Bu maddedeki bilgilerin için ek kaynaklar gerekli.Ocak 2024) () ( |
Michel Foucault (Fransızca telaffuz: ; doğum adı Paul-Michel Foucault) (d. 15 Ekim 1926, Poiters, Fransa - ö. 25 Haziran 1984, Paris, Fransa), Fransız filozof, sosyal teorist, tarihçi, edebiyat eleştirmeni, antropolog, psikolog ve sosyolog.
Michel Foucault | |
---|---|
Tam adı | Michel Foucault |
Doğumu | 15 Ekim 1926Poitiers, Fransa | ,
Ölümü | 25 Haziran 1984 (57 yaşında), Paris, Fransa |
Çağı | 20. yüzyıl felsefesi |
Bölgesi | Batı felsefesi |
Okulu | Postyapısalcılık, Kıta felsefesi, Söylem analizi |
İlgi alanları | , epistemoloji, etik, siyaset felsefesi |
Önemli fikirleri | , episteme, , biyoiktidar, yönetimsellik, disiplin enstitüleri, panoptisizm |
Etkiledikleri
|
Bilginin iktidar olduğunu iddia eden Foucault, modern öznelik deneyimini bir tahakküm mekanizması olarak reddetmiş, "insanın" iki yüzyıllık tarihi olan kurgusal bir şey olduğunu söylemiş, 18. yüzyıldan önce "cinselliğin" ya da "eşcinselliğin" var olmadığını iddia etmiş, "hakikatin" söylemsel oluşumlar ve iktidar tertibatı adını verdiği toplumsal ilişkiler içerisinde gelişen tarihsel süreçte üretildiğini ortaya koymuştur.
Deliliğin Tarihi, Kliniğin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler, Bilginin Arkeolojisi, Hapishanenin Doğuşu, Cinselliğin Tarihi kitaplarının yazarı olan Foucault, aynı zamanda Collège de France'da verdiği ve ölümünden sonra yayımlanan derslerinde modern toplum, iktidar, özne, politika, bilgi gibi pek çok alanda felsefe ve sosyal bilimler alanlarında oldukça etkili olmuş ve hâlâ da etkili olmaya devam eden düşünceler ortaya atmıştır.
Hayatı
15 Ekim 1926’da Poitiers'de doğdu. Babası, oğlunun kendi kariyerini takip etmesini isteyen bir cerrahtı. Foucault, Saint-Stanislas Okulunu bitirdikten sonra, saygın bir okul olan Paris’teki 4. Henry Lisesi’ne girdi. 1946’da, daha önce sınavlarında başarısız olduğu École Normale Supérieure’e kabul edilen dördüncü öğrenciydi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Poitiers, Alman ordularının işgali altında kaldı.
Maurice Merleau-Ponty ile felsefe çalıştı. 1948’de felsefe diplomasını, 1950’de psikoloji diplomasını aldı ve 1952’de psikopatoloji diplomasıyla ödüllendirildi. 1950-1953 yılları arasında Fransa Komünist Partisi'nde yer almıştır. Partiye girişi Louis Althusser aracılığıyla olmuştur. Ancak Stalin'in Sovyetler Birliği'nde izlediği politikalar onu partiden soğutmuş ve bir süre sonra partiden ayrılmıştır.
1954’ten itibaren dört yıl İsveç’te Uppsala Üniversitesi’nde doktora tezini yazdı. Zamanın Uppsala Üniversitesinin pozitivist damarı Foucault'un tezini bilimsel bulmayıp kabul etmedi. Birer yıl da Varşova ve Hamburg Üniversitelerinde Fransızca öğretti. 1960'ta Fransa’ya Clermont-Ferrand Üniversitesine felsefe bölüm başkanı olarak döndü. "Deliliğin tarihi" (Folie et déraison. Histoire de la folie à l'âge classique) kitabındaki teziyle doktorayla ödüllendirildi. Aynı yıl Foucault, kendinden on yaş küçük olan felsefe öğrencisi Daniel Defert’la tanıştı. Defert’ın politik aktivizmi çalışmalarında ona yol gösterdi. Foucault, Defert’la aralarındaki ilişki için çok sonraları bunun zaman zaman da aşka benzeyen uzun soluklu bir tutku ilişkisi olduğunu söyledi.
Foucault’nun ikinci önemli eseri "" (Les mots et les choses) 1966’da yayımlanan karşılaştırmalı bir ekonomi, doğa ve dil bilimleri çalışmasıydı. Çok satan bu kitap Foucault’nun adının tanınmasında büyük rol oynadı.
1966-1968 arasında Defert’la birlikte Tunus’a gitti ve birlikte tekrar Paris’e döndüler. Foucault, Vicennes’deki Paris-VIII Üniversitesi’nde Felsefe bölüm başkanı oldu, Defert da sosyoloji bölümünde ders vermeye başladı. 1968 öğrenci hareketinden oldukça etkilendiler. Aynı yıl Foucault başka aydınlarla beraber Hapishane Bilgilendirme Grubu’nu (Groupe d'information sur les prisons) kurdu.
1969’da ""’ni (Archéologie du savoir) yayımladı. 1970'te en önemli araştırma enstitülerinden biri olan Fransa Koleji’ne Düşünce Sistemleri Tarihi profesörü olarak seçildi. 1975’te belki de en etkili kitabı olan "Hapishanenin Doğuşu"’nu (La naissance de la prison) yayımladı.
Ömrünün kalan yıllarında kendini "" (Histoire de la sexualité) çalışmasına adadı. 1976’da ilk cildini yayımladı, çalışmasını tam bitirememiş olsa da ikinci ve üçüncü ciltler 1984’teki ölümünden hemen sonra yayımlandı.
1978'li yıllarda İran'da Şah karşıtı gösteriler ayyuka çıktığında Foucault, Corriere della Sera ve Le Nouvel Observateur dergilerine muhabirlik yapmış, İran'ı ziyaret etmiştir. Paris'te Ayetullah Humeyni ile görüşmüş, İran'daki muhalefet liderleri ve gösteriye katılan insanlarla mülakatlar gerçekleştirmiştir. İran'a ilişkin "Ruhsuz dünyanın ruhu" gibi yazdığı makaleler ve kullandığı "siyasi ruhanilik" kavramı ilginçtir. Bu makaleler İngilizceye çok sonradan tercüme edilmiş, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından ilgi görmüş; siyasal İslam, İran-Batı ilişkileri bağlamında incelenen metinler olmuştur.
Michel Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozoftu. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etti. Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurdu. Öte yandan Gerard Raul'a verdiği röportajda post-modernist yahut post-yapısalcı olarak tasnif edilmeyi reddettiğini söylemiştir.
25 Haziran 1984'te Paris'te yakalandığı (AIDS) hastalığı nedeniyle ölmüştür.
Foucault toplumdaki daimi doğruların oluşum sürecini modernist bir bakış açısı olarak görür ve kökten reddeder. Postmodernite kendini genelgeçer doğruların aksine hareket eden bireylerde ve düşünüşlerde bulur. Bu nedenledir ki Foucault deliler üzerinde araştırmalar yapmıştır. Deliler ona göre toplumun daimi doğrularına uygun hareket edemeyen bireylerdir. Toplumun genelini bir oda içerisinde gören Foucault bütün düşüncelerin, hareketlerin bu daimi doğrular çerçevesinde yahut kıskacı altında ortaya çıktığını iddia eder. Gay, lezbiyen, transseksüel, biseksüel oryantasyonlar daimi doğrulardan ayrı doğrular çerçevesinde oluştukları için postmodernitenin varoluşunu ve moderniteden çıkıldığını gösterir (modernite bu kavramları asla kabul edemezdi). Foucault kendi çalışmalarının bile genelgeçer daimi doğrulardan olmaması gerektiğine inanır ve çalışmalarının kullanıldıktan sonra atılmasını öğütler.
Vikisöz'de Michel Foucault ile ilgili sözleri bulabilirsiniz. |
Felsefi temelleri
Foucault kendi zamanında herkes için temel teşkil eden üç akımın Marxism, fenomenoloji ve varoluşçuluk olduğunu söyler, üçünden de etkilenmiş olsa da üçüne de karşı çıkmıştır. Bu listeye Georg Wilhelm Friedrich Hegel’i de dahil edebiliriz, her ne kadar Foucault’un episteme ve iktidar kavramlarına yaklaşımı Hegel’in tin anlayışını hatırlatıyor olsa da, Foucault’nun temel amaçlarından birisi diyalektiğe dayanmayan bir tarih yorumu ve hakikat incelemesi geliştirmektir. Ayrıca Karl Marx’ın ekonomi-politik analizini de benimsemeyen Foucault, üretim biçimini politik süreçleri ve toplumsal sınıfları açıklayan bir neden olarak kabul etmez ve politika incelemesini güç ilişkileri ağı içerisinde şekillenen iktidarın kendine ait süreçlerinde temellendirir. Fenomenolojinin insan deneyimini inceleme ve bu sayede onda örtülü kalan anlamları ortaya çıkarmaya yönelik bakış açısını bir anlamda benimsese de, temelde “aşkın özneyi” varsaydığını düşündüğü için fenomenolojiye karşıdır. Varoluşçluğu ise, ki dönemin en ünlü isimleri Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ile uzun tartışmalara girmiştir, özgürlüğü insan doğasında mutlak olarak verili varsaydığı ve dolayısıyla Hümanist temeller üzerine kurulu olduğu için eleştirir.
“Nietzsche, Soykütük, Tarih” makalesinde açıkça görülebileceği üzere Foucault’nun temel çıkış noktası Friedrich Nietzsche ve onun “soykütük” anlayışıdır. Nietzsche “Ahlakın Soykütüğü” ve diğer kitaplarında kullandığı haliyle soykütük kavramını ahlaki değerlere dair bir inceleme ve yorumlama metodu olarak geliştirir. Ahlakın Soykütüğü kitabında, ahlaki kavramların ortaya çıkışı ve tarihsel süreç içerisinde geçirdikleri değişimler ve dönüşümleri inceleyen Nietzsche, ahlaki değerlerin “doğal” ya da değişmez olmadığını gösterir. Halihazırda yerleşmiş olarak bulunan ahlaki değerlerin tarihsel süreç içerisinde üretilme koşullarını açığa çıkararak, onların ötesine geçmeyi ve yeni ahlaki değerler üretmeyi amaçlar. Bu metodu hakikat kavramına uygulayarak genişleten Foucault, aynı biçimde hakikat anlayışımızı oluşturan toplumsal ağların, süreçlerin ve ilişkilerin tarih içerisinde ortaya çıkışlarını ve değişimlerini konu edinerek hakikat olarak bildiklerimizin aslında tarihte belirli bir dönemde ve belirli bir toplumda ortaya çıkmış, olumsal, yani zorunlu olmayan yorumlar olduklarını göstermeye çalışır. Nietzsche’nin “özne”ye varlık atfetmeyi reddeden, gerçekliği olaylar ve eylemlerin zemininde anlayan düşüncesine dayanarak bir özne eleştirisi geliştiren Foucault, ayrıca güç ilişkilerinin düzeninde temellendirdiği iktidar analizinde de, Nietzsche’nin yaşam, güç istenci ve kendini aşma kavramlarından yola çıkmıştır.
Foucault’ya göre soykütük bir anlamda özgürlüğün koşuludur, çünkü ancak içine doğduğumuz toplumda yerleşik halde bulunan hakikat anlayışının zorunlu olmadığını ortaya çıkararak onu değiştirme ihtimalini ortaya çıkarabileceğimizi ve onun ötesinde yeni bir hakikat anlayışı üretebileceğimizi düşünmektedir. Ancak hiçbir zaman bu yeni hakikat anlayışının ya da özgürlüğün ne olduğuyla ilgili bir şey söylememiştir ve bu nedenle eleştirilmiştir.
Tarihsel olarak toplumda belirli bir hakikat yorumuna bağlı olarak ortaya çıkan bilgi ve bu hakikatin sınırlarının belirlenmesi ve ötesine geçilmesi olarak gerçekleştirilen özgürlük, Foucault’nun Martin Heidegger’den ve onun Varlık ve Zaman kitabından ne kadar temelden etkilendiğini göstermektedir. Ayrıca ömrünün son dönemlerine doğru geliştirmeye başladığı “kendilik kaygısı” ya da “öznenin yorumbilimi” gibi kavramlar ve analizler de Heidegger’in düşüncesi ve onun Antik Yunan felsefesi yorumuyla derinden ilişkilidir.
Foucault’nun dil ve söylem anlayışı, ayrıca hakikatin söylemsel oluşumlar dahilinde ortaya çıkışını inceleme biçimi pek çok açıdan, kendisi de Heidegger’den oldukça etkilenen, psikanalist Jacques Lacan’ın teorilerine dayanmaktadır. Dil içerisinde ortaya çıkan özne, dilin analizinden yola çıkarak bilinçdışının temel biçimlenme süreçlerini inceleme, toplum içerisinde şekillenen semboller ve imgeler arası ilişkiler sonucu geliştirilen gerçeklik anlayışı gibi fikirler Lacan’n psikanalizin temel yorumlarıdır.
Heidegger ve Lacan’ın yanı sıra, Foucault bazılarının öğrencisi olduğu ya da yakın ilişkiler kurduğu kendisinden bir önceki jenerasyonun ünlü filozofları Georges Canguilhem, Gaston Bachelard, Jules Vuillemin, Georges Dumézil, Jean Hyppolite gibi isimlerden oldukça etkilendiğini, özellikle de tarihsellik ve “hakikatin tarihini yazma” fikirleri konusunda onlardan ilham aldığını belirtir. Buna ek olarak Antonin Artaud, Georges Bataille, Samuel Beckett gibi yazarların yapıtlarının özne eleştirisi geliştirmesinde temel teşkil ettiğini, çünkü toplumda “anormal” ya da “marjinal” olarak görülenleri inceleyerek “normal” olanın analizini yapma fikrini bu yazarların edebi eserlerinden yola çıkarak geliştirdiğini söyler. Foucault felsefi yaşamı boyunca 18. yüzyılı bir kırılma noktası olarak alıp modern anlamda delilik, akıl, insan doğası, anormallik, sağlık, iktidar ve cinsellik gibi kavramların ortaya çıkışının, değişim ve dönüşümlerin tarihsel analizi ile “modern öznelik deneyimini” oluşturan temel süreçleri açığa çıkarmaya ve böylece yeni özgürlük alanları bulmamızı sağlayacak bir felsefe geliştirmeye çalışmıştır.
Söylem
Foucault, “Aydınlanma Nedir?” isimli Kant’ın aynı başlıklı ünlü metnine atden adlandırdığı makalesinde bu sorunun artık “modern felsefe nedir?” sorusuna denk geldiğini ve cevabın kendi anladığı haliyle “arkeoloji” ve “soykütük” olduğunu söyler. Arkeoloji terimine dair teorisini sunduğu Bilginin Arkeolojisi kitabı tamamı teorik bir metot geliştirmeye adanmış tek kitabıdır. Burada önceki üç kitabında (Deliliğin Tarihi, Kliniğin Doğuşu, Kelimeler ve Şeyler) yaptığı analizlerin hedefinde olan teorilerini sunar. Buna göre arkeoloji, belirli bir tarihsellik içerisinde bir toplumda bilgi olarak kabul gören ifadelerin ortaya çıkmasını sağlayan temel süreci belirten epistemenin analizidir.
Antik Yunanca bilgi, bilim gibi anlamlara gelen episteme kavramı ile Foucault söylemsel pratikleri oluşturan toplumsal ilişkiler bütününü kasteder. Söylem, ağzımızdan çıkan her söz ya da cümle demek değildir. Foucault’nun söylem kavramı söyleyeceğimiz bir sözün doğruluk değeri kazanarak hakikati üretmesini sağlayan kurallar, süreçler, ilişkiler bütününü belirtir. Söylemsel oluşumlar nesnelerin, ifade biçimlerinin, kavramların ve stratejilerin oluşmasıyla kurulur. Söylemsel pratikler işaret ettikleri nesnelerin dağılımını oluşturan farklılaşma ağlarını, ifadelerinin biçimsel dizilimini oluşturan özne konumlarını, kavramsal bütünlükleri ve ilişkileri üreten birlikte varoluş imkanlarını ve strajetik kurulumları ve mekanizmaları yönlendiren arzular ve amaçları belirleyerek işlev gösterirler. Belirli bir söylemsel oluşum en nihayetinde söylemsel pratiklerin ürettiği kurallar bütünüdür. Bu kurallara göre ortaya çıkan ifadeler pozitiflik, yani bir doğruluk değeri edinirken ifade ettikleri şey bilgi olma olanağı kazanır. Söylemsel oluşum tutarlılık ve özerkliğini geliştirdikçe epistemolojik olarak kendi alanını kurabilir, bilimsellik seviyesine oluşabilir ve kendi biçimselliğini geliştirebilir. Bu açıdan Foucault’nun söylem terimiyle Antik Yunan felsefesinin logos kavramını kastettiğini ve yorumladığını düşünebiliriz, çünkü logos hem mantık, hem dil, hem akıl, hem de hakikatin söz ile açığa çıkarılması anlamlarını taşımaktadır ki, Foucault için söylemsel oluşum bir anlamda hakikati sadece açığa çıkaran değil, aynı zamanda onu üreten ve belirleyen tarihsel süreçtir.
Foucault’nun tekrar tekrar vurguladığı nokta söylemsel oluşumların tarihselliğidir. Söylemler oluşturdukları belirli bir ağ içerisinde belirli bir dönemde ve toplumda bilginin ve hakikatin üretilme imkanlarını sağlarlar. Tarihsel süreçte episteme çeşitli söylemsel oluşumların sürekliliği ve süreksizliği içerisinde değişiklikler gösterir, ancak bu tarihsel sürecin tamamını kapsayan ve bilginin ilerleme yönünü tayin eden temel bir neden, yapı ya da mekanizma yoktur. Bir yandan Hegelci veya Marxist, öbür yandan pozitivist tarih ve hakikat anlayışlarına karşı çıkan Foucault, belirli bir bilgi sisteminden sonra başka bir bilgi sisteminin yeni bir kurallar bütünü ile gelebileceğini, fakat bu farklı hakikat anlayışlarını “bir ilerlemenin basamakları” olarak belirleyen hiçbir şeyin olmadığını, birinden sonra diğerinin gelmesini önceden belirleyen a priori bir nedenselliğin var olmadığını iddia eder.
Deliliğin Tarihi’nde delilik kavramının Rönesans’tan modern döneme kadar nasıl evrim geçirdiğini incelerken, Orta Çağ’da ve Rönesans’ta delilik ile akıl arasında hiyerarşik bir güç ilişkisi olmadığını, fakat aralarında bir diyalog olduğunu söyleyen Foucault, modern dönemle birlikte önce delilerin binalara kapatılması, sonra da delilik hakkında üretilen söylemsel pratiklarin deliliği bir akıl hastalığı olarak belirlemesi ile delilik üzerindeki iktidarın kurulduğunu söyler. Bu anlamda bir yandan delilik hakkında üretilen bilgi ve hakikat söylemsel pratiklerin bir sonucu iken, aynı zamanda güç ilişkilerinin de bir ürünüdür ve bir baskı ve iktidar sürecinde temellenir. Modern anlamda “akıl” dediğimiz şeyin bu söylem ve iktidar sürecinde deliliği baskı altında tutması gereken ve bunun için deliliği akıl üzerinden “akıl hastalığı” olarak anlaması gereken, dolayısıyla da her şeyin aklın kendisi üzerinden belirlenmek zorunda kaldığı bir süreç üzerine kurulu olduğunu söyler. Bununla ilişkili olarak Kliniğin Doğuşunda ise modern tıbbın nasıl 18. yüzyılın sonundaki hastene pratikleriyle ortaya çıkan, bedeni nesneleştiren bir inceleme ve sorgulama süreci olarak “tıbbi bakış” ve doktora atfedilen otorite ile geliştiğini inceler.
Kelimeler ve Şeyler kitabında ise 18. yüzyılda modern haliyle ortaya çıkan ekonomi, dilbilim ve biyoloji alanlarının doğuşunu inceleyerek, her ne kadar bu bilimler birbirlerinden bağımsızmış gibi görünse de üçünde de ortak varsayımların, düşünme biçimlerinin, söylemsel oluşumların ve hakikat anlayışının bulunduğunu iddia eden Foucault, bu değişimi, modern insan bilimlerinin ve dolayısıyla modern “insan” anlayışının temelini oluşturan söylemsel pratikleri belirleyen episteme değişimi olarak göstermeye çalışır. Dil alanında sözdiziminden dilbilme, canlılar alanında doğal tarihten biyolojiye, para alanında zenginliklerden ekonomiye geçişi, söylemsel oluşumlar açısından Klasik Çağda (14-17. yüzyıl) temsil, sıralama, özdeşlik ve farklılıklar üzerine kurulu sınıflandırma ve kategorileme süreçleri ile belirlenen bir hakikat anlayışından, Modern Çağda (18. yüzyıl ve sonrası) dilde kurularak ortaya çıkan ve kendini ifade eden bir özne anlayışı ile yeni üretilen bir “insan” tanımı üzerine kurulu bir hakikat anlayışına geçiş olarak belirler. Bu anlamda Foucault, “insanın” bu süreçte üretildiğini ve iki yüzyıllık bir tarihi olduğunu iddia eder.
İktidar
1970’lere kadar incelemeleri temelde “söylemlerin analizi” temasına odaklanan Foucault 70’lerden sonra yazdığı kitaplar ve verdiği derslerle birlikte inceleme alanını politik yönde genişletmiştir. Hapishanenin Doğuşu ile ortaya attığı iktidar teorisi ve Cinselliğin Tarihi’nin birinci cildinde sunduğu biyoiktidar kavramı, Foucault’nun sosyal bilimlerde en çok etkili olmuş ve etkisini günümüzde de sürdürmekte olan fikirleridir. Bu alanlara yönelip teorilerini geliştirmesinde, bir yandan 68 olayları ve sonrasında ortaya çıkan toplumsal hareketler, bir yandan da 68 olayları sonrası benimsediği “politik aktivist olarak ünlü Fransız entelektüeli” karakteri içerisinde dahil olduğu pek çok direniş, kampanya ve gösterinin etkili olduğu söylenebilir. Hapishanenin Doğuşunun ilk bölümünün sonunda kitabı yazmasınının nedeninin 70'lerin başında mahkûmların Fransa’daki hapishane koşullarına karşı yaptığı eylemler olduğunu söyleyen Foucault, aynı dönemde hapishanelerdeki kötü koşulları ortaya çıkarmak ve mahkûmlara kendilerini ifade etme imkanı sağlamak amacıyla kurulan Groupe d'Information sur les Prisons (GIP, yani hapishaneler hakkında bilgilendirme grubu) eş kurucularındandır.
Foucault, Cinselliğin Tarihinin birinci cildinin “Yöntem” bölümünde iktidar analizinin güç ilişkileri üzerine temellendirilmesi gerektiğini söyler. Buna göre iktidar, birbirleriyle karşılaşan güç ilişkileri çokluğu içerisinde bu ilişkileri kuran, örgütleyen, dönüştüren, sağlamlaştıran, tersine çeviren hareket; güç ilişkilerini birbirine bağlayan sistemler ile birbirinden ayıran farklılıklar ve karşıtlıkları oluşturan dayanak noktaları; ve en nihayetinde bu ilişkilerin etkili oldukları kurumsal saydamlaşmanın gerçekleştiği devlet aygıtlarında, hukuki sisteminin ve yasaların düzenlenmesinde ve toplumsal hegemonyada gelişen stratejiler sonucu oluşur. İktidar bir “şey” ya da bir “neden” değildir, toplumsal ilişkiler içerisinde bu ilişkilerin faaliyet gösterdiği güç ağlarının düzenlenme biçimidir. Bu her an her alanda gerçekleşen karşılaşmalar ile ortaya çıkan iktidar “micropolitka” düzeyinde işler, hegemonya ile temellenir ve toplumun yasal ve idari kurumlarında işlev gösteren mekanizmasını bulur. İktidar her yerdedir çünkü her yerden gelir, toplumsal ilişkiler içerisinde ortaya çıkan en küçüğünden en büyüğüne güç karşılaşmaları iktidarı belirleyen ilişkilerin ortaya çıktığı ve gerçekleştiği yerdir.
Hapishanenin Doğuşu kitabı bu anlamda modern iktidar rejiminin ortaya çıkışını 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başında değişim geçiren hapishane sisteminden yola çıkarak belirleme amacındadır. Foucault’ya göre 18. yüzyıl ve öncesinin temel iktidar rejimi “hükümdarın iktidarı” üzerine kuludur. Antik Roma’ya kadar giden bu iktidar biçiminde hükümdar “yaşamı elinden alma ya da yaşamaya izin verme” yetkisine sahip olan kişidir. Bedenin üzerine kurulu olan bu iktidar kendisini yine beden üzerinden gösterir ve kurgular. Bir yanda tarihçi Alfred Kantorowicz’in ifade ettiği “Kral’ın bedeni” yani kral etrafında düzenlenmiş bütün bir politik-sembolik sistem vardır, diğer yanda ise Foucault’nun “mahkumun bedeni” dediği iktidarın varlığını topluma göstermek amacıyla herkesin önünde uzun uzun işkence ettiği, sorguladığı, günahını çıkarttığı, parçaladığı, darağacında astığı, kafasını kopardığı ve böylece iktidarının gücünü kanıtladığı beden vardır.
Modern iktidarın biçimine ise Foucault biyoiktidar adını verir. İlk olarak Hapishanenin Doğuşu kitabında ve sonrasında “Biyopolikanın Doğuşu” gibi derslerinde kavramsallaştırdığı biyoiktidar modern toplumda iktidar temel işleme biçimini ifade eder. Buna göre biyoiktidar beden değil ruh üzerine kuruludur, insanın yaşamını düzenleme, organize etme, belirleme, bilgisi üretme, yönlendirme ve kontrol etme gibi süreçlerle işleyen biyoiktidar üretkendir, yani yalnızca insanın içinde yaşadığı toplumsal ilişkiler bütününün düzenini değil, aynı zamanda bu ilişkiler içerisinde iktidara tabi olan bireylerin özneliklerini de üreterek işlev gösterir.
Hapishanenin Doğuşunun “Disiplin” bölümü ve özellikle son kısmındaki “panoptikon” incelemesi Foucault’nun metinleri içerisinde bir yandan en popüler, öbür taraftansa en açık ve sade anlatıma sahip olan kısımlarıdır. Panoptikon, İngiliz filozof, hukukçu, reformcu ve modern “faydacılık” felsefesinin kurucularından Jeremy Bentham’ın ortaya attığı bir hapishane modelidir. Ortada bir gözetleme kulesi ve etrafına dairesel biçimde sıralanmış hücrelerden oluşan bu basit hapishane düzeni Foucault’ya göre biyoiktidarın paradikmatik ve idea bir örneğini sunar. Bütün mahkûmlar aynı hücrelere yerleştirilmişlerdir, parmaklıklar haricinde hiçbir zincir, gardiyan ya da baskı unsuru yoktur, ki zaten Bentham panoptikonu daha “insancıl” bir hapishane sistemi geliştirebilmek için ortaya atmıştır. Panoptikonun temel mantığı bütün mahkûmların içerisini göremedikleri gözetleme kulesine her zaman görünür halde olmaları üzerine kurulur, böylece kulede onları izleyen birisi olsa da olmasa da mahkûmlar kendi davranışlarını düzenlem zorunda kalacaklardır. Modern iktidar biçimi olarak biyoiktidar rejimi tam da insanın kendi kendisini kontrol etme ve kendi özneliğini oluşturma sürecine müdahale ederek dahil olmakta ve insanın bütün bireyselliğini dışsallaştırıp yaşamsal faaliyetlerini olabildiğince toplumsal süreçlerde işlev gösterebilecek birer kuvvet haline getirme çabasındadır.
Foucault’nun bu analizinin temelinde yatan temel iddia ise bu iktidar biçiminin sadece hapishanelere özgü olmadığı, fakat modern iktidarın kendisini gerçekleştirdiği her alanda benzer mantığa sahip süreçlerle işlev gösterdiğidir. Panoptikonu yalnızca bir hapishane olarak değil, bir işyeri, okul, hastane, akıl hastanesi veya ordu kışlası olarak da düşünebileceğimizi söyleyen Foucault modern disiplin anlayışının bu kurumlarının modern işleyiş süreçlerinde ortaya çıktığını iddia eder. Modern hapishane, okul, işyeri, hastane, askeriye gibi kurumların hepsinin “değiştirilebilir, dolayısıyla eğitilebilir, düzenlenebilir ve “iyileştirilebilir” bir insan doğası” düşüncesine dayanarak şekillendiğini düşünen Foucault, bedensel davranışların ve faaliyetlerin çeşitli işlevleri yerine getirme kapasitesine sahip kuvvetler olarak anlaşıldığı ve yönetildiği bu kurumlarda, en temelinde gözetleme, sınava tabbii tutma, derecelendirme, sınama, sorgulama, teşhis etme, kimliğini saptama, gibi yöntemlerle belirli bir bireyselliğin inşa edildiğini ve bu sürecin modern anlamda özne olma dediğimiz şeyi inşa ettiğini savunur.
Öznelik deneyimi
Nietzsche Ahlak’ın Soykütüğünde, özne dediğimiz şeyin, güçsüz oldukları için bir eylemde bulunamayan insanların kendi güçsüzlüklerini gizlemek için aslında zorunda kalarak yaptıkları şeylerden bunu sanki onlar yapmış gibi bir öznenin faaliyeti olarak bahsetmesi sonucu ortaya çıktığını söyler. Bu durum dilin kullanımına yerleştiğinde, örneğin “şimşek çaktı” dediğimizde aslında gerçekte sadece bir olay olduğu halde biz bu olayın sanki onu gerçekleştiren bir faili olarak “şimşek” diye bir özne varmış gibi konuşmaya başlarız. Oysa Nietzsche, David Hume ile oldukça paralel biçimde, gerçekte yalnızca olayların ve eylemlerin olduğunu, özne diye bir şeyin gerçekte olmadığını, fakat bizim gerçeklik hakkında konuştuğumuz dil içerisinde üretildiğini söyler.
Foucault’nun temel özne analizi bu görüşe, yani öznenin toplumsal ilişkiler ve pratikler içerisinde gelişen bir anlamlandırma sürecinin sonucu olarak ortaya çıkan üretilmiş, inşa edilmiş bir ürün olduğu fikrine dayanır. Heidegger Varlık ve Zaman’da insanın var olduğu dünyanın her zaman belirli bir ortalama “herkes” için bir yorumu olduğunu ve dünyayı bu açıdan anlamlı kıldığını fakat bu hakikat yorumunun özgün ve insanın kendi varlığına dair olmadığını, hakikatin üstünü örtüp onu gizlediğini söyler. Bu anlamda Heidegger için özgün bir varlık yorumuna ulaşmanın birincil koşulu bu “herkes” bakış açısının içinin boşluğunu, anlamsızlığını, hiçliğini fark etmek ve ondan koparak “kendine gelmek” ve özgün bir kendini anlamlandırma ve var etme çabasına girişmektir. Fakat bu eylemlilik her halükarda toplumsal ortalamaya tekrar “düşecektir”. Bu anlamda Foucault, özne analizini her zaman bu açıdan, yani toplum tarafından “herkes” için üretilmiş ve herkesi belirli bir ortalama normallik seviyesine indirgeyen bir özne inşaası olarak ortaya koyar.
Heidegger’den yola çıkan ve Sigmund Freud’un psikanaliz teorilerini Ferdinand de Saussure’ün dil üzerine geliştirdiği teoriler ışığında yorumlayan Lacan, içine doğduğumuz halihazırda anlamlandırılmış dünyayı “dil” olarak yorumlar. Dilin birbirlerine çeşitli zincirler ve ağlar ile bağlı işaretler ya da “gösterenler” ile kurulan sembolik düzleminde üretilen “anlamlar”, içinde yaşadığımız toplumsal gerçekliği, “herkes” için hakikat yorumunu, oluşturmaktadır. Lacan’ın en önemli tezlerinden birisi bilinçdışının da dil gibi yapılandığıdır, dolayısıyla Lacan bilinçdışını dilin yapısal analiziyle ulaşılabilen ve yorumlanabilen bir süreç olarak belirler. Lacan’a göre burada iki adet özne konumu vardır, birincisi dili kullanan ve konuşmayı yapan özne iken, diğeri ise dilde ifade edilen ve sembolik düzlem içinde kurgulanarak ortaya çıkan öznedir. İşte bu ikinci anlamıyla, yani dil içerisinde kurgulanarak ortaya çıkan ve inşa edilmiş halde var olan özne Foucault’un analizinin hedefidir.
Foucault’ya göre özne her zaman toplumsal ilişkiler ağı içerisinde ve dilin sembolik düzleminde ortaya çıkar, dolayısıyla analizlerinde hiçbir zaman bir özneye faillik atfetmez ve dolayısıyla da bir nedensellik sunmaz. Nedenselliği ve failliği reddeden Foucault öznenin söylemsel oluşumlar içerisindeki bir konum olduğunu ve esas olarak söylemsel pratikler ve iktidar ilişkileri tarafından üretildiğini savunur. Foucault’ya göre panoptikon gözetleme kulesi ile hücre arasındaki ilişkidir ve gözetleyen de, mahkûm da bu iktidar ilişkisine tabii olarak kendi özneliğini bu süreç içerisinde üretir. Bu süreci belirlemek için Foucault “assujettissement” terimini kullanır ki bu terim Fransızcada hem “özneleştirme” hem de “tebaalaştırma” anlamına gelir. Öznelik deneyimi, iktidar ilişkileri içerisinde bireyi iktidara tabi kılmak için kurgulanır, dolayısıyla özne olmak iktidarın tebaası haline gelmektir.
Burada önemli olan iktidara tabi olanların her zaman pasif değil çoğu zaman katif rol oynadığı, iktidarın ise yalnızca kısıtlayıcı ve baskılayıcı değil aynı zamanda üretken olduğudur. Söylemsel pratikler ve iktidar ilişkileri içerisinde üretilen “hakikat” içerisine doğan insanlar aynı zamanda “kendi hakikatlerini” de bu yolla bulmakta ve kendilerini bu yolla anlamaktadırlar. Aslında Heidegger’in dediği üzere öznenin “kendi hakikati” toplum tarafından belirlenmiş bir konum olduğu için bir "hiçtir", ve Nietzsche’nin dediği üzere hakikat ancak bir onu kendimiz üstlenip ürettiğimiz ve ortaya koyduğumuz sürece vardır. Öznelik deneyimi bu anlamda dinamik bir süreçtir, bireyler kendilerini, toplum içerisindeki konumlarını ve gücün ilişkilenme biçimlerini sürekli olarak anlamlandırmakta, yorumlamakta ve eleştirmektedirler ve iktidar ilişkilerinin kendisi de bu süreçlerin tamamına bağlıdır. Bu nedenle kendi varlığını sürdürebilmek için iktidar her zaman belirli bir normalleştirme süreci olarak işlev göstermek zorundadır, bu da toplumsal açıdan normal, “herkese dair”, olanın “kabul gören” olarak belirlenmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan “anormalliklerin” düzenlenmesi ve olabildiğince iktidar için işlevli hale getirilmesi çabasını doğurur. Bu anlamda örneğin deliler önceden toplum içerisinde yaşayan, kabul gören, günlük hayatın bir parçası olan insanlarken, modern dönemde toplumdan soyutlanmış, kapatılmış ve delilik hakkında üretilen bütün bir tıbbi müdahale prosedürleriyle “hayata dönmeleri” yani bir işte çalışabilir ve dolayısıyla “toplum için faydalı olabilir” hale gelmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. Biyoiktidar tam da bu sürecin adıdır.
Cinsellik
Foucault’nun 7 kitap olarak planladığı fakat ölmeden önce ancak ilk üçünü yayımlayabildiği ve dördüncüsünün yarım kaldığı Cinselliğin Tarihinin ilk kitabında, 19. yüzyılda cinsellik hakkında üretilen söylemler ve pratikler üzerinden modern cinsellik kavramının ortaya çıkışını incelerken bir yandan da bu süreci biyoiktidar teorisi zemininde temellendirir. Bilgi üretiminin koşulunun iktidar rejiminin baskı ve tahakkum mekanizmaları olduğunu savunan Foucault, cinsellik hakkındaki bilginin de cinselliğin baskı altına alınması sonucu ortaya çıktığını ve tahakküm altına alma olarak bilgi üretme sürecinin Freud ve psikanaliz ile nihai noktasına ulaştığını savunur. “Batılı” ve “doğulu” ayrımı üzerinden “doğuyu” tahakküm altına alan ve onun bilgisini “oryantalizm çalışmaları” olarak üretirken bir yandan da ona karşı kendisini tanımlayan “batı”, kendisini deliliği tahakkum altına alarak “akıl”, kadını tahakküm altına alarak “erkek”, “vahşiliği” tahakküm altına altına alarak “uygar” gibi kavramlar üzerinden tanımlayarak anlamlandırmaktadır ve Foucault’ya göre cinselliğin tahakküm altına alınması da bu sürecin geldiği son noktadır.
Biyolojik cinayetin doğasından kaynaklanan dürtüler dolayısıyla ortaya çıkan arzuların bir sonucu olarak seks, tam da iktidarın özneyi inşa etme sürecinde bireyin kişiliğini, kimliğini, arzularını, cinsel yönelimlerini ve cinsiyetini belirleme, düzenleme, tahakküm altına alma süreci olarak biyopolitikanın bireyi “bilmesi”, yani biyoiktidarın özneyi üreterek onu tebaalaştırmasıdır. Modern biyoiktidar rejiminde ortaya çıkan “normal”, biyolojik olarak ya penise ya da vajinaya sahip olan ve bu organlara göre ayrıştırılmış olarak belirlenmiş davranış biçimleri, giyiniş tarzı, toplumsal roller benimseyen insanların karşı cinsiyete cinsel arzu duymasıdır. Dolayısıyla bu “normal” tanımının dışında kalan herkes “anormal” olarak tanımlanır ve çeşitli biçimlerde normal olana entegre edilmeye, onun tahakkümü altında tutulmaya çalışılır. Burada önemli olan nokta nasıl ki "heteronormatif" cinsellik bu iktidar rejimi içerisinde üretilmişse, aynı şekilde "eşcinsellik" de biyoiktidarın mekanizmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyıldan önce “cinsellik” gibi bir kelime bile olmadığı gibi “eşcinsel” gibi bir kelime olmadığına da dikkat çeken Foucault'nun analizine göre, eşcinselliği hastalık olarak ya da transseksüelliği kişilik bozukluğu olarak tanımlamak tam da biyoiktidarın tahakküm, baskı ve özneleştirme mekanizmaların işleyişinin bir sonucudur.
Bu analiziyle Foucault queer teorisi ve toplumsal cinsiyet eleştiri yönündeki çalışmaların öncüsü olsa da, kendi zamanındaki “cinsel özgürlük” tartışmalarına oldukça eleştirel yaklaşmıştır, çünkü belirli bir toplumsal iktidar rejiminin mekanizması olmadan toplumun da olmayacağını düşünen Foucault, iktidar süreçlerinden “özgürleşmek” diye bir şeyin de olmadığını savunur. Yapılabilecek olan, bir iktidar mekanizmasını bir başkasıyla değiştirerek tahakküme karşı direnmek ve kendi bireysel deneyimde kendini yaratma ve anlamlandırma alanı açmaya çalışmaktır. Burada önemli olan herhangi bir şekilde “insan doğası” olarak belirlenen hiçbir şeyin tahakkümden, baskılamadan ve iktidardan bağımsız olamayacağıdır.
Cinselliğin Tarihinin ilk ciltten yıllar sonra yayımlanan ikinci ve üçüncü ciltlerindeki değişim, Foucault’un bu özgürlük problemine bir çözüm üretme çabası olarak da görülebilir çünkü o zamana kadar söylemsel oluşumların ve iktidar pratiklerinin modern özneyi belirleyen süreçleri nasıl ürettiğini inceleyen Foucault, 80’lerle beraber Antik Çağdan başlayan yeni bir analiz biçimi geliştirmeye çalışarak “kendilik” üzerine farklı bir düşünce üretme çabasına girmiştir. 2. cildi Antik Yunan, 3. cildi milattan sonra 1. ve 2. yüzyıllardaki Roma hakkında olan bu kitaplarda, kendilik üzerine düşünmek ve kendiliği kurgulamak üzerinden kendini üretmeye dair farklı analizlere girişmiştir. Platon’un Alkibiadis diyaloğunda Sokrates’in bahsettiği epimeleia heautou (ἐπιμέλεια ἑαυτοῦ) "kendilik kayıgısı" kavramından yola çıkan Foucault, kendilikle ilişkinin “bilmek” üzerinden kurgulanışının modern iktidar rejiminin tahakküm mekanizmasına hizmet ettiğini iddia ederek Antik Çağın kendilik hakkında kaygı duymak, kendilikle ilgilenmek, özen göstermek üzerine kurulu benlik düşüncesini incelemeye girişmiştir. Her ne kadar Antik Çağın felsefe, yaşam, hakikat, etik gibi düşünceleri hakkında oldukça özgün ve Heideggerci yorumlar geliştirse de, Foucault Orta Çağ Hristiyanlığı hakkındaki 4. cildi yazarken öldüğü için böyle bir bakış açısından nasıl yeni bir deneyim ve özgürleşme imkanı çıktığı herkes için açık değildir. Ancak her halükarda analizleri günümüzde yaygın biçimde tabulaştırılan, ötekileştirilen ve ayrımcılığa uğrayan kadınlar, LGBTİ+ bireyler, çocuklar, yaşlılar, sakatlar, akıl hastaları gibi farklı yaşam biçimleri altında tahakküm altına alınmış insanların politik haklarını savunabilmek için pek çok düşünüre, politikacıya, sosyal bilimcilere ve aktivistlere ilham vermiştir.
Hakkında Türkçe'ye çevrilmiş kitaplar
- Gilles Deleuze, Foucault. (2013) Çev. Burcu Yalım, Emre Koyuncu. (İstanbul: Norgunk); (1986) Foucault (Paris: Minuit)
- David Macey, Foucault Hakkında Her Şey. (2015) Çev. Fatih Demirci. (İstanbul: Dedalus); (2004) Michel Foucault (Londra: Reaktion)
- Gary Gutting, Foucault, Dost Kitabevi Yayınları, 2010.
Dış bağlantılar
- Biyografi.info9 Ekim 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde .
Kaynakça
- ^ a b . 23 Kasım 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- ^ a b Kelimeler ve Şeyler; İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi (PDF). İmge. ss. Önsöz. 10 Ağustos 2016 tarihinde kaynağından (PDF). Erişim tarihi: 26 Mart 2021.
- ^ a b Ahlakın Soykütüğü (PDF). Kabalcı. 26 Aralık 2020 tarihinde kaynağından (PDF). Erişim tarihi: 26 Mart 2021.
- ^ Taylor, D. (2010). Michel Foucault: key concepts. Acumen. pp. 2–3
- ^ a b c d Bilginin Arkeolojisi (PDF). Birey. 26 Aralık 2020 tarihinde kaynağından (PDF). Erişim tarihi: 26 Mart 2021.
- ^ Deliliğin Tarihi (PDF). İmge. 6 Şubat 2021 tarihinde kaynağından (PDF). Erişim tarihi: 26 Mart 2021.
- ^ Kliniğin Doğuşu. Epos yayınları.
- ^ a b c d Hapishanenin Doğuşu (PDF). İmge. 26 Aralık 2020 tarihinde kaynağından (PDF). Erişim tarihi: 26 Mart 2021.
- ^ a b c d e Cinselliğin Tarihi (PDF). Ayrıntı. 26 Aralık 2020 tarihinde kaynağından (PDF). Erişim tarihi: 26 Mart 2021.
- ^ a b Varlık ve Zaman (PDF). İdea. 23 Kasım 2018 tarihinde kaynağından (PDF). Erişim tarihi: 26 Mart 2021.
- ^ Psikanalizin Dört Temel Kavramı. Metis.
- ^ Böyle Buyurdu Zerdüşt. Say Yayınları.
- ^ a b . 29 Mart 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi.
- ^ Oryantalizm (PDF). Pınar.
- ^ Foucault Reader (PDF) (İngilizce). Pantheon. 11 Kasım 2020 tarihinde kaynağından (PDF). Erişim tarihi: 26 Mart 2021.
wikipedia, wiki, viki, vikipedia, oku, kitap, kütüphane, kütübhane, ara, ara bul, bul, herşey, ne arasanız burada,hikayeler, makale, kitaplar, öğren, wiki, bilgi, tarih, yukle, izle, telefon için, turk, türk, türkçe, turkce, nasıl yapılır, ne demek, nasıl, yapmak, yapılır, indir, ücretsiz, ücretsiz indir, bedava, bedava indir, mp3, video, mp4, 3gp, jpg, jpeg, gif, png, resim, müzik, şarkı, film, film, oyun, oyunlar, mobil, cep telefonu, telefon, android, ios, apple, samsung, iphone, xiomi, xiaomi, redmi, honor, oppo, nokia, sonya, mi, pc, web, computer, bilgisayar
Bu maddedeki bilgilerin dogrulanabilmesi icin ek kaynaklar gerekli Lutfen guvenilir kaynaklar ekleyerek maddenin gelistirilmesine yardimci olun Kaynaksiz icerik itiraz konusu olabilir ve kaldirilabilir Kaynak ara Michel Foucault haber gazete kitap akademik JSTOR Ocak 2024 Bu sablonun nasil ve ne zaman kaldirilmasi gerektigini ogrenin Michel Foucault Fransizca telaffuz miʃɛl fuko dogum adi Paul Michel Foucault d 15 Ekim 1926 Poiters Fransa o 25 Haziran 1984 Paris Fransa Fransiz filozof sosyal teorist tarihci edebiyat elestirmeni antropolog psikolog ve sosyolog Michel FoucaultTam adiMichel FoucaultDogumu15 Ekim 1926 1926 10 15 Poitiers FransaOlumu25 Haziran 1984 57 yasinda Paris FransaCagi20 yuzyil felsefesiBolgesiBati felsefesiOkuluPostyapisalcilik Kita felsefesi Soylem analiziIlgi alanlari epistemoloji etik siyaset felsefesiOnemli fikirleri episteme biyoiktidar yonetimsellik disiplin enstituleri panoptisizmEtkilendikleri Nietzsche Bentham Kant Marx Canguilhem Borges Heidegger Husserl Althusser Bataille Blanchot Bachelard Hyppolite Dumezil Hegel Austin Flaubert SadeEtkiledikleri Giorgio Agamben Edward Said Pierre Bourdieu Ian Hacking Judith Butler Gilles Deleuze Donna Haraway Partha Chatterjee Antonio Negri Michael Hardt Felix Guattari Bilginin iktidar oldugunu iddia eden Foucault modern oznelik deneyimini bir tahakkum mekanizmasi olarak reddetmis insanin iki yuzyillik tarihi olan kurgusal bir sey oldugunu soylemis 18 yuzyildan once cinselligin ya da escinselligin var olmadigini iddia etmis hakikatin soylemsel olusumlar ve iktidar tertibati adini verdigi toplumsal iliskiler icerisinde gelisen tarihsel surecte uretildigini ortaya koymustur Deliligin Tarihi Klinigin Dogusu Kelimeler ve Seyler Bilginin Arkeolojisi Hapishanenin Dogusu Cinselligin Tarihi kitaplarinin yazari olan Foucault ayni zamanda College de France da verdigi ve olumunden sonra yayimlanan derslerinde modern toplum iktidar ozne politika bilgi gibi pek cok alanda felsefe ve sosyal bilimler alanlarinda oldukca etkili olmus ve hala da etkili olmaya devam eden dusunceler ortaya atmistir Hayati15 Ekim 1926 da Poitiers de dogdu Babasi oglunun kendi kariyerini takip etmesini isteyen bir cerrahti Foucault Saint Stanislas Okulunu bitirdikten sonra saygin bir okul olan Paris teki 4 Henry Lisesi ne girdi 1946 da daha once sinavlarinda basarisiz oldugu Ecole Normale Superieure e kabul edilen dorduncu ogrenciydi Ikinci Dunya Savasi sirasinda Poitiers Alman ordularinin isgali altinda kaldi Maurice Merleau Ponty ile felsefe calisti 1948 de felsefe diplomasini 1950 de psikoloji diplomasini aldi ve 1952 de psikopatoloji diplomasiyla odullendirildi 1950 1953 yillari arasinda Fransa Komunist Partisi nde yer almistir Partiye girisi Louis Althusser araciligiyla olmustur Ancak Stalin in Sovyetler Birligi nde izledigi politikalar onu partiden sogutmus ve bir sure sonra partiden ayrilmistir 1954 ten itibaren dort yil Isvec te Uppsala Universitesi nde doktora tezini yazdi Zamanin Uppsala Universitesinin pozitivist damari Foucault un tezini bilimsel bulmayip kabul etmedi Birer yil da Varsova ve Hamburg Universitelerinde Fransizca ogretti 1960 ta Fransa ya Clermont Ferrand Universitesine felsefe bolum baskani olarak dondu Deliligin tarihi Folie et deraison Histoire de la folie a l age classique kitabindaki teziyle doktorayla odullendirildi Ayni yil Foucault kendinden on yas kucuk olan felsefe ogrencisi Daniel Defert la tanisti Defert in politik aktivizmi calismalarinda ona yol gosterdi Foucault Defert la aralarindaki iliski icin cok sonralari bunun zaman zaman da aska benzeyen uzun soluklu bir tutku iliskisi oldugunu soyledi Foucault nun ikinci onemli eseri Les mots et les choses 1966 da yayimlanan karsilastirmali bir ekonomi doga ve dil bilimleri calismasiydi Cok satan bu kitap Foucault nun adinin taninmasinda buyuk rol oynadi 1966 1968 arasinda Defert la birlikte Tunus a gitti ve birlikte tekrar Paris e donduler Foucault Vicennes deki Paris VIII Universitesi nde Felsefe bolum baskani oldu Defert da sosyoloji bolumunde ders vermeye basladi 1968 ogrenci hareketinden oldukca etkilendiler Ayni yil Foucault baska aydinlarla beraber Hapishane Bilgilendirme Grubu nu Groupe d information sur les prisons kurdu 1969 da ni Archeologie du savoir yayimladi 1970 te en onemli arastirma enstitulerinden biri olan Fransa Koleji ne Dusunce Sistemleri Tarihi profesoru olarak secildi 1975 te belki de en etkili kitabi olan Hapishanenin Dogusu nu La naissance de la prison yayimladi Omrunun kalan yillarinda kendini Histoire de la sexualite calismasina adadi 1976 da ilk cildini yayimladi calismasini tam bitirememis olsa da ikinci ve ucuncu ciltler 1984 teki olumunden hemen sonra yayimlandi 1978 li yillarda Iran da Sah karsiti gosteriler ayyuka ciktiginda Foucault Corriere della Sera ve Le Nouvel Observateur dergilerine muhabirlik yapmis Iran i ziyaret etmistir Paris te Ayetullah Humeyni ile gorusmus Iran daki muhalefet liderleri ve gosteriye katilan insanlarla mulakatlar gerceklestirmistir Iran a iliskin Ruhsuz dunyanin ruhu gibi yazdigi makaleler ve kullandigi siyasi ruhanilik kavrami ilginctir Bu makaleler Ingilizceye cok sonradan tercume edilmis ozellikle 11 Eylul saldirilarinin ardindan ilgi gormus siyasal Islam Iran Bati iliskileri baglaminda incelenen metinler olmustur Michel Foucault daha cok toplumdaki daimi dogrulari inceleyen bir filozoftu Nietzsche ve Heidegger in dusuncelerinden oldukca etkilenen Foucault calismalarinda cogunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud un fikirleriyle mucadele etti Hapishaneler polis sigorta delilik escinsellik ve sosyal haklar konularinda calisti Butun calismalarini modernitenin bireyler ustundeki etkisi ve getirdigi yeni iktidar iliskileri ustune kurdu Ote yandan Gerard Raul a verdigi roportajda post modernist yahut post yapisalci olarak tasnif edilmeyi reddettigini soylemistir 25 Haziran 1984 te Paris te yakalandigi AIDS hastaligi nedeniyle olmustur Foucault toplumdaki daimi dogrularin olusum surecini modernist bir bakis acisi olarak gorur ve kokten reddeder Postmodernite kendini genelgecer dogrularin aksine hareket eden bireylerde ve dusunuslerde bulur Bu nedenledir ki Foucault deliler uzerinde arastirmalar yapmistir Deliler ona gore toplumun daimi dogrularina uygun hareket edemeyen bireylerdir Toplumun genelini bir oda icerisinde goren Foucault butun dusuncelerin hareketlerin bu daimi dogrular cercevesinde yahut kiskaci altinda ortaya ciktigini iddia eder Gay lezbiyen transseksuel biseksuel oryantasyonlar daimi dogrulardan ayri dogrular cercevesinde olustuklari icin postmodernitenin varolusunu ve moderniteden cikildigini gosterir modernite bu kavramlari asla kabul edemezdi Foucault kendi calismalarinin bile genelgecer daimi dogrulardan olmamasi gerektigine inanir ve calismalarinin kullanildiktan sonra atilmasini ogutler Vikisoz de Michel Foucault ile ilgili sozleri bulabilirsiniz Felsefi temelleriFoucault kendi zamaninda herkes icin temel teskil eden uc akimin Marxism fenomenoloji ve varolusculuk oldugunu soyler ucunden de etkilenmis olsa da ucune de karsi cikmistir Bu listeye Georg Wilhelm Friedrich Hegel i de dahil edebiliriz her ne kadar Foucault un episteme ve iktidar kavramlarina yaklasimi Hegel in tin anlayisini hatirlatiyor olsa da Foucault nun temel amaclarindan birisi diyalektige dayanmayan bir tarih yorumu ve hakikat incelemesi gelistirmektir Ayrica Karl Marx in ekonomi politik analizini de benimsemeyen Foucault uretim bicimini politik surecleri ve toplumsal siniflari aciklayan bir neden olarak kabul etmez ve politika incelemesini guc iliskileri agi icerisinde sekillenen iktidarin kendine ait sureclerinde temellendirir Fenomenolojinin insan deneyimini inceleme ve bu sayede onda ortulu kalan anlamlari ortaya cikarmaya yonelik bakis acisini bir anlamda benimsese de temelde askin ozneyi varsaydigini dusundugu icin fenomenolojiye karsidir Varolusclugu ise ki donemin en unlu isimleri Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ile uzun tartismalara girmistir ozgurlugu insan dogasinda mutlak olarak verili varsaydigi ve dolayisiyla Humanist temeller uzerine kurulu oldugu icin elestirir Nietzsche Soykutuk Tarih makalesinde acikca gorulebilecegi uzere Foucault nun temel cikis noktasi Friedrich Nietzsche ve onun soykutuk anlayisidir Nietzsche Ahlakin Soykutugu ve diger kitaplarinda kullandigi haliyle soykutuk kavramini ahlaki degerlere dair bir inceleme ve yorumlama metodu olarak gelistirir Ahlakin Soykutugu kitabinda ahlaki kavramlarin ortaya cikisi ve tarihsel surec icerisinde gecirdikleri degisimler ve donusumleri inceleyen Nietzsche ahlaki degerlerin dogal ya da degismez olmadigini gosterir Halihazirda yerlesmis olarak bulunan ahlaki degerlerin tarihsel surec icerisinde uretilme kosullarini aciga cikararak onlarin otesine gecmeyi ve yeni ahlaki degerler uretmeyi amaclar Bu metodu hakikat kavramina uygulayarak genisleten Foucault ayni bicimde hakikat anlayisimizi olusturan toplumsal aglarin sureclerin ve iliskilerin tarih icerisinde ortaya cikislarini ve degisimlerini konu edinerek hakikat olarak bildiklerimizin aslinda tarihte belirli bir donemde ve belirli bir toplumda ortaya cikmis olumsal yani zorunlu olmayan yorumlar olduklarini gostermeye calisir Nietzsche nin ozne ye varlik atfetmeyi reddeden gercekligi olaylar ve eylemlerin zemininde anlayan dusuncesine dayanarak bir ozne elestirisi gelistiren Foucault ayrica guc iliskilerinin duzeninde temellendirdigi iktidar analizinde de Nietzsche nin yasam guc istenci ve kendini asma kavramlarindan yola cikmistir Foucault ya gore soykutuk bir anlamda ozgurlugun kosuludur cunku ancak icine dogdugumuz toplumda yerlesik halde bulunan hakikat anlayisinin zorunlu olmadigini ortaya cikararak onu degistirme ihtimalini ortaya cikarabilecegimizi ve onun otesinde yeni bir hakikat anlayisi uretebilecegimizi dusunmektedir Ancak hicbir zaman bu yeni hakikat anlayisinin ya da ozgurlugun ne olduguyla ilgili bir sey soylememistir ve bu nedenle elestirilmistir Tarihsel olarak toplumda belirli bir hakikat yorumuna bagli olarak ortaya cikan bilgi ve bu hakikatin sinirlarinin belirlenmesi ve otesine gecilmesi olarak gerceklestirilen ozgurluk Foucault nun Martin Heidegger den ve onun Varlik ve Zaman kitabindan ne kadar temelden etkilendigini gostermektedir Ayrica omrunun son donemlerine dogru gelistirmeye basladigi kendilik kaygisi ya da oznenin yorumbilimi gibi kavramlar ve analizler de Heidegger in dusuncesi ve onun Antik Yunan felsefesi yorumuyla derinden iliskilidir Foucault nun dil ve soylem anlayisi ayrica hakikatin soylemsel olusumlar dahilinde ortaya cikisini inceleme bicimi pek cok acidan kendisi de Heidegger den oldukca etkilenen psikanalist Jacques Lacan in teorilerine dayanmaktadir Dil icerisinde ortaya cikan ozne dilin analizinden yola cikarak bilincdisinin temel bicimlenme sureclerini inceleme toplum icerisinde sekillenen semboller ve imgeler arasi iliskiler sonucu gelistirilen gerceklik anlayisi gibi fikirler Lacan n psikanalizin temel yorumlaridir Heidegger ve Lacan in yani sira Foucault bazilarinin ogrencisi oldugu ya da yakin iliskiler kurdugu kendisinden bir onceki jenerasyonun unlu filozoflari Georges Canguilhem Gaston Bachelard Jules Vuillemin Georges Dumezil Jean Hyppolite gibi isimlerden oldukca etkilendigini ozellikle de tarihsellik ve hakikatin tarihini yazma fikirleri konusunda onlardan ilham aldigini belirtir Buna ek olarak Antonin Artaud Georges Bataille Samuel Beckett gibi yazarlarin yapitlarinin ozne elestirisi gelistirmesinde temel teskil ettigini cunku toplumda anormal ya da marjinal olarak gorulenleri inceleyerek normal olanin analizini yapma fikrini bu yazarlarin edebi eserlerinden yola cikarak gelistirdigini soyler Foucault felsefi yasami boyunca 18 yuzyili bir kirilma noktasi olarak alip modern anlamda delilik akil insan dogasi anormallik saglik iktidar ve cinsellik gibi kavramlarin ortaya cikisinin degisim ve donusumlerin tarihsel analizi ile modern oznelik deneyimini olusturan temel surecleri aciga cikarmaya ve boylece yeni ozgurluk alanlari bulmamizi saglayacak bir felsefe gelistirmeye calismistir SoylemFoucault Aydinlanma Nedir isimli Kant in ayni baslikli unlu metnine atden adlandirdigi makalesinde bu sorunun artik modern felsefe nedir sorusuna denk geldigini ve cevabin kendi anladigi haliyle arkeoloji ve soykutuk oldugunu soyler Arkeoloji terimine dair teorisini sundugu Bilginin Arkeolojisi kitabi tamami teorik bir metot gelistirmeye adanmis tek kitabidir Burada onceki uc kitabinda Deliligin Tarihi Klinigin Dogusu Kelimeler ve Seyler yaptigi analizlerin hedefinde olan teorilerini sunar Buna gore arkeoloji belirli bir tarihsellik icerisinde bir toplumda bilgi olarak kabul goren ifadelerin ortaya cikmasini saglayan temel sureci belirten epistemenin analizidir Antik Yunanca bilgi bilim gibi anlamlara gelen episteme kavrami ile Foucault soylemsel pratikleri olusturan toplumsal iliskiler butununu kasteder Soylem agzimizdan cikan her soz ya da cumle demek degildir Foucault nun soylem kavrami soyleyecegimiz bir sozun dogruluk degeri kazanarak hakikati uretmesini saglayan kurallar surecler iliskiler butununu belirtir Soylemsel olusumlar nesnelerin ifade bicimlerinin kavramlarin ve stratejilerin olusmasiyla kurulur Soylemsel pratikler isaret ettikleri nesnelerin dagilimini olusturan farklilasma aglarini ifadelerinin bicimsel dizilimini olusturan ozne konumlarini kavramsal butunlukleri ve iliskileri ureten birlikte varolus imkanlarini ve strajetik kurulumlari ve mekanizmalari yonlendiren arzular ve amaclari belirleyerek islev gosterirler Belirli bir soylemsel olusum en nihayetinde soylemsel pratiklerin urettigi kurallar butunudur Bu kurallara gore ortaya cikan ifadeler pozitiflik yani bir dogruluk degeri edinirken ifade ettikleri sey bilgi olma olanagi kazanir Soylemsel olusum tutarlilik ve ozerkligini gelistirdikce epistemolojik olarak kendi alanini kurabilir bilimsellik seviyesine olusabilir ve kendi bicimselligini gelistirebilir Bu acidan Foucault nun soylem terimiyle Antik Yunan felsefesinin logos kavramini kastettigini ve yorumladigini dusunebiliriz cunku logos hem mantik hem dil hem akil hem de hakikatin soz ile aciga cikarilmasi anlamlarini tasimaktadir ki Foucault icin soylemsel olusum bir anlamda hakikati sadece aciga cikaran degil ayni zamanda onu ureten ve belirleyen tarihsel surectir Foucault nun tekrar tekrar vurguladigi nokta soylemsel olusumlarin tarihselligidir Soylemler olusturduklari belirli bir ag icerisinde belirli bir donemde ve toplumda bilginin ve hakikatin uretilme imkanlarini saglarlar Tarihsel surecte episteme cesitli soylemsel olusumlarin surekliligi ve sureksizligi icerisinde degisiklikler gosterir ancak bu tarihsel surecin tamamini kapsayan ve bilginin ilerleme yonunu tayin eden temel bir neden yapi ya da mekanizma yoktur Bir yandan Hegelci veya Marxist obur yandan pozitivist tarih ve hakikat anlayislarina karsi cikan Foucault belirli bir bilgi sisteminden sonra baska bir bilgi sisteminin yeni bir kurallar butunu ile gelebilecegini fakat bu farkli hakikat anlayislarini bir ilerlemenin basamaklari olarak belirleyen hicbir seyin olmadigini birinden sonra digerinin gelmesini onceden belirleyen a priori bir nedenselligin var olmadigini iddia eder Deliligin Tarihi nde delilik kavraminin Ronesans tan modern doneme kadar nasil evrim gecirdigini incelerken Orta Cag da ve Ronesans ta delilik ile akil arasinda hiyerarsik bir guc iliskisi olmadigini fakat aralarinda bir diyalog oldugunu soyleyen Foucault modern donemle birlikte once delilerin binalara kapatilmasi sonra da delilik hakkinda uretilen soylemsel pratiklarin deliligi bir akil hastaligi olarak belirlemesi ile delilik uzerindeki iktidarin kuruldugunu soyler Bu anlamda bir yandan delilik hakkinda uretilen bilgi ve hakikat soylemsel pratiklerin bir sonucu iken ayni zamanda guc iliskilerinin de bir urunudur ve bir baski ve iktidar surecinde temellenir Modern anlamda akil dedigimiz seyin bu soylem ve iktidar surecinde deliligi baski altinda tutmasi gereken ve bunun icin deliligi akil uzerinden akil hastaligi olarak anlamasi gereken dolayisiyla da her seyin aklin kendisi uzerinden belirlenmek zorunda kaldigi bir surec uzerine kurulu oldugunu soyler Bununla iliskili olarak Klinigin Dogusunda ise modern tibbin nasil 18 yuzyilin sonundaki hastene pratikleriyle ortaya cikan bedeni nesnelestiren bir inceleme ve sorgulama sureci olarak tibbi bakis ve doktora atfedilen otorite ile gelistigini inceler Kelimeler ve Seyler kitabinda ise 18 yuzyilda modern haliyle ortaya cikan ekonomi dilbilim ve biyoloji alanlarinin dogusunu inceleyerek her ne kadar bu bilimler birbirlerinden bagimsizmis gibi gorunse de ucunde de ortak varsayimlarin dusunme bicimlerinin soylemsel olusumlarin ve hakikat anlayisinin bulundugunu iddia eden Foucault bu degisimi modern insan bilimlerinin ve dolayisiyla modern insan anlayisinin temelini olusturan soylemsel pratikleri belirleyen episteme degisimi olarak gostermeye calisir Dil alaninda sozdiziminden dilbilme canlilar alaninda dogal tarihten biyolojiye para alaninda zenginliklerden ekonomiye gecisi soylemsel olusumlar acisindan Klasik Cagda 14 17 yuzyil temsil siralama ozdeslik ve farkliliklar uzerine kurulu siniflandirma ve kategorileme surecleri ile belirlenen bir hakikat anlayisindan Modern Cagda 18 yuzyil ve sonrasi dilde kurularak ortaya cikan ve kendini ifade eden bir ozne anlayisi ile yeni uretilen bir insan tanimi uzerine kurulu bir hakikat anlayisina gecis olarak belirler Bu anlamda Foucault insanin bu surecte uretildigini ve iki yuzyillik bir tarihi oldugunu iddia eder Iktidar1970 lere kadar incelemeleri temelde soylemlerin analizi temasina odaklanan Foucault 70 lerden sonra yazdigi kitaplar ve verdigi derslerle birlikte inceleme alanini politik yonde genisletmistir Hapishanenin Dogusu ile ortaya attigi iktidar teorisi ve Cinselligin Tarihi nin birinci cildinde sundugu biyoiktidar kavrami Foucault nun sosyal bilimlerde en cok etkili olmus ve etkisini gunumuzde de surdurmekte olan fikirleridir Bu alanlara yonelip teorilerini gelistirmesinde bir yandan 68 olaylari ve sonrasinda ortaya cikan toplumsal hareketler bir yandan da 68 olaylari sonrasi benimsedigi politik aktivist olarak unlu Fransiz entelektueli karakteri icerisinde dahil oldugu pek cok direnis kampanya ve gosterinin etkili oldugu soylenebilir Hapishanenin Dogusunun ilk bolumunun sonunda kitabi yazmasininin nedeninin 70 lerin basinda mahkumlarin Fransa daki hapishane kosullarina karsi yaptigi eylemler oldugunu soyleyen Foucault ayni donemde hapishanelerdeki kotu kosullari ortaya cikarmak ve mahkumlara kendilerini ifade etme imkani saglamak amaciyla kurulan Groupe d Information sur les Prisons GIP yani hapishaneler hakkinda bilgilendirme grubu es kurucularindandir Foucault Cinselligin Tarihinin birinci cildinin Yontem bolumunde iktidar analizinin guc iliskileri uzerine temellendirilmesi gerektigini soyler Buna gore iktidar birbirleriyle karsilasan guc iliskileri coklugu icerisinde bu iliskileri kuran orgutleyen donusturen saglamlastiran tersine ceviren hareket guc iliskilerini birbirine baglayan sistemler ile birbirinden ayiran farkliliklar ve karsitliklari olusturan dayanak noktalari ve en nihayetinde bu iliskilerin etkili olduklari kurumsal saydamlasmanin gerceklestigi devlet aygitlarinda hukuki sisteminin ve yasalarin duzenlenmesinde ve toplumsal hegemonyada gelisen stratejiler sonucu olusur Iktidar bir sey ya da bir neden degildir toplumsal iliskiler icerisinde bu iliskilerin faaliyet gosterdigi guc aglarinin duzenlenme bicimidir Bu her an her alanda gerceklesen karsilasmalar ile ortaya cikan iktidar micropolitka duzeyinde isler hegemonya ile temellenir ve toplumun yasal ve idari kurumlarinda islev gosteren mekanizmasini bulur Iktidar her yerdedir cunku her yerden gelir toplumsal iliskiler icerisinde ortaya cikan en kucugunden en buyugune guc karsilasmalari iktidari belirleyen iliskilerin ortaya ciktigi ve gerceklestigi yerdir Hapishanenin Dogusu kitabi bu anlamda modern iktidar rejiminin ortaya cikisini 18 yuzyilin sonu ve 19 yuzyilin basinda degisim geciren hapishane sisteminden yola cikarak belirleme amacindadir Foucault ya gore 18 yuzyil ve oncesinin temel iktidar rejimi hukumdarin iktidari uzerine kuludur Antik Roma ya kadar giden bu iktidar biciminde hukumdar yasami elinden alma ya da yasamaya izin verme yetkisine sahip olan kisidir Bedenin uzerine kurulu olan bu iktidar kendisini yine beden uzerinden gosterir ve kurgular Bir yanda tarihci Alfred Kantorowicz in ifade ettigi Kral in bedeni yani kral etrafinda duzenlenmis butun bir politik sembolik sistem vardir diger yanda ise Foucault nun mahkumun bedeni dedigi iktidarin varligini topluma gostermek amaciyla herkesin onunde uzun uzun iskence ettigi sorguladigi gunahini cikarttigi parcaladigi daragacinda astigi kafasini kopardigi ve boylece iktidarinin gucunu kanitladigi beden vardir Modern iktidarin bicimine ise Foucault biyoiktidar adini verir Ilk olarak Hapishanenin Dogusu kitabinda ve sonrasinda Biyopolikanin Dogusu gibi derslerinde kavramsallastirdigi biyoiktidar modern toplumda iktidar temel isleme bicimini ifade eder Buna gore biyoiktidar beden degil ruh uzerine kuruludur insanin yasamini duzenleme organize etme belirleme bilgisi uretme yonlendirme ve kontrol etme gibi sureclerle isleyen biyoiktidar uretkendir yani yalnizca insanin icinde yasadigi toplumsal iliskiler butununun duzenini degil ayni zamanda bu iliskiler icerisinde iktidara tabi olan bireylerin ozneliklerini de ureterek islev gosterir Hapishanenin Dogusunun Disiplin bolumu ve ozellikle son kismindaki panoptikon incelemesi Foucault nun metinleri icerisinde bir yandan en populer obur taraftansa en acik ve sade anlatima sahip olan kisimlaridir Panoptikon Ingiliz filozof hukukcu reformcu ve modern faydacilik felsefesinin kurucularindan Jeremy Bentham in ortaya attigi bir hapishane modelidir Ortada bir gozetleme kulesi ve etrafina dairesel bicimde siralanmis hucrelerden olusan bu basit hapishane duzeni Foucault ya gore biyoiktidarin paradikmatik ve idea bir ornegini sunar Butun mahkumlar ayni hucrelere yerlestirilmislerdir parmakliklar haricinde hicbir zincir gardiyan ya da baski unsuru yoktur ki zaten Bentham panoptikonu daha insancil bir hapishane sistemi gelistirebilmek icin ortaya atmistir Panoptikonun temel mantigi butun mahkumlarin icerisini goremedikleri gozetleme kulesine her zaman gorunur halde olmalari uzerine kurulur boylece kulede onlari izleyen birisi olsa da olmasa da mahkumlar kendi davranislarini duzenlem zorunda kalacaklardir Modern iktidar bicimi olarak biyoiktidar rejimi tam da insanin kendi kendisini kontrol etme ve kendi ozneligini olusturma surecine mudahale ederek dahil olmakta ve insanin butun bireyselligini dissallastirip yasamsal faaliyetlerini olabildigince toplumsal sureclerde islev gosterebilecek birer kuvvet haline getirme cabasindadir Foucault nun bu analizinin temelinde yatan temel iddia ise bu iktidar biciminin sadece hapishanelere ozgu olmadigi fakat modern iktidarin kendisini gerceklestirdigi her alanda benzer mantiga sahip sureclerle islev gosterdigidir Panoptikonu yalnizca bir hapishane olarak degil bir isyeri okul hastane akil hastanesi veya ordu kislasi olarak da dusunebilecegimizi soyleyen Foucault modern disiplin anlayisinin bu kurumlarinin modern isleyis sureclerinde ortaya ciktigini iddia eder Modern hapishane okul isyeri hastane askeriye gibi kurumlarin hepsinin degistirilebilir dolayisiyla egitilebilir duzenlenebilir ve iyilestirilebilir bir insan dogasi dusuncesine dayanarak sekillendigini dusunen Foucault bedensel davranislarin ve faaliyetlerin cesitli islevleri yerine getirme kapasitesine sahip kuvvetler olarak anlasildigi ve yonetildigi bu kurumlarda en temelinde gozetleme sinava tabbii tutma derecelendirme sinama sorgulama teshis etme kimligini saptama gibi yontemlerle belirli bir bireyselligin insa edildigini ve bu surecin modern anlamda ozne olma dedigimiz seyi insa ettigini savunur Oznelik deneyimiNietzsche Ahlak in Soykutugunde ozne dedigimiz seyin gucsuz olduklari icin bir eylemde bulunamayan insanlarin kendi gucsuzluklerini gizlemek icin aslinda zorunda kalarak yaptiklari seylerden bunu sanki onlar yapmis gibi bir oznenin faaliyeti olarak bahsetmesi sonucu ortaya ciktigini soyler Bu durum dilin kullanimina yerlestiginde ornegin simsek cakti dedigimizde aslinda gercekte sadece bir olay oldugu halde biz bu olayin sanki onu gerceklestiren bir faili olarak simsek diye bir ozne varmis gibi konusmaya baslariz Oysa Nietzsche David Hume ile oldukca paralel bicimde gercekte yalnizca olaylarin ve eylemlerin oldugunu ozne diye bir seyin gercekte olmadigini fakat bizim gerceklik hakkinda konustugumuz dil icerisinde uretildigini soyler Foucault nun temel ozne analizi bu goruse yani oznenin toplumsal iliskiler ve pratikler icerisinde gelisen bir anlamlandirma surecinin sonucu olarak ortaya cikan uretilmis insa edilmis bir urun oldugu fikrine dayanir Heidegger Varlik ve Zaman da insanin var oldugu dunyanin her zaman belirli bir ortalama herkes icin bir yorumu oldugunu ve dunyayi bu acidan anlamli kildigini fakat bu hakikat yorumunun ozgun ve insanin kendi varligina dair olmadigini hakikatin ustunu ortup onu gizledigini soyler Bu anlamda Heidegger icin ozgun bir varlik yorumuna ulasmanin birincil kosulu bu herkes bakis acisinin icinin boslugunu anlamsizligini hicligini fark etmek ve ondan koparak kendine gelmek ve ozgun bir kendini anlamlandirma ve var etme cabasina girismektir Fakat bu eylemlilik her halukarda toplumsal ortalamaya tekrar dusecektir Bu anlamda Foucault ozne analizini her zaman bu acidan yani toplum tarafindan herkes icin uretilmis ve herkesi belirli bir ortalama normallik seviyesine indirgeyen bir ozne insaasi olarak ortaya koyar Heidegger den yola cikan ve Sigmund Freud un psikanaliz teorilerini Ferdinand de Saussure un dil uzerine gelistirdigi teoriler isiginda yorumlayan Lacan icine dogdugumuz halihazirda anlamlandirilmis dunyayi dil olarak yorumlar Dilin birbirlerine cesitli zincirler ve aglar ile bagli isaretler ya da gosterenler ile kurulan sembolik duzleminde uretilen anlamlar icinde yasadigimiz toplumsal gercekligi herkes icin hakikat yorumunu olusturmaktadir Lacan in en onemli tezlerinden birisi bilincdisinin da dil gibi yapilandigidir dolayisiyla Lacan bilincdisini dilin yapisal analiziyle ulasilabilen ve yorumlanabilen bir surec olarak belirler Lacan a gore burada iki adet ozne konumu vardir birincisi dili kullanan ve konusmayi yapan ozne iken digeri ise dilde ifade edilen ve sembolik duzlem icinde kurgulanarak ortaya cikan oznedir Iste bu ikinci anlamiyla yani dil icerisinde kurgulanarak ortaya cikan ve insa edilmis halde var olan ozne Foucault un analizinin hedefidir Foucault ya gore ozne her zaman toplumsal iliskiler agi icerisinde ve dilin sembolik duzleminde ortaya cikar dolayisiyla analizlerinde hicbir zaman bir ozneye faillik atfetmez ve dolayisiyla da bir nedensellik sunmaz Nedenselligi ve failligi reddeden Foucault oznenin soylemsel olusumlar icerisindeki bir konum oldugunu ve esas olarak soylemsel pratikler ve iktidar iliskileri tarafindan uretildigini savunur Foucault ya gore panoptikon gozetleme kulesi ile hucre arasindaki iliskidir ve gozetleyen de mahkum da bu iktidar iliskisine tabii olarak kendi ozneligini bu surec icerisinde uretir Bu sureci belirlemek icin Foucault assujettissement terimini kullanir ki bu terim Fransizcada hem oznelestirme hem de tebaalastirma anlamina gelir Oznelik deneyimi iktidar iliskileri icerisinde bireyi iktidara tabi kilmak icin kurgulanir dolayisiyla ozne olmak iktidarin tebaasi haline gelmektir Burada onemli olan iktidara tabi olanlarin her zaman pasif degil cogu zaman katif rol oynadigi iktidarin ise yalnizca kisitlayici ve baskilayici degil ayni zamanda uretken oldugudur Soylemsel pratikler ve iktidar iliskileri icerisinde uretilen hakikat icerisine dogan insanlar ayni zamanda kendi hakikatlerini de bu yolla bulmakta ve kendilerini bu yolla anlamaktadirlar Aslinda Heidegger in dedigi uzere oznenin kendi hakikati toplum tarafindan belirlenmis bir konum oldugu icin bir hictir ve Nietzsche nin dedigi uzere hakikat ancak bir onu kendimiz ustlenip urettigimiz ve ortaya koydugumuz surece vardir Oznelik deneyimi bu anlamda dinamik bir surectir bireyler kendilerini toplum icerisindeki konumlarini ve gucun iliskilenme bicimlerini surekli olarak anlamlandirmakta yorumlamakta ve elestirmektedirler ve iktidar iliskilerinin kendisi de bu sureclerin tamamina baglidir Bu nedenle kendi varligini surdurebilmek icin iktidar her zaman belirli bir normallestirme sureci olarak islev gostermek zorundadir bu da toplumsal acidan normal herkese dair olanin kabul goren olarak belirlenmesi ve bunun sonucunda ortaya cikan anormalliklerin duzenlenmesi ve olabildigince iktidar icin islevli hale getirilmesi cabasini dogurur Bu anlamda ornegin deliler onceden toplum icerisinde yasayan kabul goren gunluk hayatin bir parcasi olan insanlarken modern donemde toplumdan soyutlanmis kapatilmis ve delilik hakkinda uretilen butun bir tibbi mudahale prosedurleriyle hayata donmeleri yani bir iste calisabilir ve dolayisiyla toplum icin faydali olabilir hale gelmeleri saglanmaya calisilmistir Biyoiktidar tam da bu surecin adidir CinsellikFoucault nun 7 kitap olarak planladigi fakat olmeden once ancak ilk ucunu yayimlayabildigi ve dorduncusunun yarim kaldigi Cinselligin Tarihinin ilk kitabinda 19 yuzyilda cinsellik hakkinda uretilen soylemler ve pratikler uzerinden modern cinsellik kavraminin ortaya cikisini incelerken bir yandan da bu sureci biyoiktidar teorisi zemininde temellendirir Bilgi uretiminin kosulunun iktidar rejiminin baski ve tahakkum mekanizmalari oldugunu savunan Foucault cinsellik hakkindaki bilginin de cinselligin baski altina alinmasi sonucu ortaya ciktigini ve tahakkum altina alma olarak bilgi uretme surecinin Freud ve psikanaliz ile nihai noktasina ulastigini savunur Batili ve dogulu ayrimi uzerinden doguyu tahakkum altina alan ve onun bilgisini oryantalizm calismalari olarak uretirken bir yandan da ona karsi kendisini tanimlayan bati kendisini deliligi tahakkum altina alarak akil kadini tahakkum altina alarak erkek vahsiligi tahakkum altina altina alarak uygar gibi kavramlar uzerinden tanimlayarak anlamlandirmaktadir ve Foucault ya gore cinselligin tahakkum altina alinmasi da bu surecin geldigi son noktadir Biyolojik cinayetin dogasindan kaynaklanan durtuler dolayisiyla ortaya cikan arzularin bir sonucu olarak seks tam da iktidarin ozneyi insa etme surecinde bireyin kisiligini kimligini arzularini cinsel yonelimlerini ve cinsiyetini belirleme duzenleme tahakkum altina alma sureci olarak biyopolitikanin bireyi bilmesi yani biyoiktidarin ozneyi ureterek onu tebaalastirmasidir Modern biyoiktidar rejiminde ortaya cikan normal biyolojik olarak ya penise ya da vajinaya sahip olan ve bu organlara gore ayristirilmis olarak belirlenmis davranis bicimleri giyinis tarzi toplumsal roller benimseyen insanlarin karsi cinsiyete cinsel arzu duymasidir Dolayisiyla bu normal taniminin disinda kalan herkes anormal olarak tanimlanir ve cesitli bicimlerde normal olana entegre edilmeye onun tahakkumu altinda tutulmaya calisilir Burada onemli olan nokta nasil ki heteronormatif cinsellik bu iktidar rejimi icerisinde uretilmisse ayni sekilde escinsellik de biyoiktidarin mekanizmalarinin bir sonucu olarak ortaya cikmistir 19 yuzyildan once cinsellik gibi bir kelime bile olmadigi gibi escinsel gibi bir kelime olmadigina da dikkat ceken Foucault nun analizine gore escinselligi hastalik olarak ya da transseksuelligi kisilik bozuklugu olarak tanimlamak tam da biyoiktidarin tahakkum baski ve oznelestirme mekanizmalarin isleyisinin bir sonucudur Bu analiziyle Foucault queer teorisi ve toplumsal cinsiyet elestiri yonundeki calismalarin oncusu olsa da kendi zamanindaki cinsel ozgurluk tartismalarina oldukca elestirel yaklasmistir cunku belirli bir toplumsal iktidar rejiminin mekanizmasi olmadan toplumun da olmayacagini dusunen Foucault iktidar sureclerinden ozgurlesmek diye bir seyin de olmadigini savunur Yapilabilecek olan bir iktidar mekanizmasini bir baskasiyla degistirerek tahakkume karsi direnmek ve kendi bireysel deneyimde kendini yaratma ve anlamlandirma alani acmaya calismaktir Burada onemli olan herhangi bir sekilde insan dogasi olarak belirlenen hicbir seyin tahakkumden baskilamadan ve iktidardan bagimsiz olamayacagidir Cinselligin Tarihinin ilk ciltten yillar sonra yayimlanan ikinci ve ucuncu ciltlerindeki degisim Foucault un bu ozgurluk problemine bir cozum uretme cabasi olarak da gorulebilir cunku o zamana kadar soylemsel olusumlarin ve iktidar pratiklerinin modern ozneyi belirleyen surecleri nasil urettigini inceleyen Foucault 80 lerle beraber Antik Cagdan baslayan yeni bir analiz bicimi gelistirmeye calisarak kendilik uzerine farkli bir dusunce uretme cabasina girmistir 2 cildi Antik Yunan 3 cildi milattan sonra 1 ve 2 yuzyillardaki Roma hakkinda olan bu kitaplarda kendilik uzerine dusunmek ve kendiligi kurgulamak uzerinden kendini uretmeye dair farkli analizlere girismistir Platon un Alkibiadis diyalogunda Sokrates in bahsettigi epimeleia heautou ἐpimeleia ἑaytoῦ kendilik kayigisi kavramindan yola cikan Foucault kendilikle iliskinin bilmek uzerinden kurgulanisinin modern iktidar rejiminin tahakkum mekanizmasina hizmet ettigini iddia ederek Antik Cagin kendilik hakkinda kaygi duymak kendilikle ilgilenmek ozen gostermek uzerine kurulu benlik dusuncesini incelemeye girismistir Her ne kadar Antik Cagin felsefe yasam hakikat etik gibi dusunceleri hakkinda oldukca ozgun ve Heideggerci yorumlar gelistirse de Foucault Orta Cag Hristiyanligi hakkindaki 4 cildi yazarken oldugu icin boyle bir bakis acisindan nasil yeni bir deneyim ve ozgurlesme imkani ciktigi herkes icin acik degildir Ancak her halukarda analizleri gunumuzde yaygin bicimde tabulastirilan otekilestirilen ve ayrimciliga ugrayan kadinlar LGBTI bireyler cocuklar yaslilar sakatlar akil hastalari gibi farkli yasam bicimleri altinda tahakkum altina alinmis insanlarin politik haklarini savunabilmek icin pek cok dusunure politikaciya sosyal bilimcilere ve aktivistlere ilham vermistir Hakkinda Turkce ye cevrilmis kitaplarGilles Deleuze Foucault 2013 Cev Burcu Yalim Emre Koyuncu Istanbul Norgunk 1986 Foucault Paris Minuit David Macey Foucault Hakkinda Her Sey 2015 Cev Fatih Demirci Istanbul Dedalus 2004 Michel Foucault Londra Reaktion Gary Gutting Foucault Dost Kitabevi Yayinlari 2010 Dis baglantilarBiyografi info9 Ekim 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde Kaynakca a b 23 Kasim 2020 tarihinde kaynagindan arsivlendi a b Kelimeler ve Seyler Insan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi PDF Imge ss Onsoz 10 Agustos 2016 tarihinde kaynagindan PDF Erisim tarihi 26 Mart 2021 a b Ahlakin Soykutugu PDF Kabalci 26 Aralik 2020 tarihinde kaynagindan PDF Erisim tarihi 26 Mart 2021 Taylor D 2010 Michel Foucault key concepts Acumen pp 2 3 a b c d Bilginin Arkeolojisi PDF Birey 26 Aralik 2020 tarihinde kaynagindan PDF Erisim tarihi 26 Mart 2021 Deliligin Tarihi PDF Imge 6 Subat 2021 tarihinde kaynagindan PDF Erisim tarihi 26 Mart 2021 Klinigin Dogusu Epos yayinlari a b c d Hapishanenin Dogusu PDF Imge 26 Aralik 2020 tarihinde kaynagindan PDF Erisim tarihi 26 Mart 2021 a b c d e Cinselligin Tarihi PDF Ayrinti 26 Aralik 2020 tarihinde kaynagindan PDF Erisim tarihi 26 Mart 2021 a b Varlik ve Zaman PDF Idea 23 Kasim 2018 tarihinde kaynagindan PDF Erisim tarihi 26 Mart 2021 Psikanalizin Dort Temel Kavrami Metis Boyle Buyurdu Zerdust Say Yayinlari a b 29 Mart 2014 tarihinde kaynagindan arsivlendi Oryantalizm PDF Pinar Foucault Reader PDF Ingilizce Pantheon 11 Kasim 2020 tarihinde kaynagindan PDF Erisim tarihi 26 Mart 2021