Ahlakın Soykütüğü Üstüne: Bir Kavga Yazısı (Zur Genealogie der Moral: Eine Streitschrift), Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin son dönem yapıtlarındandır. Önsöz ve üç bölümden oluşan eser, 1887 yılının temmuz ve ağustos aylarında yazılmış ve aynı yılın kasım ayında basılmıştır. Nietzsche bu kitapta ceza,suç, adalet, hınç duygusu, vicdan gibi ahlaki kavramların tarihsel gelişimini inceleyip, Yahudiliğin ve Hristiyanlığın modern Avrupa kültüründe hakim kıldıkları 'ahlaki önyargıların' eleştirisini yapar. Nietzsche yorumcuları tarafından onun en sistematik kitabı olarak görülen Ahlakın Soykütüğü Üstüne, modern Avrupa kültürünün en önemli yapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir.
Önsöz
Nietzsche kitabının önsözünde, araştırmasının ahlaki anlamda iyi ve kötünün kaynağı ya da onun ifadesiyle ‘ahlaki önyargılarımızın kökeni’ üzerine olduğunu belirtir. Bu konu üzerine düşünme arzusu, arkadaşı Paul Rée’nin aynı konuyla ilgili kitabını okumasının ardından ortaya çıkmıştır. Nietzsche’ye göre, ‘bencilce olmayan’ olarak adlandırılan eylemlerin temelinde yer alan acıma, kendini yadsıma ve kendini kurban etme düşünceleri, modern Avrupa kültüründe kutsanmaktadır. En iyi ifadesini Arthur Schopenhauer’un felsefesinde bulan acıma ahlakı, Avrupa kültüründe nihilizm ve ‘Avrupa Budacılığı’ ile sonuçlanmıştır. Bunu engellemek için ahlakın kökten bir eleştirisinin, yani değerlerin yeniden bir değerlendirmesinin yapılması zorunludur.
Birinci Çalışma: “Hayır ve Şer”, “İyi ve Kötü”
Nietzsche birinci çalışmaya, ‘İngiliz psikologları’ olarak adlandırdığı, sonradan ‘ahlak soykütükçüleri’ de diyeceği düşünürlerin, ahlakın kökeni üzerine düşüncelerini eleştirerek başlar. Onlar, iyi ve kötüye dair anlayışımızın temelinde bencil olmayan eylemlerin bulunduğunu iddia etmişlerdir. Bu düşünceye göre, bencil olmayan eylemlere, bu eylemlerden yarar sağlayan kişiler tarafından ‘iyi’ denmiştir ama zamanla bu eylemlere neden iyi dendiği unutulmuş, onların kendi başlarına iyi oldukları zannedilmeye başlanmıştır. Nietzsche için, her şeyden önce, eylemleri ‘iyi’ olarak adlandıranların, bu eylemlerden yarar sağlayan kişiler oldukları düşüncesi saçmadır. Eyleme iyi diyenler, eyleme maruz kalanlar değil, eylemi gerçekleştirenlerdir. Nietzsche’nin efendiler ya da aristokratlar dediği bu kişiler, eylemlerinden bile önce kendilerini iyi olarak görürler. Kendilerini iyi olarak görmeleri değerler yaratmalarını sağlar. Değer yaratımına şeylere ad vererek devam ederler; varlıkları adlandırarak bir anlamda onları sahiplenirler ve kendilerine ait kılarlar. Yani eyleme maruz kalanların onu ‘iyi’ olarak adlandırması mümkün değildi; çünkü adlandırma efendilerin sahip olduğu bir haktı. Efendilerin eylemlerine iyi demelerinin ise yarar ile hiçbir ilgisi yoktur. Bencil olmayan eylemlerin iyi ile ilişkilendirilmesi, sürü ahlakının egemenlik kurmasının bir sonucudur.
Nietzsche İngiliz psikologlarını, iddialarının psikolojik bir tutarsızlık içerdiğini söyleyerek de eleştirir. İyi eylemin temelinde gerçekten yarar olsaydı bile, bu yarar ilkesinin nasıl olup da unutulabilmiş olduğu bir muammadır. Yarar eyleme içkin olarak var oluyorsa, eyleme maruz kalanın her zaman bu söz konusu yararın farkında olması gerekir. Her zaman farkında olunanın ise unutulması mümkün değildir.
Efendilerin yarattığı değerler, yani aristokratik değerler ahlaki anlamda iyinin kökeninde bulunur. Nietzsche bu iddiasını etimolojiye başvurarak kanıtlamaya çalışır ve Grekçe ve Latince bazı kelimelerin etimolojik analizini yapar. Ahlaki olarak olumlu denebilecek kavramların kökeninde her zaman soyluluğu, asilzadeliği, doğruluğu ya da savaşçılığı gösteren kelimeler vardır. Benzer şekilde yine ahlaki anlamda kötüye ya da benzerlerine dair kavramlar bayağılık, köylülük, basitlik gibi kelimelerden ve bunların benzerlerinden türemiştir. Nietzsche, aristokratik değerlerin hakim olduğu yaşam içinde, güç belirten sözcüklerin her zaman bir karakter özelliği olarak da algılandığını ve olumlandığını söyler.
Aristokratik değerleri yaratanlar, Nietzsche’nin ‘şövalye aristokrasisi’ olarak da adlandırdığı kasttır. Bu kastın karşısında rahipler, aristokrasiye düşman bir başka kast olarak var olurlar. “Rahiplerin değerlendirme biçimlerinin şövalye aristokrasisinden kaynaklanıp zıt yönde geliştiği kolayca kestirilebilir; bu zıt yönlü gelişme, özellikle rahipler kastıyla savaşçılar kastı, birlikte olmayı, anlaşmayı istemeyip karşı karşıya geldiklerinde ortaya çıkıyor”. Çıkarları çatışan bu iki kast arasındaki sorunlar, açık bir mücadele ile çözülemez. Rahiplerin, bedensel aktiviteleri, gücü, savaşı ve güzelliği değerleri olarak gören aristokrasiye açıktan karşı çıkma şansları yoktur. Güçsüz olan rahipler, aristokrasiyi başka bir şekilde alt etmişlerdir. Güçsüzlükleri nedeniyle sabırlı ve kurnaz olmayı öğrenen rahipler, aristokratik değer eşitliğini (iyi= soylu=güçlü=güzel =mutlu=Tanrı'nın sevgilisi) tersine çevirerek aristokrasiden intikam almışlardır. Nietzsche’nin ‘ahlakta köle başkaldırısı’ olarak adlandırdığı bu tersine çevirmeyi, ilk kez Yahudiler gerçekleştirmiştir. “Yahudiler, o rahip ruhlu halk, düşmanlarına ve istilacılarına karşı çıkarken, en sonunda sadece düşmanlarının değerlerini yeniden değerlendirmekten başka bir şey yapmadılar, yani, en tinsel intikamı gerçekleştirdiler”. Sonunda köle başkaldırısı kendi ahlakını yaratmış ve zafer kazanmıştır.
Değerlerin tersine çevrilmesi süreci “Ahlakta kölelerin başkaldırısı, hınç duygusunun yaratıcı olması ve değerler doğurmasıyla” başlar. Fakat kölelerin değer yaratımı, efendilerin değer yaratımından farklıdır. Efendiler değerlerini, kendileri dışındakilere ihtiyaç duymadan ve sadece kendilerine ‘evet’ diyerek oluştururlar. Onlar kendilerini mutlu hissettikleri için mutludurlar; düşmanlarını inceleyip onların mutsuz olduklarına kendilerini ikna ederek mutlu olmaya çalışmazlar. Köleler ise tam olarak bunu yaparlar. Güçsüz insan, önce zihninde şeytani bir düşman yaratır; ardından da bu düşmanın kötülüğü üzerinden kendisinin iyi olduğunu düşünmeye başlar. Bu nedenle, kölelerin değerleri, kendileri dışındakilerin sahip oldukları özelliklerin reddine dayanır. Bu reddetme ya da ‘hayır’ deme, köle başkaldırısında değerlerin yeniden değerlendirilmesinin de başlangıcıdır. Nietzsche ‘ye göre, köleler böylece efendilerin iyi dediklerini ‘şer’, kötü dediklerini ise ‘hayır’ yaparlar ve bu tersine çevirmeye dayanarak yeni bir ahlak sistemi oluştururlar.
Güçsüz insan, tam da güçsüz olduğu için güçlülerin sahip oldukları nitelikleri şer olarak damgalar. Ne ona karşı çıkma gücü, ne de güçlü insanın sahip olduğu özelliklere sahip olma şansı vardır. Acıma, alçakgönüllülük gibi özelliklerin değer olarak kabul edilmesi de kölelerin işte bu güçsüzlüğüne dayanır. Güçsüzlüklerini örtmek için, etkin olamamalarını meşrulaştırmak için bu niteliklerin ‘erdem’ olduğunu iddia ederler. Yahudi-Hristiyan geleneği, savunduğu değerlerin sevgiye ve umuda dayandığını söyler. Nietzsche’ye göre gerçek bunun tam tersidir. Onların bu değerleri yaratmalarını sağlayan, efendilere karşı hissettikleri hınç ve nefret duygularıdır.
Köle ahlakı ile efendi ahlakı arasında, yani iki karşıt değerler sistemi arasındaki kavga yaklaşık iki bin yıldır sürmektedir. Nietzsche’ye göre bu kavga en iyi şu şekilde sembolize edilebilir: “Yahudi’ye karşı Roma, Roma’ya karşı Yahudi”. Kavgada köle ahlakı üstülüğü sağlamış olsa da, hala tam anlamıyla zafer kazanmış değildir.
İkinci Çalışma: “Suç”, “Kara Vicdan” ve Benzerleri
İkinci çalışma, unutkanlığa ve belleğe dair bir tartışmayla açılır. Nietzsche’ye göre unutma, alışkanlık sonucu ortaya çıkan ve insanın edilgen şekilde içinde bulunduğu bir süreç değildir. Unutma etkin bir güç, “[b]ir ket vurma yetisidir”. Bilinç, bu yeti sayesinde aradığı sakinliğe kavuşabilir; insan, mutluluk ve huzur gibi duygu durumlarına bu yeti sayesinde ulaşır. Unutmanın karşıtı ise bellektir. İnsan, unutmak istemediği belirli durumlar nedeniyle bir bellek oluşturmaya başlar. Bu anlamda hatırlama da edilgen bir unutamama durumu değildir; o da bir isteme sonucu gerçekleşir. Belleğin oluşumu ile birlikte insan söz verebilen bir yaratığa dönüşür. Fakat bu dönüşüm sancılı bir süreçtir; bu süreç içinde insan nedensel düşünebilme, rastgeleliği zorunlu olandan ayırabilme, gelecekte olanları kestirebilme gibi nitelikler kazanır. Bu nitelikler insanın söz verebilen bir yaratık haline gelmesinin koşullarıdır ve onlarla birlikte insan “tahmin edilebilir, düzenli ve zorunlu” olur. Bellek sahibi olan ve tam da bu nedenle söz verebilen böyle bir insan kendisiyle gurur duymaya başlar. Kendisini, söz veremeyenler ya da verdiği sözü tutma gücüne sahip olmayanlar karşısında üstün görür. Sorumluluk sahibi birisi olarak, tam anlamıyla özgürleşmiş birisi olarak, bu güçlü insan değerlerini kendisini ölçüt alarak oluşturur ve diğer herkesi buna göre yargılar. Eşitlerine saygı duyar, kendinden güçsüzlerde ise korku yaratır. Sorumluluk hissi sonucu ortaya çıkan gururu sayesinde bu insan, üstün olma içgüdüsünün farkına varır.
Nietzsche’ye göre belleği yaratan, toplumların törelere dayanan cezalandırma yöntemleridir. Toplumlar, tutarlı davranmak zorunda hissetmeyen insanlara oldukça acı verici cezalar uygularlar. Bu şekilde de, hatırlama tekniğini (mnemo) kullanarak bu insanlarda bir bellek yaratırlar. Bellek yaratımındaki amaç, insanların toplum içindeki kurallı yaşama uyum sağlamalarıdır. İnsandaki akıl yetisi de, bu acılı ve kanlı cezalandırma süreci içinde oluşur.
Nietzsche, ceza ve suç kavramlarını tartışırken yine ahlak soykütükçülerini anar ve onların, suçun kökenine dair iddialarının da yanlış olduğunu belirtir. Ahlak soykütükçüleri, suç kavramının kökeninde ‘kişi başka türlü davranabilirdi’ düşüncesinin olduğunu söylerler. Nietzsche bu düşüncenin oldukça modern bir düşünce olduğunu ve dolayısıyla onun, suç kavramının kökeninde olamayacağını belirtir. Ona göre ceza, en başta, yapılan kötülüğe karşılık yapılan bir ödeme olarak anlaşılıyordu. Bu anlayışın kökeninde ise borçlu ile alacaklı arasındaki ilişki vardır ve bütün hukuk, borçlu ile alacaklı arasındaki bu ilişkiye dayanır. En ilkel biçiminde cezanın birbiriyle ilişkili iki işlevi vardır: Borç ödenmediğinde alacaklı, borçluya ya da sahip olduğu herhangi bir varlığa şiddet uygular. Alacaklının uyguladığı şiddet ona haz verir ve bu haz ona yapılan ödemedir. Acı çeken borçlu ise, verdiği sözü tutmadığı yani bir anlamda verdiği sözü unuttuğu için cezalandırılmış olur; borcu ona bir kez daha hatırlatılır ve bu hatırlatma bellek yaratımına katkıda bulunur. İşte suç, vicdan, ödev gibi ahlaki kavramların temelinde böyle bir ilişki vardır.
Suça karşılık olan ödemenin acı çekme olması bize kabul edilemez gelir. Nietzsche bunun nedeninin acıya dair modern düşüncelerimiz olduğunu söyler. Eski insanlar acıya bizim baktığımız gibi bakmıyorlardı. Acı verme onlar için bir hazdı. Onlar acı vermeye ihtiyaç duyarlardı; zulüm Nietzsche’nin kendi ifadesiyle “eski insanın büyük şenlik sevincini oluşturmuştur”. Eski insanlar, bizim tersimize, kendilerine ait bu özellik ile barışıklardı. Ama onlar acı çektirmeyi hiçbir zaman hınç ya da intikam duygusuyla gerçekleştirmediler. Onlar bunu safça ve çocukça duygularla yaparlardı. Modern insanın acıdan utanması ise, Nietzsche’ye göre, aslında kendi içgüdülerinden utanması demektir. Acıdan utanma ile bedensel olandan tiksinme her zaman bir arada var olmuştur ve bu bakış açısının temelinde köle ahlakı vardır.
Borçlu ile alacaklı arasındaki ilişki, insanların birbirleriyle kurduğu en eski ilişki biçimidir. İnsan bu ilişki içinde fiyatı ve değeri belirleyebildiğini fark etmiş ve değer yaratabilmesi onun övündüğü ilk özelliği olmuştur. Bu ilişki, aynı zamanda adaletin en ilkel formunu da ortaya koyar: Her şeyin bir fiyatı vardır ve bu fiyatın bedeli ödenmelidir. Adaletin hukukta kendisini gösteren anlamı da, toplumla birey arasındaki böyle bir ilişkiden hareketle ortaya çıkmıştır. Birey topluma borçlu olandır ve topluma verdiği sözleri tutmazsa, yani topluma borcunu ödemezse, toplum tarafından cezalandırılmayı hak etmiş demektir.
Nietzsche adaletin intikam demek olmadığını vurgular. İntikamın hınç duygusu sonucu oluşur; yani o tepkisel bir eylemdir. Tepkiselliğin ise adalet ile hiçbir ortaklığı yoktur. Tepkisel olan kişi karşısındakini önyargıyla, yani yanlış bir şekilde değerlendirir. Böyle bir değerlendirmede bulunan kişinin ise adil olması mümkün değildir. Sadece, karşısındakini değerlendirirken onunla arasına belirli bir mesafe koyabilenler, yani soylular ve efendiler adil olabilirler. Nietzsche adaleti sağlamak için oluşturulan hukuk kurallarının da bu düşünceyi desteklediğini belirtir. Hukuk tarihte her zaman tepkisel duyguları engellemek, yalıtmak ve yumuşatmak amacıyla kullanılmıştır.
Cezanın amacı ile kökeninin aynı olduğu düşüncesi yanlıştır. Bir kavramın kökeni, anlamınının bilinmesiyle anlaşılamaz. Her kavram tarihseldir ve bu nedenle de anlamı insanlık tarihi boyunca değişir. Bu değişim ise belirli bir amaca göre olmaz; anlam, değişimin ardından değişime uyum sağlanarak oluşturulur. Ceza, suç ve adalet kavramları da, diğer bütün kavramlar gibi, tarih boyunca farklı anlamlara sahip olmuşlardır. Örneğin cezanın vicdan azabı yaratmak amacıyla verildiği düşüncesi modern bir anlayıştır. Eskilerin yargıçları da suçluları da vicdan azabının ne olduğunu bilmezlerdi. Onlar cezalandırmanın yazgılarının sonucu olduğunu düşünürlerdi. Vicdan azabının ceza ile birlikte düşünülmesi, ancak uzun süreli ceza pratiğinin insanlarda korkuyu arttırarak onların belleklerini güçlendirmesi ve arzularını denetlemesi ile mümkün olmuştur.
Ceza pratiği, insanlarda kendi arzularını bastırma isteği yaratmıştır ve bu aynı zamanda kara vicdanın da kaynağıdır. İnsan içgüdülerini tatmin edemediği bir hayat yaşamaya başladığında, boşaltamadığı içgüdüsel enerjisini kendisine yöneltir. Kara vicdan işte bu kendi içine yönlendirmenin sonucunda ortaya çıkar. Dış dünya ile etkileşimi kısıtlanan insan, çareyi iç dünyasını büyütmekte bulur. Dış dünyaya karşı dirençten yoksun kalır ve bu nedenle de geleneklerin ağırlığı altında ezilmeye ve kendisine döndürdüğü içgüdüleri ile kendine zarar vermeye başlar. Yani kara vicdan, temelde, kendine zarar verme isteğidir. Yahudi-Hristiyan geleneğinin fedakârca hisleri ve eylemleri kutsallaştırması da kara vicdanın bu dinler tarafından olumlanması yüzündendir.
Borçlu ile alacaklı arasındaki ilişki, kara vicdanın ne olduğunu anlamak için de bir anahtardır. İlk insanlar her zaman atalarına borçlu olduklarını düşünmüşler ve bu borcu onlara kurban adayarak ödemek istemişlerdir. Fakat onlar asla borçlarını kapattıklarını düşünmemişler, toplum olarak güçlendikçe borçlarının da arttığına inanmışlardır. Güçlenen toplumlar, atalara karşı hissedilen korkunun artmasına, bu da tanrı fikrine yol açmıştır. Atalara karşı borç, tanrıya karşı borca dönüşmüştür ve bu inanç Hristiyanlık ile birlikte doruğa ulaşmıştır. Kara vicdan, borçlu olmanın suçluluğu ve ödenemez bir cezanın yarattığı utanma ile ortaya çıkmıştır. Kendisinde kara vicdan oluşturan insan, kendine zarar vermek için dine sarılmıştır. Var olmasının suç olduğunu düşündüğü içgüdülerini ortadan kaldıramadığı için, vicdan azabı içinde, bu içgüdülerin zıddı olarak tanrıyı yaratmıştır. Ona göre, içgüdüleri işte bu tanrıya karşı işlenen suçlardır.
Üçüncü Çalışma: Çileci İdeallerin Anlamı Nedir?
Üçüncü çalışma, önceki iki çalışmada üzerine konuşulan kavramlarla ilişki içinde, çileciliğin anlamının ne olduğunu tartışır. Nietzsche önce, sanatçı için bu idealin ne demek olduğunu araştırır. Örnek olarak Richard Wagner’i alır ve Wagner’in çileci ideallere bağlanmasına yol açan kişinin Schopenhauer olduğunu belirtir. Nietzsche’ye göre sanatçılar belirli idealleri sahiplenmek için her zaman filozoflara ihtiyaç duyarlar.
Filozof için çilecilik, felsefe için uygun koşulları yaratmasıyla anlam kazanır. O, çilecilik sayesinde kendi varlığını olumlayabileceğini düşünür. Çileciliğe ve ve çileciliğin üç büyük sloganı olan yoksulluk, alçakgönüllülük ve ruh temizliğine olumlu bir önyargıyla yaklaşmasının nedeni de budur. Filozof da diğer bütün insanlar gibi gücünü arttırmak ister. Ama o aynı zamanda çileci idealleri, güç istencini gizlemek için bir maske olarak kullanır ve bunun için de birçok zaman çileci rahip kılığına girer. Yani çileciliğin anlamının gerçekten kavraması için asıl yapılması gereken, çileci rahibin incelenmesidir.
Çileci rahip için çileci idealler, kendisini savunmanın ve kendisini var etmenin tek yoludur. O kendisini bu ideallere uydurarak acı çeker, zayıflar ve yoksun kalır. Acı onun tek hazzıdır. Kendisine acı çektirmekten ve bu acıyla kendisini yok etmekten keyif alır. Fakat aslında bunu efendi olma isteğiyle, hem de yaşamın efendisi olma isteğiyle yapar. Bu paradoksal bir durumdur ve “[y]aşama karşı yaşam” demektir. Çileci rahip, güçsüz ve hasta insanların oluşturduğu sürüye çoban olmak için ortaya çıkar ve sürünün hastalıklı yaşamını devam ettirmek ister. Sürü insanı, güçsüzlüğünü güce dönüştürmek için iyiyi kendisine göre tanımlar ve sağlıklı olanları cezalandırmak için bunu kullanır. Güçsüzler intikam hisleriyle sağlıklılara saldırırlar ve onların mutlu olmalarına bile katlanamazlar. Çileci rahip ise bu hasta sürünün hasta lideridir. Onlar gibi hastadır ama aynı zamanda da onlardan güçlüdür. Sürüde saygı ve korku uyandırır ve sürüdekileri sağlıklı olanlardan korur. Güçlülerden nefret eder ve onları küçümser. Kurnaz, sinsi, sabırlı ve soğuktur; her şeyi hastalandırır, iyileştirmeye çalışırken bile bozar. Sürünün düzenini, insanlardaki hınç duygusununun yönünü değiştirterek sağlar. Acı çeken ve bu nedenle hıncını boşaltmak isteyen sürüdeki insanlara, kendilerini suçlamalarını söyler ve böylece onların hınç duygularını kendilerine çevirtir.
Günah, suç, lanet gibi kavramlar çileci rahibin sürüyü sözde iyileştirme çabaları göz önüne alınarak anlaşılmalıdır. Çileci rahip güçsüzlerin kendilerini disiplin altına almalarını sağlar; onları bir araya getirir ve örgütler. Fakat çileci rahip hastalıkla savaşmadığı ve yalnızca görünüşteki acıyı dindirmeye çalıştığı için bir doktor değildir. O yalnızca kurtarıcı rolüne soyunur; insanları avutma konusunda ustadır. Bezginliğin ve ağırlığın fizyolojik nedenlerini anlayamadığı için, bunlara psikolojik çözümler bulmaya çalışır. Çileci rahip sürü insanında dinginliği ve huzuru dört farklı yolla sağlar. İlki acıyı yok etmeye çalışmaktır; bunun için de çileci rahip memnuniyet duygusuna savaş açar. Yoksunluk ya da hipnoz yoluyla isteme ve arzu sıfıra indirilmeye çalışılır. İkinci yol, mekanik etkinlik ile acının unutturulmasıdır. İnsanın gerçekleştirdiği başka bir etkinlik ona acısını unutturur. Üçüncü yol, iyiliklerin küçük sevinçler olarak ortaya konmasıdır. Örneğin çileci rahip insanların birbirlerine yardım etmesini ister ve böyle etkinlikleri örgütler. Böylece güçsüzlerin bu eylemlerle tatmin olup acılarını unutmalarını sağlar. Dördüncü yol, çileci rahibin müritlerinde duygu taşkınlığı yaratarak onların acılarını bir süreliğine durdurmasıdır. Ama bu taşkınlık hastayı daha da hasta yapmaktan başka bir işe yaramaz. Böyle ‘tedaviler’ kişiyi daha uysal ve evcil yapmakta başarılı olsa da, hastalığa herhangi bir çözüm sağlamaz. Tam tersine çileci rahibin yöntemleri hastalık yayar ve hastalıkların etkisini genişletir.
Çileciliğe karşıt gözüken bilim bile aslında onun ideallerine sahip çıkar. Modern bilim kendisiyle ilgili hangi iddialarda bulunursa bulunsun metafizik inançlara sahiptir. Modern bilimin felsefi kabullerinden biri olan hakikate ulaşılabileceğine dair inanç, bunlar arasında en önemlisidir ve onun çileci idealle arasındaki temel ortaklıktır. Bilim çileci idealin sadece dış görünüşüyle kavga eder. Nietzsche’ye göre, çağına hakim olan tanrıtanımazcılık bile çileci idealin karşıtı değil, onun gelişiminin son evrelerinden biridir.
İnsan hiçbir zaman acı çekmekten korkmamıştır; onu rahatsız eden sadece çektiği acının anlamsızlığıdır. Çileciliğin bütün bir kültür üzerinde hakimiyet kurmasını sağlayan da, işte insanın bu acısına bir anlam verebilmesidir. İnsanlar en kötü anlamı bile anlamsızlığa tercih ederler ve öyle de yapmışlardır. Onlar, istememeye karşı istemeyi seçmişlerdir; bu isteme, hiçi isteme olsa bile.
Kaynakça
- ^ Friedrich Nietzsche, On The Genealogy of Morality adn Other Writings, ed. Keith Ansell-Pearson, çev. Carol Diethe, New York: Cambridge University Press, 2008, Introduction, s. xiii-xiv.
- ^ Nietzsche, a.g.e., Introduction, s. xiii.
- ^ Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne: Bir Kavga Yazısı, çev. Ahmet İnam, İstanbul: Say Yayınları, 2008, s.28.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 32.
- ^ ‘Ahlak Soykütükçüleri’ ile ilgili daha fazla bilgi için bkz. Millgram, E. (2007) “Who Was Nietzsche's Genealogist?”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol. 75, No. 1, 92-110.
- ^ Friedrich Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü Üstüne: Bir Kavga Yazısı, çev. Ahmet İnam, İstanbul: Say Yayınları, 2008, s. 39-40.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 41.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 42.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 43-45.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 47.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 48.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 51.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 61-62.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 66.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 73.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 74.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 75.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 76-78.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 79.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 82.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 86.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 90.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 91.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 92-93.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 98.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 99-101.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 105.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 108-109.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 120-122.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 131.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 135.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 139.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 145-146.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 147-148.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 150.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 153-158.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 162-163.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 168.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 171-173.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 179.
- ^ Nietzsche, a.g.e., s. 182.
wikipedia, wiki, viki, vikipedia, oku, kitap, kütüphane, kütübhane, ara, ara bul, bul, herşey, ne arasanız burada,hikayeler, makale, kitaplar, öğren, wiki, bilgi, tarih, yukle, izle, telefon için, turk, türk, türkçe, turkce, nasıl yapılır, ne demek, nasıl, yapmak, yapılır, indir, ücretsiz, ücretsiz indir, bedava, bedava indir, mp3, video, mp4, 3gp, jpg, jpeg, gif, png, resim, müzik, şarkı, film, film, oyun, oyunlar, mobil, cep telefonu, telefon, android, ios, apple, samsung, iphone, xiomi, xiaomi, redmi, honor, oppo, nokia, sonya, mi, pc, web, computer, bilgisayar
Ahlakin Soykutugu Ustune Bir Kavga Yazisi Zur Genealogie der Moral Eine Streitschrift Alman filozof Friedrich Nietzsche nin son donem yapitlarindandir Onsoz ve uc bolumden olusan eser 1887 yilinin temmuz ve agustos aylarinda yazilmis ve ayni yilin kasim ayinda basilmistir Nietzsche bu kitapta ceza suc adalet hinc duygusu vicdan gibi ahlaki kavramlarin tarihsel gelisimini inceleyip Yahudiligin ve Hristiyanligin modern Avrupa kulturunde hakim kildiklari ahlaki onyargilarin elestirisini yapar Nietzsche yorumculari tarafindan onun en sistematik kitabi olarak gorulen Ahlakin Soykutugu Ustune modern Avrupa kulturunun en onemli yapitlarindan biri olarak kabul edilmektedir Onsoz Nietzsche kitabinin onsozunde arastirmasinin ahlaki anlamda iyi ve kotunun kaynagi ya da onun ifadesiyle ahlaki onyargilarimizin kokeni uzerine oldugunu belirtir Bu konu uzerine dusunme arzusu arkadasi Paul Ree nin ayni konuyla ilgili kitabini okumasinin ardindan ortaya cikmistir Nietzsche ye gore bencilce olmayan olarak adlandirilan eylemlerin temelinde yer alan acima kendini yadsima ve kendini kurban etme dusunceleri modern Avrupa kulturunde kutsanmaktadir En iyi ifadesini Arthur Schopenhauer un felsefesinde bulan acima ahlaki Avrupa kulturunde nihilizm ve Avrupa Budaciligi ile sonuclanmistir Bunu engellemek icin ahlakin kokten bir elestirisinin yani degerlerin yeniden bir degerlendirmesinin yapilmasi zorunludur Birinci Calisma Hayir ve Ser Iyi ve Kotu Nietzsche birinci calismaya Ingiliz psikologlari olarak adlandirdigi sonradan ahlak soykutukculeri de diyecegi dusunurlerin ahlakin kokeni uzerine dusuncelerini elestirerek baslar Onlar iyi ve kotuye dair anlayisimizin temelinde bencil olmayan eylemlerin bulundugunu iddia etmislerdir Bu dusunceye gore bencil olmayan eylemlere bu eylemlerden yarar saglayan kisiler tarafindan iyi denmistir ama zamanla bu eylemlere neden iyi dendigi unutulmus onlarin kendi baslarina iyi olduklari zannedilmeye baslanmistir Nietzsche icin her seyden once eylemleri iyi olarak adlandiranlarin bu eylemlerden yarar saglayan kisiler olduklari dusuncesi sacmadir Eyleme iyi diyenler eyleme maruz kalanlar degil eylemi gerceklestirenlerdir Nietzsche nin efendiler ya da aristokratlar dedigi bu kisiler eylemlerinden bile once kendilerini iyi olarak gorurler Kendilerini iyi olarak gormeleri degerler yaratmalarini saglar Deger yaratimina seylere ad vererek devam ederler varliklari adlandirarak bir anlamda onlari sahiplenirler ve kendilerine ait kilarlar Yani eyleme maruz kalanlarin onu iyi olarak adlandirmasi mumkun degildi cunku adlandirma efendilerin sahip oldugu bir hakti Efendilerin eylemlerine iyi demelerinin ise yarar ile hicbir ilgisi yoktur Bencil olmayan eylemlerin iyi ile iliskilendirilmesi suru ahlakinin egemenlik kurmasinin bir sonucudur Nietzsche Ingiliz psikologlarini iddialarinin psikolojik bir tutarsizlik icerdigini soyleyerek de elestirir Iyi eylemin temelinde gercekten yarar olsaydi bile bu yarar ilkesinin nasil olup da unutulabilmis oldugu bir muammadir Yarar eyleme ickin olarak var oluyorsa eyleme maruz kalanin her zaman bu soz konusu yararin farkinda olmasi gerekir Her zaman farkinda olunanin ise unutulmasi mumkun degildir Efendilerin yarattigi degerler yani aristokratik degerler ahlaki anlamda iyinin kokeninde bulunur Nietzsche bu iddiasini etimolojiye basvurarak kanitlamaya calisir ve Grekce ve Latince bazi kelimelerin etimolojik analizini yapar Ahlaki olarak olumlu denebilecek kavramlarin kokeninde her zaman soylulugu asilzadeligi dogrulugu ya da savasciligi gosteren kelimeler vardir Benzer sekilde yine ahlaki anlamda kotuye ya da benzerlerine dair kavramlar bayagilik koyluluk basitlik gibi kelimelerden ve bunlarin benzerlerinden turemistir Nietzsche aristokratik degerlerin hakim oldugu yasam icinde guc belirten sozcuklerin her zaman bir karakter ozelligi olarak da algilandigini ve olumlandigini soyler Aristokratik degerleri yaratanlar Nietzsche nin sovalye aristokrasisi olarak da adlandirdigi kasttir Bu kastin karsisinda rahipler aristokrasiye dusman bir baska kast olarak var olurlar Rahiplerin degerlendirme bicimlerinin sovalye aristokrasisinden kaynaklanip zit yonde gelistigi kolayca kestirilebilir bu zit yonlu gelisme ozellikle rahipler kastiyla savascilar kasti birlikte olmayi anlasmayi istemeyip karsi karsiya geldiklerinde ortaya cikiyor Cikarlari catisan bu iki kast arasindaki sorunlar acik bir mucadele ile cozulemez Rahiplerin bedensel aktiviteleri gucu savasi ve guzelligi degerleri olarak goren aristokrasiye aciktan karsi cikma sanslari yoktur Gucsuz olan rahipler aristokrasiyi baska bir sekilde alt etmislerdir Gucsuzlukleri nedeniyle sabirli ve kurnaz olmayi ogrenen rahipler aristokratik deger esitligini iyi soylu guclu guzel mutlu Tanri nin sevgilisi tersine cevirerek aristokrasiden intikam almislardir Nietzsche nin ahlakta kole baskaldirisi olarak adlandirdigi bu tersine cevirmeyi ilk kez Yahudiler gerceklestirmistir Yahudiler o rahip ruhlu halk dusmanlarina ve istilacilarina karsi cikarken en sonunda sadece dusmanlarinin degerlerini yeniden degerlendirmekten baska bir sey yapmadilar yani en tinsel intikami gerceklestirdiler Sonunda kole baskaldirisi kendi ahlakini yaratmis ve zafer kazanmistir Degerlerin tersine cevrilmesi sureci Ahlakta kolelerin baskaldirisi hinc duygusunun yaratici olmasi ve degerler dogurmasiyla baslar Fakat kolelerin deger yaratimi efendilerin deger yaratimindan farklidir Efendiler degerlerini kendileri disindakilere ihtiyac duymadan ve sadece kendilerine evet diyerek olustururlar Onlar kendilerini mutlu hissettikleri icin mutludurlar dusmanlarini inceleyip onlarin mutsuz olduklarina kendilerini ikna ederek mutlu olmaya calismazlar Koleler ise tam olarak bunu yaparlar Gucsuz insan once zihninde seytani bir dusman yaratir ardindan da bu dusmanin kotulugu uzerinden kendisinin iyi oldugunu dusunmeye baslar Bu nedenle kolelerin degerleri kendileri disindakilerin sahip olduklari ozelliklerin reddine dayanir Bu reddetme ya da hayir deme kole baskaldirisinda degerlerin yeniden degerlendirilmesinin de baslangicidir Nietzsche ye gore koleler boylece efendilerin iyi dediklerini ser kotu dediklerini ise hayir yaparlar ve bu tersine cevirmeye dayanarak yeni bir ahlak sistemi olustururlar Gucsuz insan tam da gucsuz oldugu icin guclulerin sahip olduklari nitelikleri ser olarak damgalar Ne ona karsi cikma gucu ne de guclu insanin sahip oldugu ozelliklere sahip olma sansi vardir Acima alcakgonulluluk gibi ozelliklerin deger olarak kabul edilmesi de kolelerin iste bu gucsuzlugune dayanir Gucsuzluklerini ortmek icin etkin olamamalarini mesrulastirmak icin bu niteliklerin erdem oldugunu iddia ederler Yahudi Hristiyan gelenegi savundugu degerlerin sevgiye ve umuda dayandigini soyler Nietzsche ye gore gercek bunun tam tersidir Onlarin bu degerleri yaratmalarini saglayan efendilere karsi hissettikleri hinc ve nefret duygularidir Kole ahlaki ile efendi ahlaki arasinda yani iki karsit degerler sistemi arasindaki kavga yaklasik iki bin yildir surmektedir Nietzsche ye gore bu kavga en iyi su sekilde sembolize edilebilir Yahudi ye karsi Roma Roma ya karsi Yahudi Kavgada kole ahlaki ustulugu saglamis olsa da hala tam anlamiyla zafer kazanmis degildir Ikinci Calisma Suc Kara Vicdan ve Benzerleri Ikinci calisma unutkanliga ve bellege dair bir tartismayla acilir Nietzsche ye gore unutma aliskanlik sonucu ortaya cikan ve insanin edilgen sekilde icinde bulundugu bir surec degildir Unutma etkin bir guc b ir ket vurma yetisidir Bilinc bu yeti sayesinde aradigi sakinlige kavusabilir insan mutluluk ve huzur gibi duygu durumlarina bu yeti sayesinde ulasir Unutmanin karsiti ise bellektir Insan unutmak istemedigi belirli durumlar nedeniyle bir bellek olusturmaya baslar Bu anlamda hatirlama da edilgen bir unutamama durumu degildir o da bir isteme sonucu gerceklesir Bellegin olusumu ile birlikte insan soz verebilen bir yaratiga donusur Fakat bu donusum sancili bir surectir bu surec icinde insan nedensel dusunebilme rastgeleligi zorunlu olandan ayirabilme gelecekte olanlari kestirebilme gibi nitelikler kazanir Bu nitelikler insanin soz verebilen bir yaratik haline gelmesinin kosullaridir ve onlarla birlikte insan tahmin edilebilir duzenli ve zorunlu olur Bellek sahibi olan ve tam da bu nedenle soz verebilen boyle bir insan kendisiyle gurur duymaya baslar Kendisini soz veremeyenler ya da verdigi sozu tutma gucune sahip olmayanlar karsisinda ustun gorur Sorumluluk sahibi birisi olarak tam anlamiyla ozgurlesmis birisi olarak bu guclu insan degerlerini kendisini olcut alarak olusturur ve diger herkesi buna gore yargilar Esitlerine saygi duyar kendinden gucsuzlerde ise korku yaratir Sorumluluk hissi sonucu ortaya cikan gururu sayesinde bu insan ustun olma icgudusunun farkina varir Nietzsche ye gore bellegi yaratan toplumlarin torelere dayanan cezalandirma yontemleridir Toplumlar tutarli davranmak zorunda hissetmeyen insanlara oldukca aci verici cezalar uygularlar Bu sekilde de hatirlama teknigini mnemo kullanarak bu insanlarda bir bellek yaratirlar Bellek yaratimindaki amac insanlarin toplum icindeki kuralli yasama uyum saglamalaridir Insandaki akil yetisi de bu acili ve kanli cezalandirma sureci icinde olusur Nietzsche ceza ve suc kavramlarini tartisirken yine ahlak soykutukculerini anar ve onlarin sucun kokenine dair iddialarinin da yanlis oldugunu belirtir Ahlak soykutukculeri suc kavraminin kokeninde kisi baska turlu davranabilirdi dusuncesinin oldugunu soylerler Nietzsche bu dusuncenin oldukca modern bir dusunce oldugunu ve dolayisiyla onun suc kavraminin kokeninde olamayacagini belirtir Ona gore ceza en basta yapilan kotuluge karsilik yapilan bir odeme olarak anlasiliyordu Bu anlayisin kokeninde ise borclu ile alacakli arasindaki iliski vardir ve butun hukuk borclu ile alacakli arasindaki bu iliskiye dayanir En ilkel biciminde cezanin birbiriyle iliskili iki islevi vardir Borc odenmediginde alacakli borcluya ya da sahip oldugu herhangi bir varliga siddet uygular Alacaklinin uyguladigi siddet ona haz verir ve bu haz ona yapilan odemedir Aci ceken borclu ise verdigi sozu tutmadigi yani bir anlamda verdigi sozu unuttugu icin cezalandirilmis olur borcu ona bir kez daha hatirlatilir ve bu hatirlatma bellek yaratimina katkida bulunur Iste suc vicdan odev gibi ahlaki kavramlarin temelinde boyle bir iliski vardir Suca karsilik olan odemenin aci cekme olmasi bize kabul edilemez gelir Nietzsche bunun nedeninin aciya dair modern dusuncelerimiz oldugunu soyler Eski insanlar aciya bizim baktigimiz gibi bakmiyorlardi Aci verme onlar icin bir hazdi Onlar aci vermeye ihtiyac duyarlardi zulum Nietzsche nin kendi ifadesiyle eski insanin buyuk senlik sevincini olusturmustur Eski insanlar bizim tersimize kendilerine ait bu ozellik ile barisiklardi Ama onlar aci cektirmeyi hicbir zaman hinc ya da intikam duygusuyla gerceklestirmediler Onlar bunu safca ve cocukca duygularla yaparlardi Modern insanin acidan utanmasi ise Nietzsche ye gore aslinda kendi icgudulerinden utanmasi demektir Acidan utanma ile bedensel olandan tiksinme her zaman bir arada var olmustur ve bu bakis acisinin temelinde kole ahlaki vardir Borclu ile alacakli arasindaki iliski insanlarin birbirleriyle kurdugu en eski iliski bicimidir Insan bu iliski icinde fiyati ve degeri belirleyebildigini fark etmis ve deger yaratabilmesi onun ovundugu ilk ozelligi olmustur Bu iliski ayni zamanda adaletin en ilkel formunu da ortaya koyar Her seyin bir fiyati vardir ve bu fiyatin bedeli odenmelidir Adaletin hukukta kendisini gosteren anlami da toplumla birey arasindaki boyle bir iliskiden hareketle ortaya cikmistir Birey topluma borclu olandir ve topluma verdigi sozleri tutmazsa yani topluma borcunu odemezse toplum tarafindan cezalandirilmayi hak etmis demektir Nietzsche adaletin intikam demek olmadigini vurgular Intikamin hinc duygusu sonucu olusur yani o tepkisel bir eylemdir Tepkiselligin ise adalet ile hicbir ortakligi yoktur Tepkisel olan kisi karsisindakini onyargiyla yani yanlis bir sekilde degerlendirir Boyle bir degerlendirmede bulunan kisinin ise adil olmasi mumkun degildir Sadece karsisindakini degerlendirirken onunla arasina belirli bir mesafe koyabilenler yani soylular ve efendiler adil olabilirler Nietzsche adaleti saglamak icin olusturulan hukuk kurallarinin da bu dusunceyi destekledigini belirtir Hukuk tarihte her zaman tepkisel duygulari engellemek yalitmak ve yumusatmak amaciyla kullanilmistir Cezanin amaci ile kokeninin ayni oldugu dusuncesi yanlistir Bir kavramin kokeni anlamininin bilinmesiyle anlasilamaz Her kavram tarihseldir ve bu nedenle de anlami insanlik tarihi boyunca degisir Bu degisim ise belirli bir amaca gore olmaz anlam degisimin ardindan degisime uyum saglanarak olusturulur Ceza suc ve adalet kavramlari da diger butun kavramlar gibi tarih boyunca farkli anlamlara sahip olmuslardir Ornegin cezanin vicdan azabi yaratmak amaciyla verildigi dusuncesi modern bir anlayistir Eskilerin yargiclari da suclulari da vicdan azabinin ne oldugunu bilmezlerdi Onlar cezalandirmanin yazgilarinin sonucu oldugunu dusunurlerdi Vicdan azabinin ceza ile birlikte dusunulmesi ancak uzun sureli ceza pratiginin insanlarda korkuyu arttirarak onlarin belleklerini guclendirmesi ve arzularini denetlemesi ile mumkun olmustur Ceza pratigi insanlarda kendi arzularini bastirma istegi yaratmistir ve bu ayni zamanda kara vicdanin da kaynagidir Insan icgudulerini tatmin edemedigi bir hayat yasamaya basladiginda bosaltamadigi icgudusel enerjisini kendisine yoneltir Kara vicdan iste bu kendi icine yonlendirmenin sonucunda ortaya cikar Dis dunya ile etkilesimi kisitlanan insan careyi ic dunyasini buyutmekte bulur Dis dunyaya karsi direncten yoksun kalir ve bu nedenle de geleneklerin agirligi altinda ezilmeye ve kendisine dondurdugu icguduleri ile kendine zarar vermeye baslar Yani kara vicdan temelde kendine zarar verme istegidir Yahudi Hristiyan geleneginin fedakarca hisleri ve eylemleri kutsallastirmasi da kara vicdanin bu dinler tarafindan olumlanmasi yuzundendir Borclu ile alacakli arasindaki iliski kara vicdanin ne oldugunu anlamak icin de bir anahtardir Ilk insanlar her zaman atalarina borclu olduklarini dusunmusler ve bu borcu onlara kurban adayarak odemek istemislerdir Fakat onlar asla borclarini kapattiklarini dusunmemisler toplum olarak guclendikce borclarinin da arttigina inanmislardir Guclenen toplumlar atalara karsi hissedilen korkunun artmasina bu da tanri fikrine yol acmistir Atalara karsi borc tanriya karsi borca donusmustur ve bu inanc Hristiyanlik ile birlikte doruga ulasmistir Kara vicdan borclu olmanin suclulugu ve odenemez bir cezanin yarattigi utanma ile ortaya cikmistir Kendisinde kara vicdan olusturan insan kendine zarar vermek icin dine sarilmistir Var olmasinin suc oldugunu dusundugu icgudulerini ortadan kaldiramadigi icin vicdan azabi icinde bu icgudulerin ziddi olarak tanriyi yaratmistir Ona gore icguduleri iste bu tanriya karsi islenen suclardir Ucuncu Calisma Cileci Ideallerin Anlami Nedir Ucuncu calisma onceki iki calismada uzerine konusulan kavramlarla iliski icinde cileciligin anlaminin ne oldugunu tartisir Nietzsche once sanatci icin bu idealin ne demek oldugunu arastirir Ornek olarak Richard Wagner i alir ve Wagner in cileci ideallere baglanmasina yol acan kisinin Schopenhauer oldugunu belirtir Nietzsche ye gore sanatcilar belirli idealleri sahiplenmek icin her zaman filozoflara ihtiyac duyarlar Filozof icin cilecilik felsefe icin uygun kosullari yaratmasiyla anlam kazanir O cilecilik sayesinde kendi varligini olumlayabilecegini dusunur Cilecilige ve ve cileciligin uc buyuk slogani olan yoksulluk alcakgonulluluk ve ruh temizligine olumlu bir onyargiyla yaklasmasinin nedeni de budur Filozof da diger butun insanlar gibi gucunu arttirmak ister Ama o ayni zamanda cileci idealleri guc istencini gizlemek icin bir maske olarak kullanir ve bunun icin de bircok zaman cileci rahip kiligina girer Yani cileciligin anlaminin gercekten kavramasi icin asil yapilmasi gereken cileci rahibin incelenmesidir Cileci rahip icin cileci idealler kendisini savunmanin ve kendisini var etmenin tek yoludur O kendisini bu ideallere uydurarak aci ceker zayiflar ve yoksun kalir Aci onun tek hazzidir Kendisine aci cektirmekten ve bu aciyla kendisini yok etmekten keyif alir Fakat aslinda bunu efendi olma istegiyle hem de yasamin efendisi olma istegiyle yapar Bu paradoksal bir durumdur ve y asama karsi yasam demektir Cileci rahip gucsuz ve hasta insanlarin olusturdugu suruye coban olmak icin ortaya cikar ve surunun hastalikli yasamini devam ettirmek ister Suru insani gucsuzlugunu guce donusturmek icin iyiyi kendisine gore tanimlar ve saglikli olanlari cezalandirmak icin bunu kullanir Gucsuzler intikam hisleriyle sagliklilara saldirirlar ve onlarin mutlu olmalarina bile katlanamazlar Cileci rahip ise bu hasta surunun hasta lideridir Onlar gibi hastadir ama ayni zamanda da onlardan gucludur Surude saygi ve korku uyandirir ve surudekileri saglikli olanlardan korur Guclulerden nefret eder ve onlari kucumser Kurnaz sinsi sabirli ve soguktur her seyi hastalandirir iyilestirmeye calisirken bile bozar Surunun duzenini insanlardaki hinc duygusununun yonunu degistirterek saglar Aci ceken ve bu nedenle hincini bosaltmak isteyen surudeki insanlara kendilerini suclamalarini soyler ve boylece onlarin hinc duygularini kendilerine cevirtir Gunah suc lanet gibi kavramlar cileci rahibin suruyu sozde iyilestirme cabalari goz onune alinarak anlasilmalidir Cileci rahip gucsuzlerin kendilerini disiplin altina almalarini saglar onlari bir araya getirir ve orgutler Fakat cileci rahip hastalikla savasmadigi ve yalnizca gorunusteki aciyi dindirmeye calistigi icin bir doktor degildir O yalnizca kurtarici rolune soyunur insanlari avutma konusunda ustadir Bezginligin ve agirligin fizyolojik nedenlerini anlayamadigi icin bunlara psikolojik cozumler bulmaya calisir Cileci rahip suru insaninda dinginligi ve huzuru dort farkli yolla saglar Ilki aciyi yok etmeye calismaktir bunun icin de cileci rahip memnuniyet duygusuna savas acar Yoksunluk ya da hipnoz yoluyla isteme ve arzu sifira indirilmeye calisilir Ikinci yol mekanik etkinlik ile acinin unutturulmasidir Insanin gerceklestirdigi baska bir etkinlik ona acisini unutturur Ucuncu yol iyiliklerin kucuk sevincler olarak ortaya konmasidir Ornegin cileci rahip insanlarin birbirlerine yardim etmesini ister ve boyle etkinlikleri orgutler Boylece gucsuzlerin bu eylemlerle tatmin olup acilarini unutmalarini saglar Dorduncu yol cileci rahibin muritlerinde duygu taskinligi yaratarak onlarin acilarini bir sureligine durdurmasidir Ama bu taskinlik hastayi daha da hasta yapmaktan baska bir ise yaramaz Boyle tedaviler kisiyi daha uysal ve evcil yapmakta basarili olsa da hastaliga herhangi bir cozum saglamaz Tam tersine cileci rahibin yontemleri hastalik yayar ve hastaliklarin etkisini genisletir Cilecilige karsit gozuken bilim bile aslinda onun ideallerine sahip cikar Modern bilim kendisiyle ilgili hangi iddialarda bulunursa bulunsun metafizik inanclara sahiptir Modern bilimin felsefi kabullerinden biri olan hakikate ulasilabilecegine dair inanc bunlar arasinda en onemlisidir ve onun cileci idealle arasindaki temel ortakliktir Bilim cileci idealin sadece dis gorunusuyle kavga eder Nietzsche ye gore cagina hakim olan tanritanimazcilik bile cileci idealin karsiti degil onun gelisiminin son evrelerinden biridir Insan hicbir zaman aci cekmekten korkmamistir onu rahatsiz eden sadece cektigi acinin anlamsizligidir Cileciligin butun bir kultur uzerinde hakimiyet kurmasini saglayan da iste insanin bu acisina bir anlam verebilmesidir Insanlar en kotu anlami bile anlamsizliga tercih ederler ve oyle de yapmislardir Onlar istememeye karsi istemeyi secmislerdir bu isteme hici isteme olsa bile Kaynakca Friedrich Nietzsche On The Genealogy of Morality adn Other Writings ed Keith Ansell Pearson cev Carol Diethe New York Cambridge University Press 2008 Introduction s xiii xiv Nietzsche a g e Introduction s xiii Friedrich Nietzsche Ahlakin Soykutugu Ustune Bir Kavga Yazisi cev Ahmet Inam Istanbul Say Yayinlari 2008 s 28 Nietzsche a g e s 32 Ahlak Soykutukculeri ile ilgili daha fazla bilgi icin bkz Millgram E 2007 Who Was Nietzsche s Genealogist Philosophy and Phenomenological Research Vol 75 No 1 92 110 Friedrich Nietzsche Ahlakin Soykutugu Ustune Bir Kavga Yazisi cev Ahmet Inam Istanbul Say Yayinlari 2008 s 39 40 Nietzsche a g e s 41 Nietzsche a g e s 42 Nietzsche a g e s 43 45 Nietzsche a g e s 47 Nietzsche a g e s 48 Nietzsche a g e s 51 Nietzsche a g e s 61 62 Nietzsche a g e s 66 Nietzsche a g e s 73 Nietzsche a g e s 74 Nietzsche a g e s 75 Nietzsche a g e s 76 78 Nietzsche a g e s 79 Nietzsche a g e s 82 Nietzsche a g e s 86 Nietzsche a g e s 90 Nietzsche a g e s 91 Nietzsche a g e s 92 93 Nietzsche a g e s 98 Nietzsche a g e s 99 101 Nietzsche a g e s 105 Nietzsche a g e s 108 109 Nietzsche a g e s 120 122 Nietzsche a g e s 131 Nietzsche a g e s 135 Nietzsche a g e s 139 Nietzsche a g e s 145 146 Nietzsche a g e s 147 148 Nietzsche a g e s 150 Nietzsche a g e s 153 158 Nietzsche a g e s 162 163 Nietzsche a g e s 168 Nietzsche a g e s 171 173 Nietzsche a g e s 179 Nietzsche a g e s 182