrüksiyon (destruktion) sayesinde mümkün olacaktır. Çünkü destrüksiyon, felsefi mirasa ulaşabilmenin yegâne aracı konumdadır. Derrida, özellikle Heidegger’den oldukça etkilenmiştir.
Husserl, destrüksiyon ile benzer anlamda Deneyim ve Yargı (Experience and Judgement) eserinde abbau (sökmek) kavramını kullanmıştır. Husserl, abbau ile kavramların “gizli kaynaklarındaki bir kırılma noktasını” keşfetmeyi amaçlamıştır. Başka bir deyişle, Husserl, “tarihin orijinal tarihsel öncülleri olarak işlev göreceklerse esas olarak gizli kalması gereken kökenlere geri gitme” amacında olmuştur. Abbau, kısaca kavramların kökenlerine inmek için başvurulan bir yöntemdir. Heidegger, Varlık ve Zaman eserinde destrüksiyon (destruktion) kavramını “eleştirel sökme (kritischer Abbau)” olarak ele almıştır. “Destrüksiyon, sadece bilimin egemen olduğu geleneksel güçlere değil, aynı zamanda antikiteden beri felsefi geleneğin tümüne saldırmaktadır.” Destrüksiyon ve abbau yıkmak ve yok etmek anlamında kullanılmayıp incelenen şeyin nasıl meydana geldiğini anlayabilmek için parçalara ayrılması anlamına gelmektedir. “Destrüksiyon, felsefede Varlık sorununun indirgemeci inşasının imhası için zorunludur. Bu açıdan bakılacak olursa Heidegger, Batı metafiziğinin ve Varlığın ilk kullanılma amaçlarına ulaşmak istemiştir. “Derrida, çok etkilendiği Heidegger’in izinde Batı logosuna, yani en üst düzeyde rasyonalite biçiminde algılanan Batı metafiziğine savaş açmıştı. Ona göre Batılı insan yanılgılar içinde yaşıyordu.” Bu yanılgıların kaynağını ise Batı felsefesinin kelimelere yüklediği metafiziksel anlam oluşturmaktadır. Derrida’ya göre birçok filozof felsefelerini oluştururken metafiziksel anlamlar yüklü olan kavramları kullanmışlardır. Derrida, bu basmakalıplıktan kurtulmak için yapı bozuma başvurmuştur.
Derrida, Husserl’in ve Heidegger’in kullanmış olduğu abbau ve destrüksiyon kavramlarının yerine deconstruction (yapıbozum) kavramına başvurmuştur. Fakat belirtmek gerekir ki Derrida’nın yapı bozumu, abbau ve destrüksiyondan farklıdır. Derrida, Husserl’in fenomenolojik indirgemeciliğini eleştirirken Heidegger’in metafiziğin destrüksiyonunu metafizik içinde yapmasından dolayı metafiziğin ilkelerini daha açıklayıcı kıldığı için eleştirmektedir. Derrida, yapıbozum kavramını yıkmak ve yok etmek anlamında kullanmayıp bahse konu olan kavramın nasıl kullanıldığını anlamak ve onu yeniden yapılandırmak için kullanmıştır. Yapı bozumla yapılmak istenen, kavramların mevcut kullanımlarındaki anlamların geçmişe doğru izini sürmektir. Yani kavramların temeline gidip kullanımlarını öğrenmektir. Bu bakımdan olsa gerektir ki Derrida için her metin kendi kendisini yapıbozuma uğratmaktadır.
Yapı bozum, bir bakıma metot olarak nitelendirilmektedir. Antik Yunan’dan başlayıp Hegel ile zirveye ulaşan diyalektik, Batı felsefesinde ana metot olarak görülmüştür. Böylece metot, hakikat arayışı olmaktan öte hakikatin kendisi konumunda olmuştur. Yapı bozum ise yeni bir metot olarak diyalektiğin karşısına çıkmıştır. Çünkü Derrida, yapı bozumun Hegelci diyalektiğin ürettiği felsefi bilginin ötesinde olduğunu belirtmiştir. Yani yapıbozum, bilgiyi üreten metodun da yapı bozumunu içermektedir.
Derrida’ya göre Batı felsefesinin temeli söz merkezciliğe (logocentrism) dayanmaktadır. Çünkü felsefe de aklı, yani logosu, başka bir deyişle rasyonaliteyi mutlak olarak addedip merkeze alan bir anlayış benimsemektedir. Hatta Derrida, Sokrates’ten itibaren felsefenin söz merkezcilik ekseninde geliştiğini belirtmektedir. Söz merkezcilik ise, erkek-kadın ve varlık-yokluk gibi zıtlıklar/ikili karşıtlıklar (binary opposition) üzerine inşa edilmiştir. Bu karşıtlıklarda ise bir hiyerarşi söz konusudur. Yani karşıtlıklardan birisi diğerinin üstünde olarak değerlendirilmektedir. Bu üstün olarak nitelendirilen kavram da merkeze yerleştirilerek hareket edilmektedir. Örneğin, erkek-kadın ikiliğinde erkek kadından üstün olarak değerlendirilmekte ve bir açıklama yapılırken erkeği merkeze kadını çevreye konumlandıran bir yaklaşım benimsenmektedir. Derrida, yapıbozum sayesinde bu karşıtlıkları ortadan kaldırma amacındadır. Bu sayede Derrida, doğru olarak nitelendirilen incelemelerin doğru olmadığını ortaya koyup özellikle felsefi metinleri yapıbozuma uğratmaktadır. Yapı bozum kapsamında Derrida, metinlerin diğer metinler sayesinde var olduğu üzerinde durmuştur. Böylece metinlerin atıf yaptığı metinlerle de yakın bir şekilde ilgilenmiştir. Bu bağlamda Derrida, Platon’u, Rousseau’yu, Kant’ı vd. yapıbozuma uğratmıştır. Kavramların hiyerarşik bir şekilde ele alınmasından dolayı tek anlamlılık Batı felsefesinde etkili olmuştur. Çünkü üstün olan kavramın merkeze alınarak açıklama yapılması söz konusudur. Belirtilmesi gereken diğer bir husus ise söz merkezcilikten dolayı Batı felsefesinde yazı, konuşma karşısında ikincil konumda olmuştur. Derrida’nın yazıyı keşfetmesinde Husserl’in “Geometrinin Kökeni” isimli kitabını Fransızcaya çevirirken karşılaştığı şu cümle etkili olmuştur: “Sadece, yazı, (matematikte) düşünsel nesnelerin bir şekilde tarihe girmelerini sağlayabilir: Düşünsel nesnelerin tarihsellikleri yazıdan kaynaklanıyor.”
Derrida, yazı ve konuşma ikiliğinin kökeninin Platon’a dayandığı düşüncesiyle Platon’u yapıbozuma uğratmaktadır. Platon’a göre yazı, konuşma karşısında ikincildir. Çünkü yazı, konuşma olmadığı zaman başvurulan bir şeydir. Derrida, Platon’un pharmakon kelimesini farklı yerlerde farklı anlamlarda kullandığından ve felsefesini hep bir karşıtlıklar üzerine inşa etmesi üzerinde durmaktadır. Platon’a göre yazı: “1) yaşayan belleğe ve söze kesinlikle dışsal ve bunlara göre daha aşağıdadır. 2) Yazı onlara zararlıdır, çünkü onları uyutur ve aksi halde el değmemiş olarak kalacak hayatları kirletip hasta eder. 3) Zaten, eğer hypomnesie’ye (ilave) ve yazıya başvurulsa bile, bunun nedeni onların kendilerine özgü bir değer taşımaları değil, yaşayan belleğin sonlu olmasıdır, yazı boşluklara izlerini bırakmadan evvel bellekte boşluklar bırakır. Yazının bellek üzerinde hiçbir etkisi yoktur.” Derrida, pharmakon kelimesinin hem zehir anlamına hem ilaç anlamına geldiğini belirterek Platon’un zehri öne çıkarırken kendisinin ilacı öne çıkararak yapı bozumu gerçekleştirmeye başlamaktadır. Derrida, yazının bilgiyi artırıp unutkanlığı azalttığını belirtmektedir. Böylece Derrida, yazıyı konuşma karşısındaki ikincil konumdan kurtarmaya çalışmaktadır.
Sonuç
Soy bilim ve yapıbozum birtakım ortak amaçlara sahiptir. İkisi de kavramların nihai temeline inmeye çalışmaktadırlar. Yalnız burada bir sorun ortaya çıkmaktadır. Foucault’un dediği gibi kökene inerken elimizde gerekli tarihi belgelerin ya da verilerin yetersizliğinden dolayı durmak zorunda kalırız. Daha fazla geriye gidilmemesinin nedeni, yeterli veri olmamasından kaynaklanmaktadır. Buradan itibaren özellikle post yapısalcılar, kavramları kendi perspektifinden adlandırmaya başlamaktadır. Tarihsel süreçler içerisinde başkaları tarafından anlamlandırılan kavramları reddedip kendileri kavramlaştırma çabası içerisinde girmektedir. İşte bu mevzu, kendi içerisinde bir çelişki barındırmaktadır.
İlk çağlardan beri varlığı açıklayabilmek için her şeyin kaynağı, ilk neden, töz, arkhe gibi kavramlara başvurulmuştur. Örneğin Thales arkhe’yi su olarak ele alırken Heraklitos, ateş olarak ele almıştır. Bu ‘ilk neden’den hareketle de her şeyi açıklamaya çalışmışlardır. Soy bilim, böyle bir açıklamanın yani bir başlangıç noktası oluşturmaya karşıdır. Aynı şekilde yapıbozum da ilk ve son olarak nitelendirmeye karşıdır. Çünkü Derrida, bağlamın dışında hiçbir şey olmadığını belirtmektedir. David Hume’un nedensellik konusundaki sözleri soy bilim açısından son derece önem teşkil etmektedir. Hume, bir şeyin başka bir şeyden önce gelmesi onun nedeni olduğunu göstermeyeceğini ifade etmiştir. Bu bakımdan ilk olarak adlandırılan bir şey, ilk olmayabilir ve bir şeyin nedeni olarak görülen bir şey onun nedeni olmayabilir. Bu sadece bizim bilgimizin ilk olarak adlandırdığımız şeye kadar uzanmasıyla ve neden olarak gördüğümüz şeyin diğerinden önce gelmesiyle ilgilidir.
Başka bir husus ise, soy bilim ve yapıbozum özellikle Batı felsefesine karşı girişilmiş çalışmalardır. Ancak bu çalışmalar, bizatihi felsefe geleneği içerisinde cereyan etmektedir. Yani düşünürler, felsefi geleneğin içerisinde düşünmektedirler. Felsefenin dışında düşünmek mümkün değildir. Çünkü bugüne kadarki bütün düşüncelerimiz bu felsefi gelenek tarafından inşa edilmiştir. Felsefi gelenek içerisinde felsefeye karşı girişilen bir savaş da üzerinde durulması gereken başka bir konudur. Çünkü içinde bulunulan felsefi geleneğin kavramlarıyla düşünülüp felsefi geleneğin yanlışlıkları üzerinde durulmaktadır.
Soy bilim ve yapı bozumla ilgili diğer bir husus ise ikisinin arasındaki temel bir farktır: Soy bilim, geriye doğru giderken parçaladığı kavramı yeniden anlamlandırma derdinde değildir. Soy bilim sadece kesişme yani yoğunlaşma noktalarında kavramların tesadüfen ya da güç ilişkileri sonucu aldıkları anlam üzerinde durmaktadır. Ancak yapıbozum, Batı felsefesindeki kavramları ikilikler üzerinden ele alıp incelemekte ve bu inceleme sonucunda kavramı yeniden anlamlandırma amacındadır. Bu bakımdan yapı bozumda ele alınan kavramın – yukarıda pharmakon kavramında yapıldığı gibi – tekrar anlamlandırılması söz konusu olmaktadır.
Kaynakça
- ^ "soykütüğü." Türkçe Sözlük. Dil Derneği. Erişim tarihi: 15 Kasım 2021.
- ^ "Soy kütüğü" Güncel Türkçe Sözlük. Türk Dil Kurumu. Erişim tarihi: 15 Kasım 2021.
- ^ a b Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts&kategori1=veritbn&kelimesec=288846 12 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde ., 12.04.2018
- ^ Türk Dil Kurumu, Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.5acf9f3cc1df40.18887378 12 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde ., 12.04.2018
- ^ Keskin, Ferda. "Michel Foucault'da Etik ve Jeneoloji (Soy Bilimi) Kavramları". www.cafrande.org/michel-foucaultda-etik-ve-jeneoloji-soy-bilimi-kavramlari-ferda-keskin/.
- ^ Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü: Bir Polemik, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2011, s. 8.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 9.
- ^ a b Keskin, “Michel Foucault’da Etik ve Jeneoloji (Soy Bilimi) Kavramları”, https://www.cafrande.org/michel-foucaultda-etik-ve-jeneoloji-soy-bilimi-kavramlari-ferda-keskin/ 12 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde ., 19.04.2018
- ^ Nietzsche, a.g.e., ss. 16-18.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 17.
- ^ Nietzsche, a.g.e., ss. 17-18.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s.18.
- ^ Nietzsche, a.g.e., ss. 18-19.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 21.
- ^ Nietzsche, a.g.e., ss. 21-23.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 25.
- ^ a b c Nietzsche, a.g.e., s. 26.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 29.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 46.
- ^ Nietzsche, a.g.e., ss. 47-48.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 51.
- ^ a b c Nietzsche, a.g.e., s. 52.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 53.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 55.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 56.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 57.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 58.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 59.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 65.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 66.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 69.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 70.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 71.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 72.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 73.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 110.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 119.
- ^ Nietzsche, a.g.e., ss. 120-121.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 121.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 125.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 126.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 127.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 132.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 133.
- ^ a b Nietzsche, a.g.e., s. 136.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 171.
- ^ a b c d Keskin, https://www.cafrande.org/michel-foucaultda-etik-ve-jeneoloji-soy-bilimi-kavramlari-ferda-keskin/ 12 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde ., 19.04.2018
- ^ Michel Foucault, “Nietzsche, Soybilim, Tarih”, Seçme Yazılar 5: Felsefe Sahnesi, Ferda Keskin (Ed.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2. Baskı, 2011, s. 230.
- ^ a b c d Foucault, a.g.e., s. 231.
- ^ Foucault, a.g.e., s. 232.
- ^ Foucault, a.g.e., s. 233.
- ^ a b c Foucault, a.g.e., s. 235.
- ^ Foucault, a.g.e., s. 236.
- ^ Foucault, a.g.e., s. 237.
- ^ a b c Foucault, a.g.e., s. 238.
- ^ Foucault, a.g.e., s. 240.
- ^ a b c Foucault, a.g.e., s. 241.
- ^ Foucault, a.g.e., s. 242.
- ^ a b Foucault, a.g.e., s. 243.
- ^ Foucault, a.g.e., s. 249.
- ^ Foucault, a.g.e., s. 253.
- ^ Dermot Moran, Introduction to Phenomenology, New York and London: Rotledge Press, 2000, s. 451.
- ^ Rodolphe Gasche, The Tain of the Mirror: Derrida and the Philisophy of Reflection, USA: Harvard University Press, 5. Baskı, 1997, s. 109.
- ^ Gasche, a.g.e., s. 110.
- ^ Gasche, a.g.e., s. 111.
- ^ a b Gasche, a.g.e., s. 112.
- ^ Simon Glendinning, On Being with Others, London and New York: Routledge University Press, 1998, s. 77.
- ^ Gasche, a.g.e., s. 114.
- ^ Jacques Derrida, “Japon Bir Dosta Mektup”, çev. Medar Atıcı ve Mehveş Omay, Toplumbilim: Jacques Derrida Özel Sayısı, Sayı 10, İstanbul: Bağlam Yayınları, 1999, s. 185.
- ^ Taner Timur, Felsefi İzlenimler, Ankara: İmge Kitabevi, 2005, s. 143.
- ^ Gasche, a.g.e., s. 119.
- ^ Derrida, a.g.e., s. 186.
- ^ Jacques Derrida, Of Grammatology, çev. Gayatri Chakravorty Spivak, London: The Johns Hopkins University Press, 1976. s. 60.
- ^ Jacques Derrida, Memories for Paul de Man, çev. Cecile Lindsay vd., New York: Colombia University Press, 1989, s. 123.
- ^ a b Gasche, a.g.e., s. 122.
- ^ Moran, a.g.e., s. 448.
- ^ Derrida, Of Grammatology, s. 10.
- ^ Paul Lagasse, “Deconstruction”, The Columbia Encyclopedia, New York: Columbia University Press, 2004, s. 13123.
- ^ Jacques Derrida, Sur Parole, Paris, L’Aube, 1999, s. 21 aktaran; Timur, a.g.e., s. 159.
- ^ Jacques Derrida, “Platon’un Eczanesi”, çev. Zeynep Direk, Toplumbilim: Jacques Derrida Özel Sayısı, Sayı 10, İstanbul, 1999, s. 64.
- ^ Derrida, a.g.e., s. 63.
- ^ Derrida, a.g.e., s. 79.
- ^ Niall Lucy, Derrida Sözlüğü, çev. Sabri Gürses, Ankara: Bilgesu Yayınları, 2013, ss. 136-137.
- ^ Derrida, a.g.e., s. 72.
- ^ Jacques Derrida, “Afterword: Toward an Ethics of Discussion”, Limited Inc, ed. Gerald Graff, Evanston: Northwestern University Press, 2000, s. 136.
- ^ Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi, 2017, s. 309.
wikipedia, wiki, viki, vikipedia, oku, kitap, kütüphane, kütübhane, ara, ara bul, bul, herşey, ne arasanız burada,hikayeler, makale, kitaplar, öğren, wiki, bilgi, tarih, yukle, izle, telefon için, turk, türk, türkçe, turkce, nasıl yapılır, ne demek, nasıl, yapmak, yapılır, indir, ücretsiz, ücretsiz indir, bedava, bedava indir, mp3, video, mp4, 3gp, jpg, jpeg, gif, png, resim, müzik, şarkı, film, film, oyun, oyunlar, mobil, cep telefonu, telefon, android, ios, apple, samsung, iphone, xiomi, xiaomi, redmi, honor, oppo, nokia, sonya, mi, pc, web, computer, bilgisayar
Bu madde Vikipedi bicem el kitabina uygun degildir Maddeyi Vikipedi standartlarina uygun bicimde duzenleyerek Vikipedi ye katkida bulunabilirsiniz Gerekli duzenleme yapilmadan bu sablon kaldirilmamalidir Haziran 2018 Soykutugu ya da soy kutugu sosyal bilimlerde kullanilan tarihsel bir yontemdir Friedrich Nietzsche ve Michel Foucault tarafindan kullanilan bir yontemdir Turk Dil Kurumu nun Buyuk Turkce Sozlugu ne gore soykutugunun iki anlami vardir Ilki dunyaca taninmis ve veya Turkiye de mahalli olarak gelistirilmis irklarin ozelliklerini gosteren irk ozelliklerinin ve verim duzeylerinin iyilestirilmesi amaciyla teknik acidan genetik ozelliklerini belirlenerek irkiyla ilgili uretim ve seleksiyon etkinliklerini yonlendirmek ve bu sayede ekonomik degerlendirmeyi yapabilmek icin olusturulan bir sistem dir Ikincisi ise genetik bir hastaligin incelenmesi ve degerlendirilmesinde yararli olan uluslararasi kabul edilen standart sembolleri kullanarak aile bireylerinin hastalik gostermesi hastalik nedeniyle olumleri dusukler evlilikleri akrabalarinda hastaligin tekrar durumlari gibi bilgileri iceren sematik gosterimi pedigri anlamindadir Ancak kavram soy bilim olarak da adlandirilmaktadir Soy bilim tarihte ailelerin soylarin kokenlerini atalardan torunlara dek siralanislarini ve akrabalik iliskilerini inceleyen bilim dalidir Ingilizcede genealogy kavramina karsilik gelmektedir Ingilizce kelimenin sonundaki logy kelimesinden dolayi kavramin soy bilim olarak degerlendirilmesi daha dogrudur Aksi takdirde kutuk kelimesi bilim kelimesini tam anlamiyla karsilayamamaktadir Ayrica soykutugu kelimesi soyagaci anlamina da gelmekte olup farkli kavramlari cagristirmaktadir Soy bilim kavrami felsefede bir kavrami icinde bulundugumuz zamana gore present ele alan tarihsel bir yontem olarak degerlendirilebilir Bu baglamdaki kullanim Friedrich Nietzsche ile baslamistir Nietzsche ve ahlakin soykutuguNietzsche Ahlakin Soykutugu kitabinda ahlaksal onyargilarimizin kokenini sorgulama gayesindedir Nietzsche nin meraki ve suphesi iyi ve kotumuzun kaynaginin aslinda neresi oldugu sorusudur Nietzsche iyi ve kotunun kaynagini dusunurken can alici bir soru sormaktadir insanoglu hangi kosullar altinda yaratmisti bu iyi ve kotu deger yargilarini Nietzsche bu kitabinda esas olarak Hristiyan ahlakinin olusumuna odaklanmaktadir Nietzsche ye gore Hristiyan ahlaki tarihsel surec icerisinde tek bir merkezden Hz Isa nin hayati beslenen bir ahlak yapisi degildir Farkli olaylarin gelisimi ve bu gelisim esnasindaki olaylarin kesisimi sonucu ortaya cikmaktadir Ahlak in Soykutugu kitabindaki bolumler bu kesismelere tekabul etmektedir Ornegin Hristiyan ahlaki iyi ve kotu kavramlari bellek olusumu borclu ve alacakli iliskisi cileci idealler cileci rahip ve gecmise koru korune baglilik gibi olaylarin kesisiminin bir sonucudur Bu kesisimlerde farkli gucler birbirleriyle bir mucadele icerisine girmektedir ve olusan catisma sonucunda bir cikis noktasi meydana gelmektedir Ancak baskin guc diger gucleri yok etmemektedir Ornegin Hristiyan ahlakini ve Hristiyanliktaki mezhepleri Katolik Ortodoks Protestan vb bu sekilde degerlendirmek mumkundur Nihayetinde bunlar Hz Isa nin farkli yorum sekilleridir Burada da farkli yorumlarin catismasi soz konusudur Nietzsche Hristiyan ahlakini irdelemesini uc bolumden olusan Ahlakin Soykutugu kitabinda yapmaktadir Kavrami daha anlasilir kilabilmek ve bir soy bilim calismasini gozlemleyebilmek icin kisaca kitaptaki onemli konulara deginmek ele almak sarttir Nietzsche ilk olarak ahlak soykutukculeri olarak adlandirdigi Ingiliz psikologlarinin ahlakin kokenine dair goruslerini elestirmektedir Nietzsche ye gore Ingiliz psikologlarinin ahlak soykutugulerinin acemiligi daha en basinda iyi kavraminin ve yargisinin kokenini belirlemeleri sirasinda aciga cikmaktadir Nietzsche Ingiliz psikologlarinin iyi kavramini nasil turettiklerini su sozlerle elestirmektedir Bencil olmayan eylemler diye buyuruyorlar ilkin eylemin yoneltildigi yani eylemin yarar sagladigi kisiler tarafindan ovulup iyi olarak tanimlanmistir sonradan ovgunun bu kokeni unutulmus ve bencil olmayan eylemler aliskanlik geregi hep iyi diye ovulmus olduklarindan iyi olarak algilanmistir sanki tek baslarina iyi seylermis gibi Nietzsche ye gore iyi yargisi eyleme maruz kalan asagi adi ruhlu bayagi ve avam dan degil eylemi gerceklestiren asil guclu ustun ve yuce gonullu olanlardan kaynaklanmistir Cunku kendilerini asil guclu ustun ve yuce gonullu olarak tanimlayan efendiler ve aristokratlar eylemlerden once kendilerini bizatihi iyi olarak gormektedirler Bu sebepten dolayi iyiye karar verme yetkisinin de kendi bunyelerinde olduklarini dusunmektedirler Bunun bir diger sonucu da efendilerden baskasinin iyinin ne olduguna karar veremeyecegi dusuncesidir Nietzsche ye gore iyi bencil olmayanla iliskili olmayip suru icgudusu ile ilgilidir Efendiler degerleri uretmenin yaninda kendilerini hukmeden guclu zengin dogrucu olan gibi ustunluk belirtici kavramlarla kendilerini tanimlarlar Bunun bir sonucu olarak da ahlaki anlamda iyi olani tanimlarken efendilere has dogrucu asil ustun gibi kavramlara basvurulmaktadir Nietzsche bazi kelimelerin etimolojik kokenini irdeleyerek bu savini kanitlamaya calismaktadir Nietzsche deger yaratan sovalye aristokrasisinin karsisinda ruhban sinifinin oldugunu belirtmektedir Ancak ruhban sinifini olusturan rahipler aristokrasi ile dogrudan bir catismaya girmemektedir Nietzsche ye gore rahipler en buyuk kincilerdir ve rahip kininin akli yaninda baska hicbir aklin sozu edilemez Bu baglamda Nietzsche Yahudileri de en akilli oc alma edimi yoluyla intikam almayi bilmis ruhban halk olarak nitelendirmektedir Nietzsche Yahudilerin yaptigini su sozlerle ifade etmektedir Yahudiler olmustur aristokratik degerler esitligini iyi asil iktidar sahibi guzel mutlu tanrilarin sevdigi urkutucu bir tutarlilikla tersine cevirmeye curet edenler ve bu ters cevrilmislige dipsiz bir kinin aczin kininin disleriyle asilanlar yani zavallilardir yalnizca iyi olanlar yoksul gucsuz asagi olanlardir yalnizca iyi olanlar aci cekenler yoksunluk icindekiler hastalar cirkinlerdir tek imanlilar tek cennetlikler sadece onlar kavusurlar rahmete oysa sizler siz asiller ve kudretliler sizler sonsuza dek kotu zalim sehvetli acgozlu tanrisiz olanlarsiniz sonsuza dek de hayir gormeyenler lanetlenenler ve kahrolanlar olacaksiniz Bu tersine cevirme kole baskaldirisi olarak nitelendirilmektedir Nietzsche ye gore bu kole baskaldirisi basarili oldugu icin kendi ahlakini uretmeye baslamistir Nietzsche ye gore ahlakta kole baskaldirisi hincin yaratici hale gelmesi ve degerler uretmesiyle baslar Bu gercek tepkiden eylem tepkisinden yoksun olan ve kendilerini yalnizca kurmaca bir oc yoluyla zarardan koruyan yaratiklarin hincidir Nietzsche ahlakin bir olumlama ile basladigini ancak kole ahlakinin kendinden olmayani olumsuzlama ile ahlak urettigini ve bu olumsuzlamanin kole ahlakinin yaratici edimi oldugunu belirtmektedir Efendiler ahlak olustururken baskasina degil de kendilerine bakarak ve kendilerinin bir olumlamasiyla ahlak uretirler Ancak koleler kendilerinin disindakilere yani bir bakima efendilere bakarak onlarin sahip olduklari ozellikleri kotu olarak nitelendirip yani olumsuzlayip kendi iyilerini uretmenin pesindedirler Nietzsche nin yaratici edim ifadesi burada anlam bulmaktadir Cunku koleler bu olumsuzlama ile kendi iyilerini olusturmaya baslamaktadirlar Diger bir taraftan bakildiginda ise koleler efendilerin sahip oldugu ozellikleri kotu olarak nitelendirip kendilerinde olan degerleri iyi olarak tanimlamaktadirlar Nietzsche Roma ve Yahudilerin iyi ve kotuyu tanimlamak icin devamli bir savasim halinde olduklarini belirtmektedir Nietzsche ye gore Roma Yahudiye ye karsi Yahudiye Roma ya karsidir Bu savasimdan bu sorustan bu amansiz celiskiden daha buyuk bir olay olmamistir simdiye dek Roma Yahudi de dogaya aykiriligin ta kendisini adeta kendi ziddi olan bir canavari duyumsuyordu Roma da Yahudi insan soyuna nefret beslemek sucundan hukum giymis olarak gorulurdu Nietzsche ye gore Yahudiye hinci Ronesans ile birlikte sekteye ugramis Reform ile birlikte tekrar hinc hareketi ve bunun zorunlu sonucu olarak kilise yeniden kurulmus ve son olarak Fransiz Devrimi ile Yahudiye daha can alici ve derin bir zafer kazanmistir Daha sonra Nietzsche bellek ve unutkanlik uzerinde durmaktadir Ona gore unutkanlik yuzeysel olanlarin sandigi gibi basit bir vis inertiae atalet degildir Etkin ve kelimenin tam anlamiyla da pozitif bir engelleme yetisidir daha ziyade Nietzsche insanin unutkanlik sayesinde neseli mutlu umutlu vb olabildigini belirtmektedir Insan vaatte bulunulmasi zorunlu durumlarda unutkanligi engelleyebilmek icin bellek gelistirmistir Bellek sayesinde insan zorunlu olandan rastlantisal olani ayirmayi nedensel dusunmeyi neyin amac neyin arac oldugunu sasmaz bir bicimde saptamayi ozetle hesap etmeyi olcup bicmeyi ogrenmistir Bellek sayesinde insan vaatte bulunabilmektedir Cunku rasyonel olarak bellegi sayesinde sozlerini hatirlayacak konuma gelmistir Nietzsche insanin bu kuralliligini ve hesaplanabilirligini gorenek ahlaki olarak tanimlamaktadir Insan bellek sahibi oldugunda ise unutkanligini engelledigi ve soz verebildigi icin kendisini bunu yapamayanlardan ustun goremeye baslamaktadir Nietzsche ye gore bir seyin bellekte yer etmesi icin o sey bellege daglanir yalnizca acisi dinmeyen sey bellekte yer eder Nietzsche bu dusuncesini su sekilde orneklendirmektedir Insanin kendine bir bellek olusturmayi gerekli gormus oldugu hicbir seferde kan iskence kurban eksik olmamistir en tuyler urpertici kurbanlar ve kefaletler ilk dogan cocugun kurban edilmesi de buraya girer en igrenc sakatlamalar ornegin igdis etme tum dini kultlerin en zalimce torenleri kaldi ki tum dinler en temelde birer zalimlik dizgesidirler butun bunlar bellek gelistirmenin en etkin yolunun aci oldugunu sezinlemis olan o icgududen kaynaklanir Tum cilecilik ogretisi de bir anlamda buraya dahildir Bellek olusumu Bellek olusturmanin en etkili yontemi olarak ceza yasalari gorulebilir Ceza yasalarinin katiligi insanligin unutkanligi yenmek ve toplumsal yasamin birkac ilkel geregini bu anlik duygu ve ihtiras kolesinin kafasinda canli tutabilmek icin ne denli caba harcamis oldugunun bir olcutudur Nietzsche Almanlarin olusturdugu kati ve aci verici cezalarla kendilerine bir bellek olusturduklarini ve bu sayede toplumsal duzeni kurduklarini belirtmektedir Nietzsche suc kavramini ele alirken ahlak soykutukculerinin uc karislik ve kendilerine has bilgileriyle sucun kokenine inemeyeceklerini belirtmektedir Bu ahlak soykutukculeri ahlakin temel bir kavrami olan Schuld un suc cok maddi bir kavram olan Schulden borc kavramindan kaynaklanmis oldugunu hayallerinden dahi gecirmisler midir ornegin Nietzsche ceza ile suc arasindaki iliskinin suclu olanin cezalandirilmasi gerektigi dusuncesinden kaynaklanmadigini zarara ugramisligin ofkesini zarari verenden cikarmak icin cezalandirildiklarini ifade etmektedir Nietzsche ye gore zarar ile aci arasindaki iliski alacakli ve borclu arasindaki gecmisi hak sahibi kavraminin gecmisi kadar eski olan ve koku de alim satimin takasin alisverisin temel bicimlerine dayanan sozlesme iliskisinden kaynaklanmaktadir Borclu ve alacakli iliskisinde borclu verdigi sozu yerine getirmedigi ve borcunu odemedigi takdirde alacakli borclunun bedeni uzerinde tasarruf hakkini elde etmekteydi Ornegin alacakli borcuna karsilik borclunun bedeninden bir parca kesebilirdi Nietzsche ye gore alacaklinin alacagi karsisinda esdeger bir sekilde hareket edilmesi gerekirken burada tatmin duygusu on plana cikmaktadir Burada alacaklinin borcluya verdigi acidan dolayi zevk almasi ve kendisini efendi gibi hissetmesi soz konusudur Borclu ve alacakli iliskisinin bir diger sonucu ise alacaklinin alacaginin bedelini kendisinin belirlemesidir Nietzsche borclu ve alacaklinin bedel belirlemesi konusunda ilk kez bir kisinin bir baska kisi karsisina ciktigini ve boy olcustugunu ifade etmektedir Bedel belirleme insanin digerlerinden ustun olma duygusunu daha da pekistirmistir Bedel belirme iliskisi adaletin en ilkel formu olan her nesnenin bir bedeli vardir her sey geri odenebilir dusuncesini de olusturmaktadir Aslinda bu asamada tazminat yoluyla anlasmak icin gosterilen iyi niyettir Nietzsche adaletin tepkisel nitelikte olmadigini tepkisel olanin hinc sonucu olusan intikam duygusu oldugunu belirtmektedir Kendisine zarar verene karsi adil olabilmek ise en ust ustalik ve yetkinlik ornegidir Nietzsche ye gore hukuk tam da tepkisel duygulara karsi bir savasimi kuvvetlerinin bir kismini tepkisel tutkunun taskinliklarini dizginlemek ve bir uzlasima zorlamak icin kullanmis olan etkin ve saldirgan guclerin bu duygulara karsi ustlendigi savasi temsil eder Nietzsche cezanin kokeninin ve amacinin farkli oldugunu ileri surmektedir Bu konuda da ahlak soykutukculerini elestirmektedir onlar arayip tarayip bir amac buluyorlar cezada sozgelimi oc ya da caydirma sonra saf saf bu amaci cezanin causa fiendi si asil neden baslangica oturtuyorlar ve mesele halloluyor Nietzsche ye gore bir seyin olusum nedeniyle son kertede onun kullanim nedeni tamamiyla birbirinden ayri seylerdir Cunku kavramlar ve kullanimlari tarihsel kosullar icerisinde degisim gostermektedir Bu bakimdan ceza kavrami da bu degisimden bagimsiz dusunulemez Nietzsche Schopenhauer dan yola cikarak filozoflar icin cileciligin anlamini sorgulamaktadir Ona gore filozof icin onemli olan kendisidir cilecilik sadece bir aractir Nietzsche cileci idealin uc buyuk slogani olarak yoksulluga alcakgonulluluge ve iffete vurgu yapmaktadir Nietzsche bu uc ozelligin filozoflarda goruldugunu belirtmistir Filozof filozof olabilmek icin cileci ideali temsil edebilmek onu temsil edebilmek icin ise ona inanmak zorunda kalmistir Nietzsche icin asil onemli olan cileci rahiplerdir Cunku cileci rahipler cileci idealleri var olmanin yegane yolu olarak gormektedirler Cileci rahip yasami girilmis ama artik nerede baslamissa oraya dek geri kat edilmesi gereken bir yanlis yol olarak ele alir Bu durumda yasam cileciligin vazgecilmez bir yeri durumundadir Baska bir sekilde ifade etmek gerekirse cileci rahip yasam dusmanidir Diger yandan cileci rahip yasam icinde var olabilmek icin cileye sarilmaktadir Hem yasama dusmanken hem de yasamda var olabilmek icin cileye sarilmak bir celiskidir Cileci rahip ete kemige burunmus baska turlu olma baska yerde olma arzusudur Bu arzu cileci rahibi nasipsizlerin sikkinlarin talihsizlerin kazazedelerin surusunun cobani konumuna yukseltmektedir Cileci rahip bu suruyu gucsuzlugunu guce donusturmek icin kullanmaktadir Saglikli insanlar icin en buyuk tehlike hastalardir Toplumdaki hastalar ise en basindan kazaya ugramis olanlar ezilmisler yikilmislardir Bu kisiler yasami en cok baltalayanlardir Cileci rahip hastalari sagliklilara karsi bir savasa suruklemektedir Ayni zamanda rahip hincin yon degistiricisidir Rahip hincin suru duzenini bozmamasi icin hinci bireylerin kendilerine yoneltebilmektedir Bu sekilde bireyler icsel olarak devamli bir istirap halinde olmaktadir Nietzsche cileci rahibin hastanin hincini yonlendirmesini su sozlerle ifade etmektedir sen kedinsin yalnizca kendinin suclusu Nietzsche ye gore cileci rahip bir doktor gibi gorulmemelidir Cunku cileci rahip aci cekmenin hosnutsuzlugu ile savasir aci cekmenin nedeni ile degil Yani cileci rahip avutuculuk rolunu ustlenmektedir Nietzsche insanin uzerine cokmus olan lanetin aci cekmek degil de aci cekmenin anlamsizligi oldugu belirtmektedir Cileci ideal ise insana aci cekmenin bir anlamini sunmustur Bu anlam sayesinde insan kurtarildigina inanmistir Son olarak Nietzsche insanlarin atalarina saygi olarak yaptigi kurban etmelere uzerinde durmaktadir Insanlarin icinde bulunduklari devletler ne kadar gelisirse kurbanlar da o derece artmaktadir Boylece gecmisi daima yuceltme sorunu meydana gelmektedir Nietzsche bu kitabinda soy bilim calismasinin guzel bir ornegini sunmaktadir Nietzsche nin burada yaptigi analiz edilirse soy bilime yonelik de ipuclarina ulasilabilir Nietzsche tarihte olaylarin ve kavramlarin olusumun nedenlerini mevcut kullanimdan farkli bir baglama oturtmaktadir Bunun nedeni ise yogunlasma noktalari olarak da tanimlanabilecek kesisim noktalarini analiz etmesidir Yogunlasma noktalarinda kavramlar ve olaylar daha farkli kavramlar ve olaylarla bir etkilesim icine girmektedir Bu etkilesim sonucunda kavramlar ve olaylar birbirlerinden etkilenerek farkli seyirlerde devam etmektedir Borclu ve alacakli iliskisinde bunun guzel bir ornegini sunmaktadir Ayni sekilde Nietzsche birbirinin nedeni oldugu seylerin aslinda birbiriyle ilgisinin olmadigini da gostermektedir Michel Foucault Nietzsche den etkilenip kendisinin de kullandigi soy bilim uzerine calismalar yapmis ve orada Nietzsche nin kitabini da irdelemistir Genel hatlariyla Nietzsche nin argumanlarindan sonra Foucault a deginmek ve soy bilim yontemini ele almak gerekmektedir Michel Foucault ve soy bilimKimi akademisyenler Michel Foucault in eserlerini uc doneme ayirmaktadir Ilk donem eserlerini arkeolojik ikinci donem eserlerini soy bilimsel ve ucuncu donem eserlerini de etiksel olarak degerlendirmektedirler Ancak Foucault in eserlerini bir butun olarak da degerlendirilmesini savunan akademisyenler de vardir Ornegin bu akademisyenlere gore arkeolojik yontem ile soy bilimsel yontem birbirini tamamlayan seylerdir Foucault arkeolojik yontemde soylem analizi yaparken soy bilimsel yontemde kurumlar ve bu kurumlarda gecen iktidar iliskilerinin analizini yapmaktadir Foucault Nietzsche Soybilim Tarih isimli calismasinda soy bilim kavrami uzerinde durmaktadir Foucault a gore soy bilim gridir kili kirk yarar ve sabirla belgeler Karmakarisik silinmis ustu karalanmis defalarca yeniden yazilmis parsomenler uzerinde calisir Foucault gri derken soy bilimin ne tamamen acik secik gorulebilen ne de tamamen kapali anlasilmayan bir yapisinin oldugunu vurgulamaktadir Ayni zamanda parsomenler uzerinde calisir derken tarihte yazili metinler uzerinde yazilmis belgelere vurgu yapmaktadir Zira bu parsomenler de soy bilimin ana nesnesi olmakta olup bittikleri anda soy bilim arastirmasi da zorunlu olarak sona ermektedir Soy bilim bilgide titizlik gerektirir cok sayida malzemenin yigilmasini sabir gerektirir Soy bilim felsefenin kibirli ve derin gorusunun bilginin kostebek bakisina karsit olmasi gibi tarihe karsit degildir tersine o ideal anlamlara ve erekselliklerin tarih otesi acilimina karsittir Koken arayisina karsittir Foucault a gore Nietzsche Ursprung koken kelimesinin iki kullanimina basvurmaktadir Nietzsche Ursprung kelimesinin yerine Entstehung meydana gelme ortaya cikma yukselis Herkunft soy Abkunft mense Geburt dogum kelimelerini donusumlu olarak kullanmaktadir Ancak Nietzsche Ahlakin Soykutugu nde Herkunft ile Ursprung kelimelerini ayni anlamda kullanmaktadir Soy bilimci cikis noktasi olarak bir koken arayisindan vazgecmelidir Cunku koken nihayetinde metafizik dusuncenin bir yansimasidir Oysa Foucault a gore soy bilimci metafizige inanmak yerine tarihe basvurmalidir Ancak bu sayede seylerin ardinda cok baska bir seyin var oldugunu onlarin ozsel ve tarihsiz sirlarini degil ozsuz olduklari sirrini ya da onlara yabanci olan figurlerden yola cikarak ozlerinin parca parca insa edilmis oldugu sirrini ogrenir Bu bakimdan soy bilimci arastirmasini titizlikle yurutmeli ve rastlantilari goz ardi etmemelidir Foucault a gore Entstehung olusum ya da Herkunft soy gibi terimler soy bilime ozgu nesneyi Ursprung tan koken daha iyi ifade eder Herkunft soy ve mense anlamina gelmenin yani sira bir gruba ait olma anlamina da gelmektedir Bir gruba aidiyet ise toplumsalligi beraberinde getirmektedir Soy bilim tarihte gerilere giderek bir seyin menseini bulma ve bu mensein gunumuzde yasayip yasamadigi sonucuna ulasma amacinda degildir Zira menseden Erbschaft miras kalan seyler kazanim degildir Nietzsche nin Ahlakin Soykutugu nun son bolumunde gecmise yonelik kurban etmeler ve bunun artarak devam etmesi ornek olarak verilebilir Ayni zamanda mense beden ile yakindan ilgilidir Beden ve bedene ait olan her sey beslenme iklim toprak Herkunft un yeridir Beden uzerinde gecmis olaylarin izi bulunur Bu bakimdan soy bilim tipki mense analizi gibi bedenin ve tarihin eklemlendigi yerdedir Entstehung olaylarin zuhur etme noktasini belirtmektedir Bu ortaya cikma ise birtakim tahakkum iliskileri sonucu meydana gelmektedir Mense bir icgudunun niteligini derecesini ya da zayifligini bir bedende biraktigi isareti belirtirken zuhur edis bir karsilasma yerini belirtir Bu karsilasmalar ve tahakkum iliskilerinin carpismasi kurallar sayesinde olmaktadir Ancak belirtilmelidir ki kurallar belirli bir gruba veya kisiye hizmet etmek icin olusturulmuslardir Yorumlar sayesinde ise bu kurallara belirli bir yon verilebilmektedir ve bu bakimdan insanligin olusumu bir dizi yorumdan ibarettir Soy bilim ise bu yorumlarin bir tarihi olmalidir Farkli yorumlarin zuhur edisi olarak ahlaklarin tarihi ideallerin metafizik kavramlarin tarihi ozgurluk kavraminin ya da cileci yasamin tarihi Soz konusu olan bunlari prosedurler sahnesindeki olaylar olarak ortaya cikarmaktadir Soy bilimde tarihe geleneksel anlamindan farkli yaklasilmaktadir Nietzsche de zaman zaman wirkliche Historie gercek tarih kavramini soy bilim yerine kullanmaktadir Cunku geleneksel tarih anlayisindan tarih ustu bir bakis acisi soz konusudur Bu tarih ustu bakis acisi metafizigi de beraberinde getirmektedir O zaman sorgulanamaz inanclar ve kavramlar ortaya cikmaktadir Ancak tarih yaklasimi bu sorgulanamaz bakis acisindan uzaklastigi olcude soy bilimin icin elverisli bir arac olacaktir Gercek effective tarihi tarihcilerin tarihinden ayiran sey hicbir sabite dayanmiyor olmasidir Bu sayede sik sik basvurulan ve tarihin surekliligini dile getiren sistemleri parcalamak mumkun hale gelmektedir Wirkliche Historie olayin ortaya cikisi ile surekli zorunluluk arasinda alisildik uzere kurulan iliskiyi tersine cevirir Bu sayede tarihin soy bilimi mumkun hale gelmektedir Foucault tarih kavraminin Platoncu oldugu elestirerek tarih duyusunun uc kullanimi uzerinde durmaktadir Ilki gercekligin parodik ve tahripkar kullanimidir animsama ya da tanima olarak tarih temasina karsittir ikincisi sureklilik ya da gelenek tarihinin karsiti olan ozdesligi ayristirici ve tahrip edici kullanimidir ucuncu ise bilgi tarihe karsit olarak hakikatin kurban edici ve tahrip edici kullanimidir Nietzsche ilk kullanima basvurarak tarihin parodisini yapmaktadir Ikinci kullanimda geleneksel tarihin bir yapi bozuma ugratilmasi soz konusudur Ucuncu kullanimda ise bilgi oznesinin yok edilmesiyle yeni hakikatlerin uretilmesi soz konusudur Nietzsche de soy bilim acisindan su uc kullanim one cikmaktadir anitlarin yuceltilmesi parodi halini alir eski caglara saygi sistematik cozulme halini alir insanin gunumuzde sahip oldugu hakikat araciligiyla gecmisin adaletsizliklerinin elestirisi bilme istencine ozgu adaletsizlik yoluyla bilgi oznesinin imhasi halini alir Foucault Deliligin Tarihi Klinigin Dogusu ve Hapishanenin Dogusu eserlerinde ele aldigi kurumlarin sirasiyla timarhaneler klinikler ve hapishaneler tarihsel analizini yapmaktadir Bu kurumlar gecmisten gunumuze kadar devamli var olagelmis kurumlar gibi durmaktadir Ancak Foucault bu kurumlari incelerken tarihteki kirilma ve kesisim noktalarina deginmektedir Dolayisiyla Foucault tarihi duz bir cizgide devam eden ilerlemeci bir yaklasimla ele almamaktadir Soy bilimde dikkat edilmesi gereken bir nokta kavramlarin tarihte bir cikis noktasindan gunumuze olan seyrini izlemek degil gunumuzden simdiden present gecmis tarihe gitmektir Geleneksel tarih anlayisi Platoncu bir yaklasimla gecmisten gunumuze dogru bir ilerleme cizgisi icerisinde kavramlari ele almaktadir Oysa soy bilimde bunun tam tersi gecerlidir Gunumuzden baslayip gecmise giderken kavramin diger kavramlarla olusan kesisim noktalarina denk gelinecektir ve bu kesisim noktalarindaki diger kavramlarla birlikte inceleme daha da dallanip budaklanacaktir Ferda Keskin soyle yazar Bir noktada durma noktasinda kaliniyorsa Foucault a gore bunun sebebi elimizde artik tarihsel bilginin olmamasi Bu bakimdan dusunulecek olursa Nietzsche nin Foucault ve Deleuze gibi postyapisalcilarin Hegel in diyalektigine neden karsi olduklari da ortaya cikmaktadir Cunku Hegel in diyalektigi tarihsel acidan ilerlemeci bir bakis acisina sahipken soy bilim yontemi bunu reddetmektedir Cunku soy bilimi benimseyenlere gore tarihsel gelisimin bir mantigi olmayip tesaduf ve guc iliskileri onemlidir Tarihin yaninda Foucault a one cikan bir baska husus ise soy bilim ile birlikte kavramlarin parcalara ayrilmasi yani bir bakima yapi bozumunun gerceklestirilmesidir Cunku gunumuzden gecmise giderken kavramlarin kesisim noktalarinda baska kavramlarla karsilasmalari sonucu kazandiklari ve kaybettikleri ozellikler tespit edilmeye calisilmaktadir Jacques Derrida ve yapi bozumJacques Derrida 1967 yilinda yayinladigi Gramatoloji Konusma ve Goruntu ve Yazi ve Fark isimli kitaplariyla yapi bozum olarak isimlendirdigi teknigini tanitmistir Genel olarak ifade etmek gerekirse Derrida Bati metafizigine karsi bir elestiriye girismistir Daha once ise bu elestirinin farkli halleri Nietzsche ve Martin Heidegger de gorulmektedir Yukarida Nietzsche nin soy bilim eksenindeki elestirileri ayrintili olarak incelenmisti Heidegger ise Varlik meselesi uzerine odaklanmistir Heidegger e gore Varligin ilk haline ulasabilmek icin mevcut metafizik dusunce tarzindan kurtulmak gerekmektedir Bu dusunme tarzi ise Heidegger in kullandigi kavram destruksiyon destruktion sayesinde mumkun olacaktir Cunku destruksiyon felsefi mirasa ulasabilmenin yegane araci konumdadir Derrida ozellikle Heidegger den oldukca etkilenmistir Husserl destruksiyon ile benzer anlamda Deneyim ve Yargi Experience and Judgement eserinde abbau sokmek kavramini kullanmistir Husserl abbau ile kavramlarin gizli kaynaklarindaki bir kirilma noktasini kesfetmeyi amaclamistir Baska bir deyisle Husserl tarihin orijinal tarihsel onculleri olarak islev goreceklerse esas olarak gizli kalmasi gereken kokenlere geri gitme amacinda olmustur Abbau kisaca kavramlarin kokenlerine inmek icin basvurulan bir yontemdir Heidegger Varlik ve Zaman eserinde destruksiyon destruktion kavramini elestirel sokme kritischer Abbau olarak ele almistir Destruksiyon sadece bilimin egemen oldugu geleneksel guclere degil ayni zamanda antikiteden beri felsefi gelenegin tumune saldirmaktadir Destruksiyon ve abbau yikmak ve yok etmek anlaminda kullanilmayip incelenen seyin nasil meydana geldigini anlayabilmek icin parcalara ayrilmasi anlamina gelmektedir Destruksiyon felsefede Varlik sorununun indirgemeci insasinin imhasi icin zorunludur Bu acidan bakilacak olursa Heidegger Bati metafiziginin ve Varligin ilk kullanilma amaclarina ulasmak istemistir Derrida cok etkilendigi Heidegger in izinde Bati logosuna yani en ust duzeyde rasyonalite biciminde algilanan Bati metafizigine savas acmisti Ona gore Batili insan yanilgilar icinde yasiyordu Bu yanilgilarin kaynagini ise Bati felsefesinin kelimelere yukledigi metafiziksel anlam olusturmaktadir Derrida ya gore bircok filozof felsefelerini olustururken metafiziksel anlamlar yuklu olan kavramlari kullanmislardir Derrida bu basmakalipliktan kurtulmak icin yapi bozuma basvurmustur Derrida Husserl in ve Heidegger in kullanmis oldugu abbau ve destruksiyon kavramlarinin yerine deconstruction yapibozum kavramina basvurmustur Fakat belirtmek gerekir ki Derrida nin yapi bozumu abbau ve destruksiyondan farklidir Derrida Husserl in fenomenolojik indirgemeciligini elestirirken Heidegger in metafizigin destruksiyonunu metafizik icinde yapmasindan dolayi metafizigin ilkelerini daha aciklayici kildigi icin elestirmektedir Derrida yapibozum kavramini yikmak ve yok etmek anlaminda kullanmayip bahse konu olan kavramin nasil kullanildigini anlamak ve onu yeniden yapilandirmak icin kullanmistir Yapi bozumla yapilmak istenen kavramlarin mevcut kullanimlarindaki anlamlarin gecmise dogru izini surmektir Yani kavramlarin temeline gidip kullanimlarini ogrenmektir Bu bakimdan olsa gerektir ki Derrida icin her metin kendi kendisini yapibozuma ugratmaktadir Yapi bozum bir bakima metot olarak nitelendirilmektedir Antik Yunan dan baslayip Hegel ile zirveye ulasan diyalektik Bati felsefesinde ana metot olarak gorulmustur Boylece metot hakikat arayisi olmaktan ote hakikatin kendisi konumunda olmustur Yapi bozum ise yeni bir metot olarak diyalektigin karsisina cikmistir Cunku Derrida yapi bozumun Hegelci diyalektigin urettigi felsefi bilginin otesinde oldugunu belirtmistir Yani yapibozum bilgiyi ureten metodun da yapi bozumunu icermektedir Derrida ya gore Bati felsefesinin temeli soz merkezcilige logocentrism dayanmaktadir Cunku felsefe de akli yani logosu baska bir deyisle rasyonaliteyi mutlak olarak addedip merkeze alan bir anlayis benimsemektedir Hatta Derrida Sokrates ten itibaren felsefenin soz merkezcilik ekseninde gelistigini belirtmektedir Soz merkezcilik ise erkek kadin ve varlik yokluk gibi zitliklar ikili karsitliklar binary opposition uzerine insa edilmistir Bu karsitliklarda ise bir hiyerarsi soz konusudur Yani karsitliklardan birisi digerinin ustunde olarak degerlendirilmektedir Bu ustun olarak nitelendirilen kavram da merkeze yerlestirilerek hareket edilmektedir Ornegin erkek kadin ikiliginde erkek kadindan ustun olarak degerlendirilmekte ve bir aciklama yapilirken erkegi merkeze kadini cevreye konumlandiran bir yaklasim benimsenmektedir Derrida yapibozum sayesinde bu karsitliklari ortadan kaldirma amacindadir Bu sayede Derrida dogru olarak nitelendirilen incelemelerin dogru olmadigini ortaya koyup ozellikle felsefi metinleri yapibozuma ugratmaktadir Yapi bozum kapsaminda Derrida metinlerin diger metinler sayesinde var oldugu uzerinde durmustur Boylece metinlerin atif yaptigi metinlerle de yakin bir sekilde ilgilenmistir Bu baglamda Derrida Platon u Rousseau yu Kant i vd yapibozuma ugratmistir Kavramlarin hiyerarsik bir sekilde ele alinmasindan dolayi tek anlamlilik Bati felsefesinde etkili olmustur Cunku ustun olan kavramin merkeze alinarak aciklama yapilmasi soz konusudur Belirtilmesi gereken diger bir husus ise soz merkezcilikten dolayi Bati felsefesinde yazi konusma karsisinda ikincil konumda olmustur Derrida nin yaziyi kesfetmesinde Husserl in Geometrinin Kokeni isimli kitabini Fransizcaya cevirirken karsilastigi su cumle etkili olmustur Sadece yazi matematikte dusunsel nesnelerin bir sekilde tarihe girmelerini saglayabilir Dusunsel nesnelerin tarihsellikleri yazidan kaynaklaniyor Derrida yazi ve konusma ikiliginin kokeninin Platon a dayandigi dusuncesiyle Platon u yapibozuma ugratmaktadir Platon a gore yazi konusma karsisinda ikincildir Cunku yazi konusma olmadigi zaman basvurulan bir seydir Derrida Platon un pharmakon kelimesini farkli yerlerde farkli anlamlarda kullandigindan ve felsefesini hep bir karsitliklar uzerine insa etmesi uzerinde durmaktadir Platon a gore yazi 1 yasayan bellege ve soze kesinlikle dissal ve bunlara gore daha asagidadir 2 Yazi onlara zararlidir cunku onlari uyutur ve aksi halde el degmemis olarak kalacak hayatlari kirletip hasta eder 3 Zaten eger hypomnesie ye ilave ve yaziya basvurulsa bile bunun nedeni onlarin kendilerine ozgu bir deger tasimalari degil yasayan bellegin sonlu olmasidir yazi bosluklara izlerini birakmadan evvel bellekte bosluklar birakir Yazinin bellek uzerinde hicbir etkisi yoktur Derrida pharmakon kelimesinin hem zehir anlamina hem ilac anlamina geldigini belirterek Platon un zehri one cikarirken kendisinin ilaci one cikararak yapi bozumu gerceklestirmeye baslamaktadir Derrida yazinin bilgiyi artirip unutkanligi azalttigini belirtmektedir Boylece Derrida yaziyi konusma karsisindaki ikincil konumdan kurtarmaya calismaktadir SonucSoy bilim ve yapibozum birtakim ortak amaclara sahiptir Ikisi de kavramlarin nihai temeline inmeye calismaktadirlar Yalniz burada bir sorun ortaya cikmaktadir Foucault un dedigi gibi kokene inerken elimizde gerekli tarihi belgelerin ya da verilerin yetersizliginden dolayi durmak zorunda kaliriz Daha fazla geriye gidilmemesinin nedeni yeterli veri olmamasindan kaynaklanmaktadir Buradan itibaren ozellikle post yapisalcilar kavramlari kendi perspektifinden adlandirmaya baslamaktadir Tarihsel surecler icerisinde baskalari tarafindan anlamlandirilan kavramlari reddedip kendileri kavramlastirma cabasi icerisinde girmektedir Iste bu mevzu kendi icerisinde bir celiski barindirmaktadir Ilk caglardan beri varligi aciklayabilmek icin her seyin kaynagi ilk neden toz arkhe gibi kavramlara basvurulmustur Ornegin Thales arkhe yi su olarak ele alirken Heraklitos ates olarak ele almistir Bu ilk neden den hareketle de her seyi aciklamaya calismislardir Soy bilim boyle bir aciklamanin yani bir baslangic noktasi olusturmaya karsidir Ayni sekilde yapibozum da ilk ve son olarak nitelendirmeye karsidir Cunku Derrida baglamin disinda hicbir sey olmadigini belirtmektedir David Hume un nedensellik konusundaki sozleri soy bilim acisindan son derece onem teskil etmektedir Hume bir seyin baska bir seyden once gelmesi onun nedeni oldugunu gostermeyecegini ifade etmistir Bu bakimdan ilk olarak adlandirilan bir sey ilk olmayabilir ve bir seyin nedeni olarak gorulen bir sey onun nedeni olmayabilir Bu sadece bizim bilgimizin ilk olarak adlandirdigimiz seye kadar uzanmasiyla ve neden olarak gordugumuz seyin digerinden once gelmesiyle ilgilidir Baska bir husus ise soy bilim ve yapibozum ozellikle Bati felsefesine karsi girisilmis calismalardir Ancak bu calismalar bizatihi felsefe gelenegi icerisinde cereyan etmektedir Yani dusunurler felsefi gelenegin icerisinde dusunmektedirler Felsefenin disinda dusunmek mumkun degildir Cunku bugune kadarki butun dusuncelerimiz bu felsefi gelenek tarafindan insa edilmistir Felsefi gelenek icerisinde felsefeye karsi girisilen bir savas da uzerinde durulmasi gereken baska bir konudur Cunku icinde bulunulan felsefi gelenegin kavramlariyla dusunulup felsefi gelenegin yanlisliklari uzerinde durulmaktadir Soy bilim ve yapi bozumla ilgili diger bir husus ise ikisinin arasindaki temel bir farktir Soy bilim geriye dogru giderken parcaladigi kavrami yeniden anlamlandirma derdinde degildir Soy bilim sadece kesisme yani yogunlasma noktalarinda kavramlarin tesadufen ya da guc iliskileri sonucu aldiklari anlam uzerinde durmaktadir Ancak yapibozum Bati felsefesindeki kavramlari ikilikler uzerinden ele alip incelemekte ve bu inceleme sonucunda kavrami yeniden anlamlandirma amacindadir Bu bakimdan yapi bozumda ele alinan kavramin yukarida pharmakon kavraminda yapildigi gibi tekrar anlamlandirilmasi soz konusu olmaktadir Kaynakca soykutugu Turkce Sozluk Dil Dernegi Erisim tarihi 15 Kasim 2021 Soy kutugu Guncel Turkce Sozluk Turk Dil Kurumu Erisim tarihi 15 Kasim 2021 a b Turk Dil Kurumu Buyuk Turkce Sozluk http www tdk gov tr index php option com bts amp view bts amp kategori1 veritbn amp kelimesec 288846 12 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde 12 04 2018 Turk Dil Kurumu Buyuk Turkce Sozluk http www tdk gov tr index php option com bts amp arama kelime amp guid TDK GTS 5acf9f3cc1df40 18887378 12 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde 12 04 2018 Keskin Ferda Michel Foucault da Etik ve Jeneoloji Soy Bilimi Kavramlari www cafrande org michel foucaultda etik ve jeneoloji soy bilimi kavramlari ferda keskin Eksik ya da bos url yardim erisim tarihi kullanmak icin url gerekiyor yardim Friedrich Nietzsche Ahlakin Soykutugu Bir Polemik Istanbul Kabalci Yayinevi 2011 s 8 a b Nietzsche a g e s 9 a b Keskin Michel Foucault da Etik ve Jeneoloji Soy Bilimi Kavramlari https www cafrande org michel foucaultda etik ve jeneoloji soy bilimi kavramlari ferda keskin 12 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde 19 04 2018 Nietzsche a g e ss 16 18 Nietzsche a g e s 17 Nietzsche a g e ss 17 18 a b Nietzsche a g e s 18 Nietzsche a g e ss 18 19 Nietzsche a g e s 21 Nietzsche a g e ss 21 23 Nietzsche a g e s 25 a b c Nietzsche a g e s 26 a b Nietzsche a g e s 29 Nietzsche a g e s 46 Nietzsche a g e ss 47 48 Nietzsche a g e s 51 a b c Nietzsche a g e s 52 a b Nietzsche a g e s 53 a b Nietzsche a g e s 55 a b Nietzsche a g e s 56 a b Nietzsche a g e s 57 a b Nietzsche a g e s 58 a b Nietzsche a g e s 59 Nietzsche a g e s 65 a b Nietzsche a g e s 66 Nietzsche a g e s 69 Nietzsche a g e s 70 Nietzsche a g e s 71 Nietzsche a g e s 72 Nietzsche a g e s 73 a b Nietzsche a g e s 110 Nietzsche a g e s 119 Nietzsche a g e ss 120 121 a b Nietzsche a g e s 121 a b Nietzsche a g e s 125 Nietzsche a g e s 126 Nietzsche a g e s 127 Nietzsche a g e s 132 Nietzsche a g e s 133 a b Nietzsche a g e s 136 Nietzsche a g e s 171 a b c d Keskin https www cafrande org michel foucaultda etik ve jeneoloji soy bilimi kavramlari ferda keskin 12 Haziran 2018 tarihinde Wayback Machine sitesinde 19 04 2018 Michel Foucault Nietzsche Soybilim Tarih Secme Yazilar 5 Felsefe Sahnesi Ferda Keskin Ed Istanbul Ayrinti Yayinlari 2 Baski 2011 s 230 a b c d Foucault a g e s 231 Foucault a g e s 232 Foucault a g e s 233 a b c Foucault a g e s 235 Foucault a g e s 236 Foucault a g e s 237 a b c Foucault a g e s 238 Foucault a g e s 240 a b c Foucault a g e s 241 Foucault a g e s 242 a b Foucault a g e s 243 Foucault a g e s 249 Foucault a g e s 253 Dermot Moran Introduction to Phenomenology New York and London Rotledge Press 2000 s 451 Rodolphe Gasche The Tain of the Mirror Derrida and the Philisophy of Reflection USA Harvard University Press 5 Baski 1997 s 109 Gasche a g e s 110 Gasche a g e s 111 a b Gasche a g e s 112 Simon Glendinning On Being with Others London and New York Routledge University Press 1998 s 77 Gasche a g e s 114 Jacques Derrida Japon Bir Dosta Mektup cev Medar Atici ve Mehves Omay Toplumbilim Jacques Derrida Ozel Sayisi Sayi 10 Istanbul Baglam Yayinlari 1999 s 185 Taner Timur Felsefi Izlenimler Ankara Imge Kitabevi 2005 s 143 Gasche a g e s 119 Derrida a g e s 186 Jacques Derrida Of Grammatology cev Gayatri Chakravorty Spivak London The Johns Hopkins University Press 1976 s 60 Jacques Derrida Memories for Paul de Man cev Cecile Lindsay vd New York Colombia University Press 1989 s 123 a b Gasche a g e s 122 Moran a g e s 448 Derrida Of Grammatology s 10 Paul Lagasse Deconstruction The Columbia Encyclopedia New York Columbia University Press 2004 s 13123 Jacques Derrida Sur Parole Paris L Aube 1999 s 21 aktaran Timur a g e s 159 Jacques Derrida Platon un Eczanesi cev Zeynep Direk Toplumbilim Jacques Derrida Ozel Sayisi Sayi 10 Istanbul 1999 s 64 Derrida a g e s 63 Derrida a g e s 79 Niall Lucy Derrida Sozlugu cev Sabri Gurses Ankara Bilgesu Yayinlari 2013 ss 136 137 Derrida a g e s 72 Jacques Derrida Afterword Toward an Ethics of Discussion Limited Inc ed Gerald Graff Evanston Northwestern University Press 2000 s 136 Macit Gokberk Felsefe Tarihi Istanbul Remzi Kitabevi 2017 s 309