Jacques Marie Émile Lacan (13 Nisan 1901 – 9 Eylül 1981), "Freud'dan bu yana en tartışmalı psikanalist" olarak anılan Fransız psikanalist ve psikiyatr.
Jacques Lacan | |
---|---|
Doğumu | 13 Nisan 1901 Paris, Fransa |
Ölümü | 9 Eylül 1981 (80 yaşında) Paris, Fransa |
Çağı | 20. yüzyıl |
Bölgesi | Psikanaliz |
Okulu | Psikanaliz Yapısalcılık Postyapısalcılık |
İlgi alanları | Psikanaliz |
Önemli fikirleri | Ayna evresi |
Etkilendikleri | |
Etkiledikleri
|
Geliştirdiği psikanaliz kuramlarının yanı sıra 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri olan Lacan, yapısalcılık, postyapısalcılık, eleştirel teori, feminist teori, sinema, kültürel çalışmalar gibi pek çok alanda ve çağdaş kıta felsefesinde oldukça etkili olmuştur.
Her ne kadar Lacan kendi çalışmalarını "Freud'a bir şerh" olarak sunsa da, döneminin dilbilim, antropoloji ve felsefe gibi geniş bir literatürünü Freud'un psikanaliz teorileriyle birlikte yorumlayan ve kullanan Lacan, oldukça özgün bir düşünce sistemi ortaya koymuştur.
Michel Foucault, Gilles Deleuze, Felix Guattari, Luce Irigaray, Julia Kristeva, Alain Badiou, Louis Althusser, Slavoj Žižek gibi pek çok düşünür kendi düşüncelerini, destekleyerek ya da karşı çıkarak, Lacan'ı temel alarak geliştirmiştir.
1977'de Fransız parlamentosuna rıza yaşına ilişkin birkaç maddenin yürürlülükten kaldırılması için verilen bir dilekçede Jean Paul Sartre, Foucault gibi isimlerle birlikte Lacan'ın da imzası vardır.
Yaşamı
Tam adı Jacques-Marie Emile Lacan’dır. 13 Nisan 1901'de Paris’te doğmuş, 9 Eylül 1981 de aynı yerde ölmüştür. Tıp eğitimi aldıktan sonra, 1932'de "Kişilikle İlişkileri Açısından Paranoyak Psikoz" adlı doktora teziyle psikiyatr olur. Daha sonraki çalışmaları da yine özellikle kuramsal-felsefi alanda yoğunlaşacak ve yeni bir Freud okumasıyla psikanalizi yeniden temellendirmeye yönelecektir.
Lacan’ın genel teorik şeması ve argümanları anlaşılmakla birlikte, genelde sözlerinin oldukça karmaşık, belirsiz ve anlaşılması güç bir niteliğe sahip olduğu bilinir. Dolambaçlı ve çetrefilli söz oyunları, eğretilemeler, anlaşılması ve yorumlanması güç göndermeler, düşüncelerini yazmaktan çok konuşarak anlatmaktan kaynaklanmaktadır. Dokümanlar, daha çok öğrencilerinin ve izleyicilerinin tuttuğu notlar ve ses kayıtlardan oluşur. Dönemin Fransız aydınları seminerlerinin sıkı bir takipçisi olmuşlardır. Başlıca çalışması Ecrits (Yazılar) 1966'da yayımlanmıştır. Bu dönem, bir yandan yapısalcılığın Fransa’da çok etkili ve güçlü olduğu, bir yandan da postyapısalcı düşüncenin kendini geliştirmekte olduğu bir zamandır. Lacan'ın düşünce dünyası her iki paradigmayıda derinden etkilemiştir.
Kuramsal psikanaliz alanındaki çalışmaları Sigmund Freud’un yeniden yorumlanmasıyla yapısalcılık'tan postyapısalcılığa (Yapısalcılık ötesi) uzanan bir yol izler. Dolayısıyla Lacan, yalnızca önemli bir psikanaliz kuramcısı olarak değil, daha başlangıçta psikanaliz, dilbilim, antropoloji ve felsefe alanındaki geçişkenliği sağlamasıyla ve ardından da geliştirdigi formülasyonların ve kavramların felsefi düzlemde yol açtığı sarsıcı sonuçlarıyla 20. yüzyıl felsefesinin önemli isimleri arasında yerini almıştır.
Freud'a Dönüş ve Lacan'ın Psikanaliz Yorumu
20. yüzyılın en tartışmalı kuramsal alanlarından birisi psikanalizdir. Daha Freud’un ilk çalışmalarından itibaren psikanalizin kuramsal statüsü sürekli sorunsallaştırılmış, psikanalizin bilim olup olmadığı, bilimse bir bilim olarak nasıl temellendirilebileceği, yani epistemolojik düzlemde nasıl ortaya konulabileceği her zaman tartışma konusu olmuştur. Oysa psikanalizin bilinç ve bilinçdışına dair açıklamaları felsefi ve özellikle bilgi üzerine yapılan, tartışmaların yönünü değiştirmiştir. Ama bu statü konusu yine de tartışmalı olmaya devam etmiş ve Freud'un ardılları ve özellikle Amerika'a oldukça etkili olan Freud'un kızı Anna Freud, psikanalizi bu sorunlardan ziyade daha çok "benlik (ego) psikolojisi" yönünde geliştirmeye yönelmiştir.
Lacan'ın başlangıç noktası, öncelikle bu teorik statünün ve epistemolojik temel noktaların yeniden değerlendirilmesidir. Freud, çalışmalarınında genelinde bu kuramsal sorunları karşılamaya çalışır, özellikle başlangıç çalışmalarında bu yöntemsel arayış görülebilir. Ancak ilk dönemlerinde o zamanın (ve hala daha) baskın bilimsel bakış açısı olan pozitivizmin düzleminden önemli ayrımlar oluşturmasına rağmen tamamen çıkamaz. Yine de, özellikle epistemolojik anlamda Freud'un bilim olarak psikanalizi kuramsal olarak da temellendirmeye çalıştığını ve bunun için önemli adımlar attığı söyleyebiliriz. Lacan öncelikle bu adımların takipçisi ve savunucusu olmuştur. Lacan'ın, kendisini bir Freud savunucusu olarak ifade ettiği ve bunu özellikle Freud sonrası kuramsal adımlardan vazgeçen ya da onları yadsıyan psikiyatri eğilimine karşı kendi psikanaliz yorumunu ortaya koyduğu söylenebilir. "Benlik psikolojisi" Lacan için kabul edilemez bir yöndür.
Lacan İd - Ego - Süperego kuramını mutlak olarak varsayma eğilimden uzaktır diyebiliriz. O, daha çok erken dönem Freud denilebilecek bilinçdışının yapısı, oluşumu, yeri ve işleyişi ile uğraşan Freud'la bağlantılıdır. Çünkü Lacan’a göre psikanaliz, bir bilim olarak bilinçdışının bilimidir.
Psikanaliz bir bilim olacaksa, öncelikle epistemolojik olarak kendi ayrımını temellendirebilmelidir, yani nesnesini ayrıştırabilmelidir. Bu noktada Lacan pozitivizm-ampirizm sonrası gelişen bilim anlayışını kuramsal olarak temel alır ve Freud'u buna göre yeniden okur. Buna göre, psikanalizin nesnesi (Freud'un da pek çok yerde işaret etmiş oldugu ama tamamen açık kılamadığı haliyle), bilinçdışıdır. Bunun bir teorik nesne olduğunu ve burada ayrıca psikanalizi başka bilimlerden ayırmak üzere, bilinçdışının, özgün bir teorik nesne olduğunu da belirtmek gerekir. Althusser'in Lacan üzerine erken yazılarından birinde belirttiği gibi, bu Lacan'ın onu yeni bir düzleme getirmek üzere "Freud'a dönüş hareketi" dir. Böylece, yani bu dönüş girişimiyle Freud ve dolayısıyla da psikanaliz, doğum zamanının sınırlarından ve sorunlarından çıkarılıp yeniden ve doğru bir şekilde değerlendirilebilecektir.
Bunun anlamı, söz konusu nesnenin (bilinçdışının) biyoloji ya da sosyoloji temelli yöntemlerle ya da kavramlarla incelenip açıklanamayacağıdır. Psikanaliz, bu noktada kuramsal bir zorunluluk olarak ortaya çıkar ve dolayısıyla da bu noktadan itibaren kuramsal olarak temellendirilmelidir. Lacan'ın Freud'un kuramsal çalışmalarına yönelik kategorik ısrarı ve klasik psikiyatri geleneğini reddetmesi öncelikle bu noktaya ilişkindir. Lacan yapısalcılık üzerinden, özellikle ve belirgin olarak Ferdinand de Saussure'ün geliştirdiği dilbilim üzerinden psikanalizi değerlendirmeye yönelir ve bu yönelimin ilk ortaya çıktığı yer psikanalizin bir bilim olarak nasıl anlaşılması gerektigi noktasıdır. Sonrasında inceleme nesnesini (bilinçdışını) ele alırken de aynı şekilde bu dilbilim modeli izlenmiştir. Bunun sonucunda, Lacan'ın Freud'u yeniden okuması geleneksel psikiyatriye göre çoğu zaman bir anti-psikiyatri olarak görünür.
Bilinçdışı, Dil, Özne
Lacan, bilinçdışı dil gibi yapılanmıştır der. Bu formülasyon onun kuramsal çalışmasının ve psikanalizi yeniden yapılandırma girişiminin temel noktasıdır. Kastedilen dil, Saussure'ün geliştirdiği yapısalcı dilbilimin açıkladığı hâliyle dil'dir. Dolayısıyla burada yapısalcı dilbilimin dili açıklayışına uygun bir yol izlendiği açıktır. Saussure'e göre dil, anlamları işaretler arası ayrım ve farklar yoluyla belirleyen kendine özgü bir yapı ya da sistemdir. Buna göre anlam ayrımları yalnızca dilin yapısı ya da sistemi içindeki ögelerin dağılımı ve rolleriyle belirlenir.
Dilde anlamlı olan işaretlere "gösterge" ismini veren Saussure, bu işaretlerin anlamına "gösterilen", işaretin materyal ya da fiziksel hâline ise "gösteren" ismini vermiştir. Dilin ifade ettiği nesneler "gönderge" olarak adlandırılırken dil ile nesne, yani gösterge ile gönderge arasındaki ilişki ise gönderim ya da referanstır. Saussure'ün temel tezi dilin işleyiş sürecini yalnızca gösterenler arası fark ve ayrım ilişkilerinin belirlediğidir, dolayısıyla dil bir göstergeler sistemidir.
Lacan bunu psikanalize uyguladığında vardığı sonuç, bilinçdışının tıpkı dil gibi kendine özgü bir yapı ya da sistem olduğudur. Bilinçdışının dış dünya ile özsel bir bağlantısı yoktur, anlam ayrımlarını kendi iç-ögeleri ile belirleyen bir çeşit göstergeler dizgesi söz konusudur burada. Althusser'in belirtmiş olduğu gibi,
- "Lacan, dilsel gösterge ile psikanalizin simgesini aynı şeyler olarak düşünmektedir." (alıntılayanın vurgusu)
Lacan'ın kullandığı anlamda gösteren anlamlı olan her şeyi ifade eder, yani bu sadece dilde kullandığımız sözcükler ya da ifadeleri değil, trafik lambası ya da tuvalet işareti gibi sözcüklerle ifade edilmeyen fakat anlamlı görsellerin yanı sıra, aslında algıladığımızda anlamlı gelen her imgeyi kapsar. Örneğin bir bardağa baktığımızda onun bardak olduğunu anlıyorsak bu, bardağın aynı zamanda "bardağın anlamını" gösteren fiziksel bir cisim olarak bir gösteren olmasındandır. Dolayısıyla algıladığımız dünyada bizim için anlamlı olan her şeyin bize görünen ve bir anlam ifade eden her hali bir gösterendir ve dilin kapsamı içerisindedir. Bu nedenle Lacan, dili sadece konuştuğumuz kelimelerin sınırı içerisinde anlamaz, fakat bilincimizin anlamlı olarak algıladığı bütün bir dünyaya genişletir.
Dil toplumsallığı, kültürü ve dolayısıyla da bunları ifade eden yasa ve yasakları taşır. Dolayısıyla dil aracılığıyla, yani simgesel düzen aracılığıyla kültürel düzene dâhil olan insan, doğduğunda daha farkında olmadığı ve hiçbir şeye karar veremediği bir evrede, bu düzen (simgesellik) tarafından biçimlendirilerek ve onun en temel değer yargılarını ve unsurlarını içselleştirerek insan olmaklığa adım atar. Dilin simgesel sistemine geçiş, burada kültürel düzene geçmekle aynı anlama gelmektedir. Biyolojik bir canlı olmaktan düşünebilen bir canlı olmaya doğru bu geçişte, birey-özne kültürel bir kod olarak üretilmiş olur.
Özne, dil dolayısıyla böylece kendini simgesel düzende bir gösteren olarak işaret edilmiş olarak bulur ve öznelliğini de zaten bu şekilde kazanır. Bu andan itibaren birey-özne bir simge olarak simgesel düzenin bir parçası ya da ögesidir. Dil, bu bağlamda öznenin gerçeklikle, kendisiyle, ötekilerle ilişkisini düzenler. Dil dolayımıyla kültüre giriş, bilinçdışının oluşumunu ve öznelliğin kuruluşunu ifade eder. Bu, Oidipus kompleksinden geçerek mümkün olmaktadır. Lacan’a göre dil ile belirlenme, yani kültüre girişin simgesel kodlarının edinimi Oidipus evresiyle aynı sırada ve düzlemde gerçekleşir.
Bu geçişin gerçekleştiği yer ise aile'dir. Artık bu bağlamda ailenin bir "aile" olarak düşünülmesi anlamlı olmaz. Kültürel yapının taşıyıcısı ve öznenin oluşturucusudur, yani simgesel düzenin gerçekleşmesi, somutlaşması, maddileşmesinin zeminidir. Çocuk, aile aracılığıyla dil dolayımından geçerek kültürel düzene girer. Şu halde belli başlı kültürel söylemlerin, ideolojik yapıların salt birer düşünsel tasarım ya da projeler olarak değil, dil ile taşınan ve aile aracılığıyla bir sonraki nesile aktarılan maddi yapılar olduğunu belirlemek mümkündür. Althusser’in oluşturmaya çalıştığı ideoloji teorisi Lacan’ın bu yöndeki açıklamalarından özellikle beslenir. Çünkü burada anlaşıldığı gibi, dil dolayımında bilinçdışının oluşumunun açıklanması hem bir özne teorisine kapı açmakta, hem de bu zeminde ideolojinin yeniden düşünülmesine yeni bir olanak yaratmaktadır.
Bu bağlamlarda yapısalcı antropolojinin yerine de işaret edilebilir: Levi-Strauss'un, en basit biçimleri akrabalık ilişkileri olan kültürel yapıları açıklarken göstermiş oldugu gibi, kültürel ögelerin oluşumu ile dilsel ögelerin çerçevesi arasında temelden bir bağ vardır. Çünkü kültürel ögeler dilin işleyiş düzeninde üretilir, deyimlenir ve yaşanır, bir kültür eski kuşaklardan yenilerine bu yolla taşınır. Demek ki, simgenin düzenine girmekle birey kendi kültürel konumunu, her şeyden önce kültürel bir kurum olan ailenin yapısı içindeki konumunu da kazanmış olur. Böylece birey kültürün düzeni içinde ayrımlaşmış bir özne hâlini alır. Söylemin belirleyici boyutu buradan ileri gelmektedir. Şu halde dile giriş kültüre giriştir ve aynı zamanda, bu süreç, Lacan'ın analizinde, bilinçdışının oluşumunun ve işlevinin açıklanmasını verir.
Ayna Evresi
Lacan yeni doğan çocuğun dile girdiği ve böylece bir özne hâline gelmeye başladığı sürecin "ayna evresi" adını verdiği dönemde oluştunu söyler. Yapılan deney ve gözlemlere göre yeni doğan çocuk ilk 6 ila 18 aylık olduğu dönemde aynada kendini gördüğü zaman baktığı şeyin kendi görüntüsü olduğunu anlayabilir hale gelmektedir. Lacan bu süreci, temelde Hegel'den etkilenerek, diyalektik bir biçimde yorumlar. Bir yanda çocuğun bedeni, diğer yanda ise aynadaki imgesi vardır. Lacan'a göre bu ikisinin özdeşleşmesi, çocuğun aynadaki yansımasına bakıp kendisini gördüğünü düşünmesi, çocuğun dilin alanına girdiğini gösterir çünkü çocuk aynadaki yansımanın (yani kendi bedeninden farklı bir şeyin, bir "gösterenin") aynaya bakan kendisini gösterdiğini düşünmektedir.
Fakat Lacan'a göre bu özünde yanlış bir özdeşleştirmedir çünkü dilde oluşan benlik anlayışı her zaman bütünlüklü ve tam bir kendilik varsayarken, gerçekte beden parçalı, tam olarak anlaşılmamış ve büyük oranda bilinmeyen bir şeydir. Bu nedenle Lacan öznenin oluşurken aslında iki farklı özne deneyimi arasında bir "özdeşleşme çabası" olarak ortaya çıktığını söyler. Bir yanda insanın bedeni olarak deneyimlediği kendisi, bir yanda da dil içerisinde düşündüğü, anladığı, yorumladığı kendisi vardır. Gerçekte özdeş olmayan bu iki "benliği" özdeşleştirme çabası Lacan'ın anladığı haliyle öznelik deneyiminin temelini oluşturur.
Lacan'a göre ayna evresi için (genelde zannedildiği üzere) bir aynaya bakmak gerekmez, çünkü aslında temelde bu evre ebeveyn ve çocuk arasındaki dilsel diyaloğun gelişmesiyle, çocuk dil kullanmayı öğrendikçe ortaya çıkar. Dil içerisinde kendisini düşünmeye başlayan çocuk kendisine karşı bir çeşit sevgi-nefret ilişkisi geliştirir. Bir yandan kendisini çeşitli yönlerden sevip beğenirken, öbür taraftan kendisini beğenmediği ve nefret ettiği yanlara sahiptir. Bu açıdan Lacan'a göre herkesin kensine belirlediği bir "ideal beni," bir de kendisiyle ilgili düşüncelerini barındıran bir "ben fikri" vardır.
Ayna evresiyle birlikte özne-nesne, ben ve öteki gibi ayrımlar kuruldukça çocuk bireyleşmekte ve toplum içerisinde yaşamayı öğrenmektedir. Burada Freud'dan itibaren daimi vurgulanan temel nokta sürecin her zaman aynı zamanda cinsel bir süreç olduğudur, çocuk hem kendisiyle hem de ebeveyniyle arasında cinsel boyutta bir ilişkiye sahip olduğu için, her dil kullanımı özünde "sevgi talebidir." Çünkü her konuşma bir "ötekine" bizi anlayarak bizimle bir bağ kurması, böylece de bizi sevmesi isteğidir. Çocukların dil öğrenmesindeki temel neden, annelerinden sevgi talep etmektir çünkü anne çocukla konuştukça anneye karşı duyduğu aşktan dolayı çocuk anneden sevgi talep edebilmek için onun gibi olmaya, onun çıkardığı sesleri çıkarmaya, dolayısıyla da dil öğrenmeye başlar.
Ayna evresinin temel diyalektik boyutu bir yandan beden olarak deneyimlediğimiz kendimiz ile öbür taraftan dil içerisinde anlamlar ve düşünceler yoluyla ürettiğimiz benliğimiz arasındaki karşılıklı birbirini belirleyen ilişkidir. Beden tüm olayların olduğu yerdir, ama biz onu düşüncelerimiz yoluyla anlamlandırır ve biliriz, dil kullanışımızla bir karaktere sahip oluruz ve bedenimizi bu karakterimize göre biçimlendiririz.
Başka insanların bedenimiz ve kişiliğimiz hakkındaki düşünceleri ise diyalektiğin öbür boyutunu oluşturur. Lacan'a göre herkes kendi kişiliğini diğer insanların ona "bakışına" göre oluşturur ve kendisini diğer insanların ona bakışı yoluyla anlamlandırır. Bu nedenle içine doğduğumuz kültür bize "doğal" yaşam biçimi olarak gelmektedir çünkü biz kendimize dair olan her şeyi o kültürün temel kodları dolayısıyla anlamlandırırız. "Bakış" Lacan'ın en önemli ve özellikle sinema eleştirisi gibi pek çok alanda en etkili olmuş teorisidir. Lacan'a göre bakış belirli bir arzuya göre oluşur. Örneğin pek çok popüler film "erkek bakışa" göre yapılır, yani bu filmler erkeğin arzusunu tatmin edecek biçimde kadınların erkeklere tabi olan arzu nesneleri olduğu ve erkeğin kadınlara sahip olan iktidar sahibi özne olduğu bir yapıya sahiptir.
Arzu, Öteki, objet petit a, Fantezi
Lacan arzuyu ayna evresinde ortaya çıkan diyalektik süreç ile anlar. Bir tarafta ihtiyaçlarımız vardır, bunlar bedenden gelirler ama biz onları hiçbir zaman bedenden geldikleri haliyle anlamayız. İhtiyaçlarımızın anlamı ve onları nasıl doyuracağımız "öteki" ile, yani toplumda birlikte yaşadığımız diğer insanların kim olduğuna ve ne yaptığına dair genel düşüncemize göre şekillenir. Dil, bir anlamda diğer insanlarla beraber birbirimizi ve kendimizi anladığımız sistemin kendisi olarak iki anlamda da "ötekini anladığımız" yerdir: 1. karşımızda bize konuşan insanı bir öteki olarak anlarız, 2. (Lacan'ın kullandığı anlamda öteki asıl budur) "herhangi biri olsa ne düşünürdü," "bir başkası olsa ne yapardı" gibi "herkese" dair düşüncelerimizi dil yoluyla anlarız. Lacan'a göre aslında kendimizi anladığımızda oluşan süreç, "herhangi birini" anladığımızdaki oluşan süreç yoluyla şekillendiği için aslında kendimizi bir öteki olarak anlarız. Bu bakımdan Lacan "'ben' konuşurken, konuşan ötekidir" der çünkü dil hepimiz için ortak ve hepimizin dil konuşan bir başka insan olduğu ilişkiler bütünüdür. Bilinçdışı ve arzu tam da bu ilişkiler bütününde şekillenir.
Arzu her zaman dilin yapısı ile biçimlenmiş haldedir. İhtiyacımızın ne olduğunu ve onu doyurmamız için ne gerektiğini dil yoluyla anlamlandırırız. Örneğin vücudumuzun suya ihtiyacı olabilir ama bizim canımız meyve suyu, kola ya da bira isteyebilir. İşte dilin arzuyu biçimlendirdiği nokta burasıdır; ihtiyacımız bir "talep" üretirken her zaman bilinçdışı süreçlerle şekillenir. Biz ihtiyacımızı ve ne istediğimizi ancak dil yoluyla anlamlandırılmış halde deneyimleyebiliriz. Diyalektiğin öbür ucunda ise arzulamamıza neden olan kurgusal nesne, yani Lacan'ın diğer dillerde Fransızca orijinaliyle kalması gerektiğini özellikle ifade ettiği objet petit a bulunur. Buradaki a Fransızca "öteki" anlamına gelen "autre" kelimesinin baş harfidir, dolayısıyla bu kelime "küçük öteki nesne" anlamına gelir ve Lacan'ın bir başka önemli terimi olan "Büyük Öteki" ile karşıtlık oluşturur.
Objet petit a konusundaki ısrar, Freud'un "İd" teriminin eski Almanca orijinal haliyle korunmasıyla paraleldir çünkü Lacan'ın objet petit a yorumu Freud'un İd kavramına dayanır. Lacan'a göre arzu her zaman bir ötekinden kaynaklanır, biz neyi arzulamamız gerektiğini öncelikle bizim için ilk öteki olan annemizden, fakat sonra Baba'nın Adı ile gelişen toplumdaki kurallar bütününden ve etkileşime geçtiğimiz çevremizdeki insanlardan öğreniriz. Bu açıdan arzu bir anlamda ulaşmaya çalıştığı hedefle birlikte ortaya çıkar, annemize aşık olduğumuz için sevgi talep ederiz, kola içmek için susadığımızda kola arzularız vs. İşte burada arzumuzun kurucusu olarak o "hiç ulaşamayacağımız" şey objet petit a'dır, biz onu her zaman bilinçdışımızda ulaşabileceğimiz bir nesne ile biçimlendiririz. Bu anlamda arzu hiçbir zaman tatmin edilemez çünkü tatmin edildiğinde yok olur. Arzu objet petit a'ya ulaşma çabasıdır, fakat nesneye ulaşıldığı anda arzu yok olduğu için amacını yitirir ve tatmine ulaşamadan kalır. Dolayısıyla arzuyu tanımlayan bir "eksiktir," hem arzunun kendisi bir eksiğe dönük ona ulaşma çabası olarak oluşur, hem de arzu amacına ulaştığında tatmini hep eksik kalır.
Lacan'ın özellikle vurugladığı nokta objet petit a'nın her zaman fiziksel nesneden daha fazla bir şey olmasıdır ki onu arzu nesnesi hâline getirir. Biz önümüzde duran Gerçek nesneyi her zaman imgesel ve sembolik ilişkiler içerisinde deneyimlediğimiz için önümüzde duran nesnenin fiziksel özelliklerinden ziyade onunla bir çeşit fantazi ilişkisi kurarak onu arzularız. Bu anlamda arzu ile objet petit a arasında fantezilerle kurulan bir alan vardır. Örneğin genç yaşta sigaraya başlayan pek çok insan "daha büyük görünmek" ya da "daha havalı olmak" gibi çeşitli hayaller ile dolayımlanmış şey olarak sigara içmeyi arzular ve bu sayede sigara içmeye başlar. Fakat sigara içmeye dair bütün bu fikirlerin sigara içmekteki Gerçekle bir ilişkisi yoktur, toplum içerisinde üretilmiş, çoğunlukla filmler, kitaplar yoluyla desteklenen ve yayılan düşüncelerdir: Ancak tam da bu fanteziler bilinçdışında sigara içmenin arzulanır hale gelmesine ve objet petit a konumu edinmesine neden olur.
Lacan'ın bilinçdışı anlayışı arzunun işleyiş biçimini şekillendiren, fantezinin ortaya çıktığı aralığı açan, dildeki öteki ile ilişkiler bütünüdür. Her bir konuşan öznenin aynı anda bir başkası için bir "öteki" olduğunu düşünürsek, bu anlamda biliçdışı ötekiler arası gelişen ilişkiler bütünü olarak dilde ortaya çıkar. Arzunun yapısını şekillendiren, objet petit a'nın çalışma sürecini oluşturan ve fantezilerin gelişmesine yer açan bu süreç bilinçdışında gerçekleşir.
Oidipus Kompleksi ve Baba'nın Adı
Lacan'ın Freud'un çalışmasından ısrarla aldığı ve kendi kuramında merkezi bir yere koyduğu formülasyonlardan birisidir Oidipus Karmaşası ya da başka bir isimle Oidipus Kompleksi. Bu Lacancı psikanaliz teorisinde Oidipus Yasası olarak da belirir.
Oidipus, kültüre ve dolayısıyla insan olmaya giden zorunlu bir süreçtir, Oidipus’suz kültür ya da uygarlık olamaz Lacan’a göre. Ancak bu doğal bir karmaşa değil, simgesel bir karmaşadır. Simgesel yapının devreye girmesiyle insan yavrusunun simgesel sisteme geçişini ve bu geçişte oluşan evreleri açıklar. Örnegin; burada da gerçek bir babadan söz edilip edilmediği önemli değildir, önemli olan Oidipus yasasını geçerli kılmak üzere simgesel babanın işlevidir, ki bu "Babanın Adı" olarak belirtilir. Böylece simgesel düzene giren çocuk, kendi kültürel konumunu bu simgesel adı tanımakla edinmeye başlar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Oidipal Yasa'nın özünde simgesel bir yasa olmasıdır.
Oidipus aracılığıyla simgesel sisteme geçiş öznenin kuruluş sürecidir. İnsan yavrusu, böylece simgesel gerçekliğin alanı içinde insan olma yoluna girer. Bu sırada, Oidipus yasası "gerçek" ile kişinin kendi arasında ve daha da öte kişinin kendi gerçekliği ile gerçeğin kendisi arasında bir yarılmaya/bölünmeye yol açar. Çünkü kendini kültürel düzenin simgeleriyle düşünen özne, bu anda kendine yabancılaşmakta, kendine ve çevresine dair bakışı dolayımlanarak mesafelenmektedir. Simgenin anlamı burada açıktır; dolayımsız ikili ilişkinin (anne-çocuk) arasına giren üçüncü bir ögedir burada simge. Lacan'a göre bu anlamda her şey simgeseldir. Fakat bu bir çeşit idealizmi değil, insan deneyiminin simgeler vasıtasıyla ortaya çıkmak zorunda olan bir süreç olduğunu belirtir.
İnsan yavrusu, bu simgeyi kullanmakla kendini ötekinden ayırma imkânı edinir, ancak bu imkânın kendisi, kendini bir zorunluluk olarak kabul ettirir, yani bir Yasa olarak. İşte bu noktada simgesel düzenin başlıca yasası Babanın Adı olarak ortaya çıkar. Baba, burada simgesel olarak Fallus’a sahip olanı temsil eder. Fallus, cinsel organ anlamında değil, simgesel yasanın yetkesini temsil etme anlamındadır. Fallus’a sahip olan Babanın Adı’dır ve çocuk bu adı tanıyarak kültürün ve dilin dünyasına girer ve özne olarak o dünyaya tâbi olur. Açıktır ki "hadım edilme korkusu" denilen süreç de aynı şekilde simgesel bir süreçtir ve topluma kabul edilmeme, dışlanma ya da hor gürülme korkularıyla birlikte gider.
Lacan’a göre, Oidipus ile simgesel düzene dâhil olmak, daha önce, dil dolayımıyla belirtilmiş olan iki temel noktanın geçekleştirilmesi anlamına gelir.
- Bilinçdışının kuruluşu,
- ve böylece birey-öznenin kuruluşu.
Oidipus olarak belirtilen komplex, karmaşa ya da Yasa, anne ile çocuğun arasında çocuğun doğumuyla çocukta ortaya çıkan aşk ilişkisinin yasaklanması ve bu yasakla oluşan bilinçdışı arzunun Babanın Adı'yla yeni imgesel biçimlerle ikame edilmesiyle çözülür. İnsan yavrusu böylece toplumsal biçimleri edinir ve birey-özne olur. Özetle, kültürel düzene girişin anahtarı bu kökensel bastırmayla söz konusu olmaktadır.
İmgesel, Simgesel, Gerçek
Lacan’ın teorik psikanalizinin ana kavramlarından başlıcaları İmgesel, Simgesel ve Gerçek olarak belirtilebilir. Biyolojik bir varlık olan insan yavrusunun insan olmaklığa, yani kültürel bir özne olmaya giden yolu açıklarken Lacan bu kavramları değerlendirir.
Ego ve onun yaşam dünyası başlangıçta İmgesel alana aittir. Daha doğal olandan kopulmamış olunan bir evredir bu. Daha sonra Babanın Adı'nın devreye girmesiyle, yani Simgesel yapı ile imgesel olan bastırılır. Simgesel burada, Kültürel Düzen'in simge sistemini ifade eder. Bilinçdışı bunun sonucu oluşur. Gerçek, simgeselin kurduğu "gerçeklikten" ayrı olarak Simgeselin ötesinde kalır. Gerçek, Simgesel bastırmanın sonucunda Uçurum'un ötesinde kalmış olan eksiklik yeri/ya da noktası olarak ifade edilir. Bu bağlamda Simgesel’den Gerçek’e bir köprü ya da bağlantı noktası yoktur. Gerçek, bilinçdışı arzunun ötesinde kalmıştır. Gerçek’e asla ulaşamayacak olunması nedeniyle Bilinçdışı arzunun doyurulması olanaklı olamaz. Arzu, bu anlamda asla ulaşılamayacak ve tamamlanamayacak olan kökensel bastırmadan kaynaklanan eksiklik yeri'dir.
İçgüdüler, Lacan'ın anladğı anlamda, doğuştan gelen biyolojik ihtiyaçlardır. Bunlar ilk başta anne tarafından doyurulur, ancak bu dolaysız doyum ilişkisine belli bir noktada Simgesel Yasa ile müdahale edilir ve doğal içgüdülere bu andan itibaren Cinsel Kimlik anlamı verilmiş olunur. Simgesel sistemin devreye girmesi, yani Babanın Yasası'nın ortaya çıkmasıdır söz konusu olan. Cinsel Yasak’ın işletilmesiyle, kendinde hiçbir anlamı olmayan biyolojik bir içgüdü cinsellik adını alır ve böylece biyolojik içgüdüler cinsellik olarak anlaşılmaya başlanır. Böylece içgüdüler bilinçdışı arzular olarak yerleşir. Bu, Lacan’ın değişiyle, insanlaştırıcı kastrasyondur (hadım etme). İnsan yavrusunu biyolojik bir canlı olmaktan kültürel bir özne olmaya dönüştüren bu kastrasyon'dur.
Büyük Öteki
Lacan, simgesel düzenin gösterenler zincirleriyle kurulu olduğunu söyler. Gösteren anlamlı olarak algıladığımız her şeydir, bu gösterenler kelimeler veya cümleler gibi dilsel ifadeler olabileceği gibi, daha genel anlamda işaretler, nesneler, imgeler, cisimler bedenler, davranışlar da olabilir. Lacan'a göre gösterenler birbirlerine zincirler hâlinde bağlıdırlar, örneğin "kalem" göstereni bizi "yazmaya" götürebilir, "yazmak" "kitaba," "kitap" yazara," "yazar" "edebiyata" vs. Kesin kurallara göre düzenlenmeseler de gösterenler her zaman kendilerinden sonra gelen bir gösterene işaret ederek anlam kazanırlar. En nihayetinde gösterenler içinde yaşadığımız anlamlı dünyayı oluşturur, algıladığımız imgelerin her biri algıladığımız şeylerin anlamlarını bize gösteren gösterenlerdir.
Bütün bir gösterenler ağı Simgesel düzeni oluşturur. İmgesel düzen ise imgeler arası bağlantıların simgesel tarafından belirlendiği düzlemdir. Örneğin algı imgeseldir, ancak algıladığımız imgelerin anlamları simgesel olarak belirlenir. Çeşitli simgeler arası ilişkiler bütünlüğünü de yine imgesel olarak yaparız, "kitap" bizi "okuma" gösterenine götürür çünkü "kitap" gösterenini düşündüğümüzde "okuma" imgesi canlanır. İmgesel ve Simgesel düzenin birlikte kurduğu anlamlı dünyanın bütününe Lacan'ın terminolojisinde Gerçeklik diyebiliriz. Gerçek ise simgesel ve imgesel düzlemin dışında kalan, ona dahil olmayan fakat ona etki eden, onu değişmek, dönüşmek zorunda bırakan, hatta bazen yıkıcı etkileri olabileni anlatır. Gerçek, gerçekliğin dışında kaldığı için Lacan "gerçek imkansızdır" der.
Gerçek ve gerçeklik arasındaki ilişki Lacan'a göre kırılgandır. Buna en basitinden bilimsel gelişmelerle birlikte gerçeklik anlayışımızın durmadan değişmek zorunda kalması örnek verilebilir çünkü bilimsel çalışmalar ilerledikçe Gerçek ortaya çıkmakta ve gerçekliğimize müdahale ederek onu değişmek zorunda bırakmaktadır. Fakat anlamlandırılabilir hale geldiği an, Gerçek artık simgesel düzenin içine girer ve gerçekliğin bir parçası olur fakat geride her zaman dışarıda kalan bir Gerçek bulunur. Lacan "Gerçek her zaman biraz fazladır" der. Gerçeklik aslında hiç de stabil değildir, tam tersi gerçekliğin bütünlüğünü ve sağlamlığını kendimize kanıtlamamız gerekir. Lacan'a göre simgesel düzende gerçekliğin temelini sağlama olan bu kanıt Büyük Ötekidir.
Büyük Öteki Baba'nın Adı ile ortaya çıkar. Yasa'nın temeli, sahibi, koruyucu ve teminatı olan Baba'nın Adı ile böylece yasaya tabi olurken muhatabımız olan Büyük Öteki de ortaya çıkmış olur. İlk başta Babamız Büyük Ötekinin bir halidir, fakat daha sonra Büyük Ötekinin yerini Tanrı, devlet gibi bizi aşan, fakat içinde yaşadığımız gerçekliğin ona bağlı olduğu şeyler alır. Elbette devlet ya da Tanrı Büyük Öteki konumunda anlaşılmak zorunda değildir, ancak Lacan'a göre bu tarz kavramların Büyük Öteki ile temelden bir bağı vardır çünkü onlar toplumun genel düzenini kuran, teminat altına alan, düzenleyen, yasayı kuran ve uygulayan olarak anlaşılırlar. Burada önemli olan nokta, her ne kadar Gerçek ile ortaya çıksa da Büyük Öteki'nin kurgusal oluşudur çünkü "Gerçek imkansızdır;" o simgesel düzenin dışında kalandır, dolayısıyla onu bilemeyiz, onu bilme çabamız sonucu Büyük Öteki'ye yakıştırdığımız Tanrı, devlet, baba, (hatta terapi sırasında psikanalist) gibi düşünceler bizim simgesel düzlemimizde oluşan üretimlerdir. Slavoj Zizek'in ideoloji eleştirisinin temelinde ideolojinin kurucusu de dayanağı olarak gösterdiği Büyük Öteki'nin gerçekte olmadığını, kurgusal bir ürün olduğunu belirlemek yatar.
Fallus ve Cinsiyet
Lacan'ın fallus ve cinsiyet hakkındaki temel fikirleri Ecrits kitabı içinde "Fallus'un Anlamı" adlı makalede açıklanmaktadır.Fallus simgesel düzen içerisinde birbirleriyle zincirler hâlinde bağlı olarak bulunan gösterenlerin temel işlev fonksiyonudur. Lacan'a göre dil arzu ile beraber kurulu olduğu için her dil kullanımı aslında arzuya dair de bir edimdir. Bu aynı zamanda gösterenlerin gösterdikleri şeye dönük bir arzuyu da belrttiklerini ifade eder. Örneğin "diş fırçası" "diş fırçalamaya" götürür çünkü "diş fırçası" göstereni "diş fırçalama arzusuna" bağlıdır. Birbirlerine arzular yoluyla bağlı olan gösterenlerin bize sadece anlamları değil, neyin arzulanacağını da gösterdiklerini söyleyebiliriz. Bardağın anlamı içme arzusu, araba gitme arzusu olabilir. İşte bu arzu-anlam gösterenleri ağının bütünlüğünün işaret ettiği arzuya Lacan fallus ismini verir.
Buna göre fallus içinde yaşadığımız dünya içerisinde, kültürümüzde, yaşadığımız çevrede ve günlük hayatımızda içinde bulunduğumuz gösterenlerin bize en nihayetinde gösterdiği arzudur. Bir nesne, şey ya da bir şey değildir, daha çok matematiksel bir fonksiyonun varlığına sahip olan fallus, simgesel düzenin arzu işaretlerinin temel biçimidir. Bir şeyin arzulanabiliyor, arzulanıyor, arzu nesnesi hâline gelebiliyor oluşu onun fallusun işleyişi içerisinde anlamlı olması sayesindedir. Örneğin, popüler dizilerdeki oyuncular, evler, konuşma biçimleri, yaşam tarzları genel olarak herkesin beğenisine hitap etmek amacıyla fallusa olabildiğince yaklaşma çabasındadır.
Bu anlamda Lacan kadın ve erkek olmayı fallus üzerinden tanımlar, kadın fallus olmaya çalışan, erkek ise fallusa sahip olmaya çalışandır. Yani Lacan'a göre kadın olmak, toplum içerisinde arzulanacak konumda bulunmaya çalışmak ve kendini buna göre düzenlemektir. Erkek olmak ise arzulanacak olana sahip olmaya çalışmaktır. Bu anlamda kadın olmak toplum içerisinde "güzel olmak," anne olmak, kibar olmak, itaatkar olmak, gibi arzu nesnesine denk gelen şeylerle özdeşleşirken, erkek olmak güçlü olmak, hareketli olmak, aktif olmak, çalışmak, para kazanmak, yönetmek gibi arzulayan ve iktidar sahibi konumda anlaşılmıştır.
Bir yandan Lacan'ın bu yorumu geleneksel cinsiyetçi ve ataerkil kadın-erkek ilişkilerini doğallaştırdığı ve verili varsaydığı yönünde haklı olarak eleştirilse de Lacan'ın erkek ve kadın olmanın bedenden bağımsız olarak tamamen simgesel düzlem içerisinde ve toplumsal ilişkiler ağında üretildiğini iddia etmesi çığır açıcı bir etki yaratmıştır. Yine de Lacan iki cinsiyet üzerine kurulu bir sistem varsaymakta ve kadınla erkek arasındaki ilişkiyi kadının pasif arzu nesnesi, erkeğin ise aktif özne olduğu hiyerarşik bir ilişki olarak anlamaktadır. Lacan'la diyaloğa giren pek çok feminist teorisyenin ilk adımı Lacan'ı cinsiyete dair bu varsayımlarından dolayı eleştirerek bundan bağımsızlaştırışmış olarak yorumlama çabası olmuştur.
Lacan'ın cinsiyet teorisinin bir başka önemli adımı ise psikanalizin eşcinsellik ve transseksüellik hakkındaki düşüncelerini oldukça değiştirmesidir. Freud'un teorisinde eşcinsellik büyük oranda Oidipus kompleksi sırasında gerçekleşen bir hata veya yanlışlık sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır ve bireyde psikolojik rahatsızlıklara yolaçar. Lacan bir nebze daha ilerleyerek Freud kadar yanlış olmayan bir teori ortaya atmayı başarmıştır çünkü Lacan'a göre eşcinsel ya da transseksüel olmak bir hastalık değildir. Hatta bir anlamda Lacan'a göre transseksüellik gibi bir kavramın gereksiz olduğunu bile söyleyebiliriz çünkü Lacan açıkça cinsiyetin bedene dair bir şey olmadığını, fakat simgesel düzlemde kurulduğunu açıkça belirtir, dolayısıyla bedenden bağımsız olarak bir kadın ya da erkek olarak yaşayan herkes ne ise odur.
Jouissance ve Dürtü
Lacan'a göre objet petit a ile oluşan ihitiyaç-talep-arzu süreci her zaman tatmine yeterince ulaşamadan eksik kalmak zorundadır çünkü arzulanan nesneye ulaşıldığında arzu yok olur ve tatmin eksik kalır. Baba'nın Adı'nın en temel işlevi bu eksik kalışı sağlamaktır çünkü Yasa tam da çocuğun arzuladığı anneye ulaşmasına ve tatmin olmasına koyulan yasaktır. Böylece gerçekleşen Oidipus kompleksi çocukla anne arasına Baba'nın Yasası ile bir engel koyar. Çocuk arzu nesnesi olan anneye ulaşmak istese ve bunu talep etse de arzu nesnesi Baba'nın Yasası tarafından ona yasaklanmış olduğu için asla tatmin olamaz ve tatmini hep eksik kalır.
Fakat dürtünün mekanizması tam tersi biçimde fazladan alınan bir jouissance (juisans okunur) üzerine kuruludur. Lacan hedef ve amaç arasında bir ayrıma gider. Hedef arzu nesnesidir, ona ulaşılamaz ve ona ulaşma çabası hep eksik kalır. Fakat amaç bu değildir, arzu nesnesine ulaşma çabası içesinde alınan yol, yaşanan senaryo, verilen mücadeledir ve bundan bir jouissance elde edilir. Jouissance terimi çevirmesi oldukça güç bir Fransızca terimdir. "Yasal hakkından istifade etmek" ya da argoda "cinsel boşalma" gibi pek çok anlamı olan bu kelime sadece Türkçede değil başka pek çok dilde de çevrilemediği için aynen bırakılır. Son zamanlarda İngilizcede "enjoyment" yani "keyif" terimiyle karşılandığı olmaktadır ancak jouissance keyif gibi sadece pozitif değildir ve Freud'da ölüm dürtüsüyle bağlantılı bir kavramdır.
Jouissance bu anlamda çelişkilidir çünkü özne bir yandan arzu nesnesine ulaşma çabasındadır ama bir yandan da bu süreci uzatmaktan, ertelemekten, daha da dolaylı ve karmaşık bir hale getirmekten de "keyif alır" yani jouissance duyar; dolayısıyla çabası kendini gerçekleştirmek ve hedefine ulaşmak yerine kendisini engelleyip uzatma çabasına dönüşür. Dürtünün bu biçimde bir tatmini aslında imkansızdır, Freud bunu "Haz İlkesinin Ötesinde" metninde ölüm dürtüsü fikrini geliştirerek açıklar. Acı, ölüm, aşağılanma gibi durumlarda yaşanan zevk alma durumu tam olarak jouissance'ı ifade eder çünkü burada gerçekleşen de yine bir "amaç" olarak kendini Gerçekle temellendiren bir jouissance'a ulaşır. "Gerçekten gelen" jouissance nasıl ki Gerçek simgesel düzleme müdahale ederek onun işleyişine karşı yıkıcı bir etki yaratabiliyorsa, jouissance da arzunun çalışma biçimine yıkıcı bir etkide bulunmaktadır.
Freud iki birbirine karşıt dürtü ortaya atar, bunlardan birisi bütün yaşamsal faaliyetimizin ve enerjimizin üzerine kurulu olduğu libidodur, diğeri ise buna karşıt olarak ölüm dürtüsüdür. Bu anlamda "dürtünün gerçekliğini" yani simgesel düzlemdeki faaliyetini cinsel enerjinin gerçekleşmesiyle anlayan Lacan, "dürtüdeki gerçeği" yani arzudaki eksiğini ise ölüm dürtüsüyle yorumlar. Freud anneden ayrılmak bir birey olma sürecini ve yaşamı başlatsa da, aynı anda her zaman eksik kalacak bir arzu nesnesi (anne) ortaya çıkardığını ve yaşamanın aynı zamanda ölüme giden yol olduğunu söyler. Lacan bu "ölüme gitmekten" alınan etkiye ya da keyfe jouissance der.
Jouissance bu anlamda dürtünün gerçeği, arzu nesnesinin eksikliğine fantezi yoluyla ulaşmaktır. O Gerçekten yani simgesel düzlemin dışından geldiği için hiçbir zaman simgesel düzlemde olanla eşleşmez çünkü Lacan'ın bir diğer ünlü ifadesiyle "Gerçek her zaman biraz fazladır." Örneğin kendine acı çektirmekten zevk almak tam da jouissance'a işaret eder. Lacan pek çok takıntılı davranışı bu biçimde, semptomunu devam ettirmekten alınan jouissance ile açıklar. Örneğin durmadan takıntılı biçimde ellerini yıkamak bilinçdışındaki bir yarılmanın sonucu olarak ortaya çıkan bir semptom olabilir fakat bunu kabullenen ve içselleştiren özne kendini semptomuyla özdeşleştirerek bundan jouissance duyabilir. O zaman bu eylem öznenin git gide daha da çok yapmak isteyeceği ve git gide daha da yıkıcı bir jouissance alacağı bir duruma dönüşür.
Diğer bilgiler
Lacan Gustave Courbet'in kışkırtıcı tablosu L'Origine du monde (Dünyanın Kökeni) isimli tablosunun son sahibidir. Üvey kardeşine, ressam André Masson, tablonun sürrealist bir varyantını yaptırtmıştır. Tablo Lacan'ın ölümünden sonra mirasçıları tarafından, Lacan'ın büyük miktarda vergi borcu nedeniyle, Fransız Devletine verilmiştir. Tablo şu anda Musée d'Orsay'dedir.
Kaynakça
- , Saffet Mura Tura, Ayrıntı yay. Genişletilmiş yeniden basım. (Bu maddenin yazımı bu kitaptaki yazılara dayanmaktadir ve onların degerlendirilmesi ile yapılmıştır)
- , S.Murat Tura, Defter dergisi, Yaz 1995, sayı:24
- , J.Lacan, Afa.
Dipnotlar
- ^ David Macey, "Introduction", Jacques Lacan, The Four Fundamental Concepts of Psycho-Analysis (Londra 1994) s. xiv
- ^ Louis Althusser (2010). Psikanaliz Üzerine Yazılar; Freud ve Lacan. İthaki.
- ^ Freud'dan Lacan'a Psikanaliz, Saffet Mura Tura, Ayrıntı yay. Genişletilmiş yeniden basım.
- ^ a b Lacan, (1966). Ecrits. başlığın geri kalanı bu kitap içerisindeki "Le stade du miroir comme formateur de la fonction du Je" makalesi esas alınarak hazırlanmıştır. Éditions du Seuil.
- ^ Webster, Richard. (2002) "The cult of Lacan: Freud, Lacan and the mirror stage." 7 Kasım 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde .
- ^ İdeolojinin Yüce Nesnesi. Slavoj Zizek, çev:Tuncay Birkan. Metis. 2015.
Ayrıca
Vikisöz'de Jacques Lacan ile ilgili sözleri bulabilirsiniz. |
- [3] 27 Eylül 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde .
wikipedia, wiki, viki, vikipedia, oku, kitap, kütüphane, kütübhane, ara, ara bul, bul, herşey, ne arasanız burada,hikayeler, makale, kitaplar, öğren, wiki, bilgi, tarih, yukle, izle, telefon için, turk, türk, türkçe, turkce, nasıl yapılır, ne demek, nasıl, yapmak, yapılır, indir, ücretsiz, ücretsiz indir, bedava, bedava indir, mp3, video, mp4, 3gp, jpg, jpeg, gif, png, resim, müzik, şarkı, film, film, oyun, oyunlar, mobil, cep telefonu, telefon, android, ios, apple, samsung, iphone, xiomi, xiaomi, redmi, honor, oppo, nokia, sonya, mi, pc, web, computer, bilgisayar
Jacques Marie Emile Lacan 13 Nisan 1901 9 Eylul 1981 Freud dan bu yana en tartismali psikanalist olarak anilan Fransiz psikanalist ve psikiyatr Jacques LacanDogumu13 Nisan 1901 1901 04 13 Paris FransaOlumu9 Eylul 1981 80 yasinda Paris FransaCagi20 yuzyilBolgesiPsikanalizOkuluPsikanaliz Yapisalcilik PostyapisalcilikIlgi alanlariPsikanalizOnemli fikirleriAyna evresiEtkilendikleri Sigmund Freud Georg Wilhelm Friedrich Hegel Martin Heidegger Roman Jakobson Karl Jaspers Alexandre Kojeve Claude Levi Strauss Karl Marx Ferdinand de Saussure Etkiledikleri Louis Althusser Alain Badiou Roland Barthes Judith Butler Felix Guattari Luce Irigaray Fredric Jameson Julia Kristeva Ernesto Laclau Jacques Alain Miller Slavoj Zizek Cornelius Castoriadis Gelistirdigi psikanaliz kuramlarinin yani sira 20 yuzyilin en onemli dusunurlerinden biri olan Lacan yapisalcilik postyapisalcilik elestirel teori feminist teori sinema kulturel calismalar gibi pek cok alanda ve cagdas kita felsefesinde oldukca etkili olmustur Her ne kadar Lacan kendi calismalarini Freud a bir serh olarak sunsa da doneminin dilbilim antropoloji ve felsefe gibi genis bir literaturunu Freud un psikanaliz teorileriyle birlikte yorumlayan ve kullanan Lacan oldukca ozgun bir dusunce sistemi ortaya koymustur Michel Foucault Gilles Deleuze Felix Guattari Luce Irigaray Julia Kristeva Alain Badiou Louis Althusser Slavoj Zizek gibi pek cok dusunur kendi dusuncelerini destekleyerek ya da karsi cikarak Lacan i temel alarak gelistirmistir 1977 de Fransiz parlamentosuna riza yasina iliskin birkac maddenin yururlulukten kaldirilmasi icin verilen bir dilekcede Jean Paul Sartre Foucault gibi isimlerle birlikte Lacan in da imzasi vardir YasamiTam adi Jacques Marie Emile Lacan dir 13 Nisan 1901 de Paris te dogmus 9 Eylul 1981 de ayni yerde olmustur Tip egitimi aldiktan sonra 1932 de Kisilikle Iliskileri Acisindan Paranoyak Psikoz adli doktora teziyle psikiyatr olur Daha sonraki calismalari da yine ozellikle kuramsal felsefi alanda yogunlasacak ve yeni bir Freud okumasiyla psikanalizi yeniden temellendirmeye yonelecektir Lacan in genel teorik semasi ve argumanlari anlasilmakla birlikte genelde sozlerinin oldukca karmasik belirsiz ve anlasilmasi guc bir nitelige sahip oldugu bilinir Dolambacli ve cetrefilli soz oyunlari egretilemeler anlasilmasi ve yorumlanmasi guc gondermeler dusuncelerini yazmaktan cok konusarak anlatmaktan kaynaklanmaktadir Dokumanlar daha cok ogrencilerinin ve izleyicilerinin tuttugu notlar ve ses kayitlardan olusur Donemin Fransiz aydinlari seminerlerinin siki bir takipcisi olmuslardir Baslica calismasi Ecrits Yazilar 1966 da yayimlanmistir Bu donem bir yandan yapisalciligin Fransa da cok etkili ve guclu oldugu bir yandan da postyapisalci dusuncenin kendini gelistirmekte oldugu bir zamandir Lacan in dusunce dunyasi her iki paradigmayida derinden etkilemistir Kuramsal psikanaliz alanindaki calismalari Sigmund Freud un yeniden yorumlanmasiyla yapisalcilik tan postyapisalciliga Yapisalcilik otesi uzanan bir yol izler Dolayisiyla Lacan yalnizca onemli bir psikanaliz kuramcisi olarak degil daha baslangicta psikanaliz dilbilim antropoloji ve felsefe alanindaki geciskenligi saglamasiyla ve ardindan da gelistirdigi formulasyonlarin ve kavramlarin felsefi duzlemde yol actigi sarsici sonuclariyla 20 yuzyil felsefesinin onemli isimleri arasinda yerini almistir Freud a Donus ve Lacan in Psikanaliz Yorumu20 yuzyilin en tartismali kuramsal alanlarindan birisi psikanalizdir Daha Freud un ilk calismalarindan itibaren psikanalizin kuramsal statusu surekli sorunsallastirilmis psikanalizin bilim olup olmadigi bilimse bir bilim olarak nasil temellendirilebilecegi yani epistemolojik duzlemde nasil ortaya konulabilecegi her zaman tartisma konusu olmustur Oysa psikanalizin bilinc ve bilincdisina dair aciklamalari felsefi ve ozellikle bilgi uzerine yapilan tartismalarin yonunu degistirmistir Ama bu statu konusu yine de tartismali olmaya devam etmis ve Freud un ardillari ve ozellikle Amerika a oldukca etkili olan Freud un kizi Anna Freud psikanalizi bu sorunlardan ziyade daha cok benlik ego psikolojisi yonunde gelistirmeye yonelmistir Lacan in baslangic noktasi oncelikle bu teorik statunun ve epistemolojik temel noktalarin yeniden degerlendirilmesidir Freud calismalarininda genelinde bu kuramsal sorunlari karsilamaya calisir ozellikle baslangic calismalarinda bu yontemsel arayis gorulebilir Ancak ilk donemlerinde o zamanin ve hala daha baskin bilimsel bakis acisi olan pozitivizmin duzleminden onemli ayrimlar olusturmasina ragmen tamamen cikamaz Yine de ozellikle epistemolojik anlamda Freud un bilim olarak psikanalizi kuramsal olarak da temellendirmeye calistigini ve bunun icin onemli adimlar attigi soyleyebiliriz Lacan oncelikle bu adimlarin takipcisi ve savunucusu olmustur Lacan in kendisini bir Freud savunucusu olarak ifade ettigi ve bunu ozellikle Freud sonrasi kuramsal adimlardan vazgecen ya da onlari yadsiyan psikiyatri egilimine karsi kendi psikanaliz yorumunu ortaya koydugu soylenebilir Benlik psikolojisi Lacan icin kabul edilemez bir yondur Lacan Id Ego Superego kuramini mutlak olarak varsayma egilimden uzaktir diyebiliriz O daha cok erken donem Freud denilebilecek bilincdisinin yapisi olusumu yeri ve isleyisi ile ugrasan Freud la baglantilidir Cunku Lacan a gore psikanaliz bir bilim olarak bilincdisinin bilimidir Psikanaliz bir bilim olacaksa oncelikle epistemolojik olarak kendi ayrimini temellendirebilmelidir yani nesnesini ayristirabilmelidir Bu noktada Lacan pozitivizm ampirizm sonrasi gelisen bilim anlayisini kuramsal olarak temel alir ve Freud u buna gore yeniden okur Buna gore psikanalizin nesnesi Freud un da pek cok yerde isaret etmis oldugu ama tamamen acik kilamadigi haliyle bilincdisidir Bunun bir teorik nesne oldugunu ve burada ayrica psikanalizi baska bilimlerden ayirmak uzere bilincdisinin ozgun bir teorik nesne oldugunu da belirtmek gerekir Althusser in Lacan uzerine erken yazilarindan birinde belirttigi gibi bu Lacan in onu yeni bir duzleme getirmek uzere Freud a donus hareketi dir Boylece yani bu donus girisimiyle Freud ve dolayisiyla da psikanaliz dogum zamaninin sinirlarindan ve sorunlarindan cikarilip yeniden ve dogru bir sekilde degerlendirilebilecektir Bunun anlami soz konusu nesnenin bilincdisinin biyoloji ya da sosyoloji temelli yontemlerle ya da kavramlarla incelenip aciklanamayacagidir Psikanaliz bu noktada kuramsal bir zorunluluk olarak ortaya cikar ve dolayisiyla da bu noktadan itibaren kuramsal olarak temellendirilmelidir Lacan in Freud un kuramsal calismalarina yonelik kategorik israri ve klasik psikiyatri gelenegini reddetmesi oncelikle bu noktaya iliskindir Lacan yapisalcilik uzerinden ozellikle ve belirgin olarak Ferdinand de Saussure un gelistirdigi dilbilim uzerinden psikanalizi degerlendirmeye yonelir ve bu yonelimin ilk ortaya ciktigi yer psikanalizin bir bilim olarak nasil anlasilmasi gerektigi noktasidir Sonrasinda inceleme nesnesini bilincdisini ele alirken de ayni sekilde bu dilbilim modeli izlenmistir Bunun sonucunda Lacan in Freud u yeniden okumasi geleneksel psikiyatriye gore cogu zaman bir anti psikiyatri olarak gorunur Bilincdisi Dil OzneLacan bilincdisi dil gibi yapilanmistir der Bu formulasyon onun kuramsal calismasinin ve psikanalizi yeniden yapilandirma girisiminin temel noktasidir Kastedilen dil Saussure un gelistirdigi yapisalci dilbilimin acikladigi haliyle dil dir Dolayisiyla burada yapisalci dilbilimin dili aciklayisina uygun bir yol izlendigi aciktir Saussure e gore dil anlamlari isaretler arasi ayrim ve farklar yoluyla belirleyen kendine ozgu bir yapi ya da sistemdir Buna gore anlam ayrimlari yalnizca dilin yapisi ya da sistemi icindeki ogelerin dagilimi ve rolleriyle belirlenir Dilde anlamli olan isaretlere gosterge ismini veren Saussure bu isaretlerin anlamina gosterilen isaretin materyal ya da fiziksel haline ise gosteren ismini vermistir Dilin ifade ettigi nesneler gonderge olarak adlandirilirken dil ile nesne yani gosterge ile gonderge arasindaki iliski ise gonderim ya da referanstir Saussure un temel tezi dilin isleyis surecini yalnizca gosterenler arasi fark ve ayrim iliskilerinin belirledigidir dolayisiyla dil bir gostergeler sistemidir Lacan bunu psikanalize uyguladiginda vardigi sonuc bilincdisinin tipki dil gibi kendine ozgu bir yapi ya da sistem oldugudur Bilincdisinin dis dunya ile ozsel bir baglantisi yoktur anlam ayrimlarini kendi ic ogeleri ile belirleyen bir cesit gostergeler dizgesi soz konusudur burada Althusser in belirtmis oldugu gibi Lacan dilsel gosterge ile psikanalizin simgesini ayni seyler olarak dusunmektedir alintilayanin vurgusu Lacan in kullandigi anlamda gosteren anlamli olan her seyi ifade eder yani bu sadece dilde kullandigimiz sozcukler ya da ifadeleri degil trafik lambasi ya da tuvalet isareti gibi sozcuklerle ifade edilmeyen fakat anlamli gorsellerin yani sira aslinda algiladigimizda anlamli gelen her imgeyi kapsar Ornegin bir bardaga baktigimizda onun bardak oldugunu anliyorsak bu bardagin ayni zamanda bardagin anlamini gosteren fiziksel bir cisim olarak bir gosteren olmasindandir Dolayisiyla algiladigimiz dunyada bizim icin anlamli olan her seyin bize gorunen ve bir anlam ifade eden her hali bir gosterendir ve dilin kapsami icerisindedir Bu nedenle Lacan dili sadece konustugumuz kelimelerin siniri icerisinde anlamaz fakat bilincimizin anlamli olarak algiladigi butun bir dunyaya genisletir Dil toplumsalligi kulturu ve dolayisiyla da bunlari ifade eden yasa ve yasaklari tasir Dolayisiyla dil araciligiyla yani simgesel duzen araciligiyla kulturel duzene dahil olan insan dogdugunda daha farkinda olmadigi ve hicbir seye karar veremedigi bir evrede bu duzen simgesellik tarafindan bicimlendirilerek ve onun en temel deger yargilarini ve unsurlarini icsellestirerek insan olmakliga adim atar Dilin simgesel sistemine gecis burada kulturel duzene gecmekle ayni anlama gelmektedir Biyolojik bir canli olmaktan dusunebilen bir canli olmaya dogru bu geciste birey ozne kulturel bir kod olarak uretilmis olur Ozne dil dolayisiyla boylece kendini simgesel duzende bir gosteren olarak isaret edilmis olarak bulur ve oznelligini de zaten bu sekilde kazanir Bu andan itibaren birey ozne bir simge olarak simgesel duzenin bir parcasi ya da ogesidir Dil bu baglamda oznenin gerceklikle kendisiyle otekilerle iliskisini duzenler Dil dolayimiyla kulture giris bilincdisinin olusumunu ve oznelligin kurulusunu ifade eder Bu Oidipus kompleksinden gecerek mumkun olmaktadir Lacan a gore dil ile belirlenme yani kulture girisin simgesel kodlarinin edinimi Oidipus evresiyle ayni sirada ve duzlemde gerceklesir Bu gecisin gerceklestigi yer ise aile dir Artik bu baglamda ailenin bir aile olarak dusunulmesi anlamli olmaz Kulturel yapinin tasiyicisi ve oznenin olusturucusudur yani simgesel duzenin gerceklesmesi somutlasmasi maddilesmesinin zeminidir Cocuk aile araciligiyla dil dolayimindan gecerek kulturel duzene girer Su halde belli basli kulturel soylemlerin ideolojik yapilarin salt birer dusunsel tasarim ya da projeler olarak degil dil ile tasinan ve aile araciligiyla bir sonraki nesile aktarilan maddi yapilar oldugunu belirlemek mumkundur Althusser in olusturmaya calistigi ideoloji teorisi Lacan in bu yondeki aciklamalarindan ozellikle beslenir Cunku burada anlasildigi gibi dil dolayiminda bilincdisinin olusumunun aciklanmasi hem bir ozne teorisine kapi acmakta hem de bu zeminde ideolojinin yeniden dusunulmesine yeni bir olanak yaratmaktadir Bu baglamlarda yapisalci antropolojinin yerine de isaret edilebilir Levi Strauss un en basit bicimleri akrabalik iliskileri olan kulturel yapilari aciklarken gostermis oldugu gibi kulturel ogelerin olusumu ile dilsel ogelerin cercevesi arasinda temelden bir bag vardir Cunku kulturel ogeler dilin isleyis duzeninde uretilir deyimlenir ve yasanir bir kultur eski kusaklardan yenilerine bu yolla tasinir Demek ki simgenin duzenine girmekle birey kendi kulturel konumunu her seyden once kulturel bir kurum olan ailenin yapisi icindeki konumunu da kazanmis olur Boylece birey kulturun duzeni icinde ayrimlasmis bir ozne halini alir Soylemin belirleyici boyutu buradan ileri gelmektedir Su halde dile giris kulture giristir ve ayni zamanda bu surec Lacan in analizinde bilincdisinin olusumunun ve islevinin aciklanmasini verir Ayna EvresiLacan yeni dogan cocugun dile girdigi ve boylece bir ozne haline gelmeye basladigi surecin ayna evresi adini verdigi donemde olustunu soyler Yapilan deney ve gozlemlere gore yeni dogan cocuk ilk 6 ila 18 aylik oldugu donemde aynada kendini gordugu zaman baktigi seyin kendi goruntusu oldugunu anlayabilir hale gelmektedir Lacan bu sureci temelde Hegel den etkilenerek diyalektik bir bicimde yorumlar Bir yanda cocugun bedeni diger yanda ise aynadaki imgesi vardir Lacan a gore bu ikisinin ozdeslesmesi cocugun aynadaki yansimasina bakip kendisini gordugunu dusunmesi cocugun dilin alanina girdigini gosterir cunku cocuk aynadaki yansimanin yani kendi bedeninden farkli bir seyin bir gosterenin aynaya bakan kendisini gosterdigini dusunmektedir Fakat Lacan a gore bu ozunde yanlis bir ozdeslestirmedir cunku dilde olusan benlik anlayisi her zaman butunluklu ve tam bir kendilik varsayarken gercekte beden parcali tam olarak anlasilmamis ve buyuk oranda bilinmeyen bir seydir Bu nedenle Lacan oznenin olusurken aslinda iki farkli ozne deneyimi arasinda bir ozdeslesme cabasi olarak ortaya ciktigini soyler Bir yanda insanin bedeni olarak deneyimledigi kendisi bir yanda da dil icerisinde dusundugu anladigi yorumladigi kendisi vardir Gercekte ozdes olmayan bu iki benligi ozdeslestirme cabasi Lacan in anladigi haliyle oznelik deneyiminin temelini olusturur Lacan a gore ayna evresi icin genelde zannedildigi uzere bir aynaya bakmak gerekmez cunku aslinda temelde bu evre ebeveyn ve cocuk arasindaki dilsel diyalogun gelismesiyle cocuk dil kullanmayi ogrendikce ortaya cikar Dil icerisinde kendisini dusunmeye baslayan cocuk kendisine karsi bir cesit sevgi nefret iliskisi gelistirir Bir yandan kendisini cesitli yonlerden sevip begenirken obur taraftan kendisini begenmedigi ve nefret ettigi yanlara sahiptir Bu acidan Lacan a gore herkesin kensine belirledigi bir ideal beni bir de kendisiyle ilgili dusuncelerini barindiran bir ben fikri vardir Ayna evresiyle birlikte ozne nesne ben ve oteki gibi ayrimlar kuruldukca cocuk bireylesmekte ve toplum icerisinde yasamayi ogrenmektedir Burada Freud dan itibaren daimi vurgulanan temel nokta surecin her zaman ayni zamanda cinsel bir surec oldugudur cocuk hem kendisiyle hem de ebeveyniyle arasinda cinsel boyutta bir iliskiye sahip oldugu icin her dil kullanimi ozunde sevgi talebidir Cunku her konusma bir otekine bizi anlayarak bizimle bir bag kurmasi boylece de bizi sevmesi istegidir Cocuklarin dil ogrenmesindeki temel neden annelerinden sevgi talep etmektir cunku anne cocukla konustukca anneye karsi duydugu asktan dolayi cocuk anneden sevgi talep edebilmek icin onun gibi olmaya onun cikardigi sesleri cikarmaya dolayisiyla da dil ogrenmeye baslar Ayna evresinin temel diyalektik boyutu bir yandan beden olarak deneyimledigimiz kendimiz ile obur taraftan dil icerisinde anlamlar ve dusunceler yoluyla urettigimiz benligimiz arasindaki karsilikli birbirini belirleyen iliskidir Beden tum olaylarin oldugu yerdir ama biz onu dusuncelerimiz yoluyla anlamlandirir ve biliriz dil kullanisimizla bir karaktere sahip oluruz ve bedenimizi bu karakterimize gore bicimlendiririz Baska insanlarin bedenimiz ve kisiligimiz hakkindaki dusunceleri ise diyalektigin obur boyutunu olusturur Lacan a gore herkes kendi kisiligini diger insanlarin ona bakisina gore olusturur ve kendisini diger insanlarin ona bakisi yoluyla anlamlandirir Bu nedenle icine dogdugumuz kultur bize dogal yasam bicimi olarak gelmektedir cunku biz kendimize dair olan her seyi o kulturun temel kodlari dolayisiyla anlamlandiririz Bakis Lacan in en onemli ve ozellikle sinema elestirisi gibi pek cok alanda en etkili olmus teorisidir Lacan a gore bakis belirli bir arzuya gore olusur Ornegin pek cok populer film erkek bakisa gore yapilir yani bu filmler erkegin arzusunu tatmin edecek bicimde kadinlarin erkeklere tabi olan arzu nesneleri oldugu ve erkegin kadinlara sahip olan iktidar sahibi ozne oldugu bir yapiya sahiptir Arzu Oteki objet petit a FanteziLacan arzuyu ayna evresinde ortaya cikan diyalektik surec ile anlar Bir tarafta ihtiyaclarimiz vardir bunlar bedenden gelirler ama biz onlari hicbir zaman bedenden geldikleri haliyle anlamayiz Ihtiyaclarimizin anlami ve onlari nasil doyuracagimiz oteki ile yani toplumda birlikte yasadigimiz diger insanlarin kim olduguna ve ne yaptigina dair genel dusuncemize gore sekillenir Dil bir anlamda diger insanlarla beraber birbirimizi ve kendimizi anladigimiz sistemin kendisi olarak iki anlamda da otekini anladigimiz yerdir 1 karsimizda bize konusan insani bir oteki olarak anlariz 2 Lacan in kullandigi anlamda oteki asil budur herhangi biri olsa ne dusunurdu bir baskasi olsa ne yapardi gibi herkese dair dusuncelerimizi dil yoluyla anlariz Lacan a gore aslinda kendimizi anladigimizda olusan surec herhangi birini anladigimizdaki olusan surec yoluyla sekillendigi icin aslinda kendimizi bir oteki olarak anlariz Bu bakimdan Lacan ben konusurken konusan otekidir der cunku dil hepimiz icin ortak ve hepimizin dil konusan bir baska insan oldugu iliskiler butunudur Bilincdisi ve arzu tam da bu iliskiler butununde sekillenir Arzu her zaman dilin yapisi ile bicimlenmis haldedir Ihtiyacimizin ne oldugunu ve onu doyurmamiz icin ne gerektigini dil yoluyla anlamlandiririz Ornegin vucudumuzun suya ihtiyaci olabilir ama bizim canimiz meyve suyu kola ya da bira isteyebilir Iste dilin arzuyu bicimlendirdigi nokta burasidir ihtiyacimiz bir talep uretirken her zaman bilincdisi sureclerle sekillenir Biz ihtiyacimizi ve ne istedigimizi ancak dil yoluyla anlamlandirilmis halde deneyimleyebiliriz Diyalektigin obur ucunda ise arzulamamiza neden olan kurgusal nesne yani Lacan in diger dillerde Fransizca orijinaliyle kalmasi gerektigini ozellikle ifade ettigi objet petit a bulunur Buradaki a Fransizca oteki anlamina gelen autre kelimesinin bas harfidir dolayisiyla bu kelime kucuk oteki nesne anlamina gelir ve Lacan in bir baska onemli terimi olan Buyuk Oteki ile karsitlik olusturur Objet petit a konusundaki israr Freud un Id teriminin eski Almanca orijinal haliyle korunmasiyla paraleldir cunku Lacan in objet petit a yorumu Freud un Id kavramina dayanir Lacan a gore arzu her zaman bir otekinden kaynaklanir biz neyi arzulamamiz gerektigini oncelikle bizim icin ilk oteki olan annemizden fakat sonra Baba nin Adi ile gelisen toplumdaki kurallar butununden ve etkilesime gectigimiz cevremizdeki insanlardan ogreniriz Bu acidan arzu bir anlamda ulasmaya calistigi hedefle birlikte ortaya cikar annemize asik oldugumuz icin sevgi talep ederiz kola icmek icin susadigimizda kola arzulariz vs Iste burada arzumuzun kurucusu olarak o hic ulasamayacagimiz sey objet petit a dir biz onu her zaman bilincdisimizda ulasabilecegimiz bir nesne ile bicimlendiririz Bu anlamda arzu hicbir zaman tatmin edilemez cunku tatmin edildiginde yok olur Arzu objet petit a ya ulasma cabasidir fakat nesneye ulasildigi anda arzu yok oldugu icin amacini yitirir ve tatmine ulasamadan kalir Dolayisiyla arzuyu tanimlayan bir eksiktir hem arzunun kendisi bir eksige donuk ona ulasma cabasi olarak olusur hem de arzu amacina ulastiginda tatmini hep eksik kalir Lacan in ozellikle vurugladigi nokta objet petit a nin her zaman fiziksel nesneden daha fazla bir sey olmasidir ki onu arzu nesnesi haline getirir Biz onumuzde duran Gercek nesneyi her zaman imgesel ve sembolik iliskiler icerisinde deneyimledigimiz icin onumuzde duran nesnenin fiziksel ozelliklerinden ziyade onunla bir cesit fantazi iliskisi kurarak onu arzulariz Bu anlamda arzu ile objet petit a arasinda fantezilerle kurulan bir alan vardir Ornegin genc yasta sigaraya baslayan pek cok insan daha buyuk gorunmek ya da daha havali olmak gibi cesitli hayaller ile dolayimlanmis sey olarak sigara icmeyi arzular ve bu sayede sigara icmeye baslar Fakat sigara icmeye dair butun bu fikirlerin sigara icmekteki Gercekle bir iliskisi yoktur toplum icerisinde uretilmis cogunlukla filmler kitaplar yoluyla desteklenen ve yayilan dusuncelerdir Ancak tam da bu fanteziler bilincdisinda sigara icmenin arzulanir hale gelmesine ve objet petit a konumu edinmesine neden olur Lacan in bilincdisi anlayisi arzunun isleyis bicimini sekillendiren fantezinin ortaya ciktigi araligi acan dildeki oteki ile iliskiler butunudur Her bir konusan oznenin ayni anda bir baskasi icin bir oteki oldugunu dusunursek bu anlamda bilicdisi otekiler arasi gelisen iliskiler butunu olarak dilde ortaya cikar Arzunun yapisini sekillendiren objet petit a nin calisma surecini olusturan ve fantezilerin gelismesine yer acan bu surec bilincdisinda gerceklesir Oidipus Kompleksi ve Baba nin AdiLacan in Freud un calismasindan israrla aldigi ve kendi kuraminda merkezi bir yere koydugu formulasyonlardan birisidir Oidipus Karmasasi ya da baska bir isimle Oidipus Kompleksi Bu Lacanci psikanaliz teorisinde Oidipus Yasasi olarak da belirir Oidipus kulture ve dolayisiyla insan olmaya giden zorunlu bir surectir Oidipus suz kultur ya da uygarlik olamaz Lacan a gore Ancak bu dogal bir karmasa degil simgesel bir karmasadir Simgesel yapinin devreye girmesiyle insan yavrusunun simgesel sisteme gecisini ve bu geciste olusan evreleri aciklar Ornegin burada da gercek bir babadan soz edilip edilmedigi onemli degildir onemli olan Oidipus yasasini gecerli kilmak uzere simgesel babanin islevidir ki bu Babanin Adi olarak belirtilir Boylece simgesel duzene giren cocuk kendi kulturel konumunu bu simgesel adi tanimakla edinmeye baslar Burada dikkat edilmesi gereken nokta Oidipal Yasa nin ozunde simgesel bir yasa olmasidir Oidipus araciligiyla simgesel sisteme gecis oznenin kurulus surecidir Insan yavrusu boylece simgesel gercekligin alani icinde insan olma yoluna girer Bu sirada Oidipus yasasi gercek ile kisinin kendi arasinda ve daha da ote kisinin kendi gercekligi ile gercegin kendisi arasinda bir yarilmaya bolunmeye yol acar Cunku kendini kulturel duzenin simgeleriyle dusunen ozne bu anda kendine yabancilasmakta kendine ve cevresine dair bakisi dolayimlanarak mesafelenmektedir Simgenin anlami burada aciktir dolayimsiz ikili iliskinin anne cocuk arasina giren ucuncu bir ogedir burada simge Lacan a gore bu anlamda her sey simgeseldir Fakat bu bir cesit idealizmi degil insan deneyiminin simgeler vasitasiyla ortaya cikmak zorunda olan bir surec oldugunu belirtir Insan yavrusu bu simgeyi kullanmakla kendini otekinden ayirma imkani edinir ancak bu imkanin kendisi kendini bir zorunluluk olarak kabul ettirir yani bir Yasa olarak Iste bu noktada simgesel duzenin baslica yasasi Babanin Adi olarak ortaya cikar Baba burada simgesel olarak Fallus a sahip olani temsil eder Fallus cinsel organ anlaminda degil simgesel yasanin yetkesini temsil etme anlamindadir Fallus a sahip olan Babanin Adi dir ve cocuk bu adi taniyarak kulturun ve dilin dunyasina girer ve ozne olarak o dunyaya tabi olur Aciktir ki hadim edilme korkusu denilen surec de ayni sekilde simgesel bir surectir ve topluma kabul edilmeme dislanma ya da hor gurulme korkulariyla birlikte gider Lacan a gore Oidipus ile simgesel duzene dahil olmak daha once dil dolayimiyla belirtilmis olan iki temel noktanin geceklestirilmesi anlamina gelir Bilincdisinin kurulusu ve boylece birey oznenin kurulusu Oidipus olarak belirtilen komplex karmasa ya da Yasa anne ile cocugun arasinda cocugun dogumuyla cocukta ortaya cikan ask iliskisinin yasaklanmasi ve bu yasakla olusan bilincdisi arzunun Babanin Adi yla yeni imgesel bicimlerle ikame edilmesiyle cozulur Insan yavrusu boylece toplumsal bicimleri edinir ve birey ozne olur Ozetle kulturel duzene girisin anahtari bu kokensel bastirmayla soz konusu olmaktadir Imgesel Simgesel GercekLacan in teorik psikanalizinin ana kavramlarindan baslicalari Imgesel Simgesel ve Gercek olarak belirtilebilir Biyolojik bir varlik olan insan yavrusunun insan olmakliga yani kulturel bir ozne olmaya giden yolu aciklarken Lacan bu kavramlari degerlendirir Ego ve onun yasam dunyasi baslangicta Imgesel alana aittir Daha dogal olandan kopulmamis olunan bir evredir bu Daha sonra Babanin Adi nin devreye girmesiyle yani Simgesel yapi ile imgesel olan bastirilir Simgesel burada Kulturel Duzen in simge sistemini ifade eder Bilincdisi bunun sonucu olusur Gercek simgeselin kurdugu gerceklikten ayri olarak Simgeselin otesinde kalir Gercek Simgesel bastirmanin sonucunda Ucurum un otesinde kalmis olan eksiklik yeri ya da noktasi olarak ifade edilir Bu baglamda Simgesel den Gercek e bir kopru ya da baglanti noktasi yoktur Gercek bilincdisi arzunun otesinde kalmistir Gercek e asla ulasamayacak olunmasi nedeniyle Bilincdisi arzunun doyurulmasi olanakli olamaz Arzu bu anlamda asla ulasilamayacak ve tamamlanamayacak olan kokensel bastirmadan kaynaklanan eksiklik yeri dir Icguduler Lacan in anladgi anlamda dogustan gelen biyolojik ihtiyaclardir Bunlar ilk basta anne tarafindan doyurulur ancak bu dolaysiz doyum iliskisine belli bir noktada Simgesel Yasa ile mudahale edilir ve dogal icgudulere bu andan itibaren Cinsel Kimlik anlami verilmis olunur Simgesel sistemin devreye girmesi yani Babanin Yasasi nin ortaya cikmasidir soz konusu olan Cinsel Yasak in isletilmesiyle kendinde hicbir anlami olmayan biyolojik bir icgudu cinsellik adini alir ve boylece biyolojik icguduler cinsellik olarak anlasilmaya baslanir Boylece icguduler bilincdisi arzular olarak yerlesir Bu Lacan in degisiyle insanlastirici kastrasyondur hadim etme Insan yavrusunu biyolojik bir canli olmaktan kulturel bir ozne olmaya donusturen bu kastrasyon dur Buyuk OtekiLacan simgesel duzenin gosterenler zincirleriyle kurulu oldugunu soyler Gosteren anlamli olarak algiladigimiz her seydir bu gosterenler kelimeler veya cumleler gibi dilsel ifadeler olabilecegi gibi daha genel anlamda isaretler nesneler imgeler cisimler bedenler davranislar da olabilir Lacan a gore gosterenler birbirlerine zincirler halinde baglidirlar ornegin kalem gostereni bizi yazmaya goturebilir yazmak kitaba kitap yazara yazar edebiyata vs Kesin kurallara gore duzenlenmeseler de gosterenler her zaman kendilerinden sonra gelen bir gosterene isaret ederek anlam kazanirlar En nihayetinde gosterenler icinde yasadigimiz anlamli dunyayi olusturur algiladigimiz imgelerin her biri algiladigimiz seylerin anlamlarini bize gosteren gosterenlerdir Butun bir gosterenler agi Simgesel duzeni olusturur Imgesel duzen ise imgeler arasi baglantilarin simgesel tarafindan belirlendigi duzlemdir Ornegin algi imgeseldir ancak algiladigimiz imgelerin anlamlari simgesel olarak belirlenir Cesitli simgeler arasi iliskiler butunlugunu de yine imgesel olarak yapariz kitap bizi okuma gosterenine goturur cunku kitap gosterenini dusundugumuzde okuma imgesi canlanir Imgesel ve Simgesel duzenin birlikte kurdugu anlamli dunyanin butunune Lacan in terminolojisinde Gerceklik diyebiliriz Gercek ise simgesel ve imgesel duzlemin disinda kalan ona dahil olmayan fakat ona etki eden onu degismek donusmek zorunda birakan hatta bazen yikici etkileri olabileni anlatir Gercek gercekligin disinda kaldigi icin Lacan gercek imkansizdir der Gercek ve gerceklik arasindaki iliski Lacan a gore kirilgandir Buna en basitinden bilimsel gelismelerle birlikte gerceklik anlayisimizin durmadan degismek zorunda kalmasi ornek verilebilir cunku bilimsel calismalar ilerledikce Gercek ortaya cikmakta ve gercekligimize mudahale ederek onu degismek zorunda birakmaktadir Fakat anlamlandirilabilir hale geldigi an Gercek artik simgesel duzenin icine girer ve gercekligin bir parcasi olur fakat geride her zaman disarida kalan bir Gercek bulunur Lacan Gercek her zaman biraz fazladir der Gerceklik aslinda hic de stabil degildir tam tersi gercekligin butunlugunu ve saglamligini kendimize kanitlamamiz gerekir Lacan a gore simgesel duzende gercekligin temelini saglama olan bu kanit Buyuk Otekidir Buyuk Oteki Baba nin Adi ile ortaya cikar Yasa nin temeli sahibi koruyucu ve teminati olan Baba nin Adi ile boylece yasaya tabi olurken muhatabimiz olan Buyuk Oteki de ortaya cikmis olur Ilk basta Babamiz Buyuk Otekinin bir halidir fakat daha sonra Buyuk Otekinin yerini Tanri devlet gibi bizi asan fakat icinde yasadigimiz gercekligin ona bagli oldugu seyler alir Elbette devlet ya da Tanri Buyuk Oteki konumunda anlasilmak zorunda degildir ancak Lacan a gore bu tarz kavramlarin Buyuk Oteki ile temelden bir bagi vardir cunku onlar toplumun genel duzenini kuran teminat altina alan duzenleyen yasayi kuran ve uygulayan olarak anlasilirlar Burada onemli olan nokta her ne kadar Gercek ile ortaya ciksa da Buyuk Oteki nin kurgusal olusudur cunku Gercek imkansizdir o simgesel duzenin disinda kalandir dolayisiyla onu bilemeyiz onu bilme cabamiz sonucu Buyuk Oteki ye yakistirdigimiz Tanri devlet baba hatta terapi sirasinda psikanalist gibi dusunceler bizim simgesel duzlemimizde olusan uretimlerdir Slavoj Zizek in ideoloji elestirisinin temelinde ideolojinin kurucusu de dayanagi olarak gosterdigi Buyuk Oteki nin gercekte olmadigini kurgusal bir urun oldugunu belirlemek yatar Fallus ve CinsiyetLacan in fallus ve cinsiyet hakkindaki temel fikirleri Ecrits kitabi icinde Fallus un Anlami adli makalede aciklanmaktadir Fallus simgesel duzen icerisinde birbirleriyle zincirler halinde bagli olarak bulunan gosterenlerin temel islev fonksiyonudur Lacan a gore dil arzu ile beraber kurulu oldugu icin her dil kullanimi aslinda arzuya dair de bir edimdir Bu ayni zamanda gosterenlerin gosterdikleri seye donuk bir arzuyu da belrttiklerini ifade eder Ornegin dis fircasi dis fircalamaya goturur cunku dis fircasi gostereni dis fircalama arzusuna baglidir Birbirlerine arzular yoluyla bagli olan gosterenlerin bize sadece anlamlari degil neyin arzulanacagini da gosterdiklerini soyleyebiliriz Bardagin anlami icme arzusu araba gitme arzusu olabilir Iste bu arzu anlam gosterenleri aginin butunlugunun isaret ettigi arzuya Lacan fallus ismini verir Buna gore fallus icinde yasadigimiz dunya icerisinde kulturumuzde yasadigimiz cevrede ve gunluk hayatimizda icinde bulundugumuz gosterenlerin bize en nihayetinde gosterdigi arzudur Bir nesne sey ya da bir sey degildir daha cok matematiksel bir fonksiyonun varligina sahip olan fallus simgesel duzenin arzu isaretlerinin temel bicimidir Bir seyin arzulanabiliyor arzulaniyor arzu nesnesi haline gelebiliyor olusu onun fallusun isleyisi icerisinde anlamli olmasi sayesindedir Ornegin populer dizilerdeki oyuncular evler konusma bicimleri yasam tarzlari genel olarak herkesin begenisine hitap etmek amaciyla fallusa olabildigince yaklasma cabasindadir Bu anlamda Lacan kadin ve erkek olmayi fallus uzerinden tanimlar kadin fallus olmaya calisan erkek ise fallusa sahip olmaya calisandir Yani Lacan a gore kadin olmak toplum icerisinde arzulanacak konumda bulunmaya calismak ve kendini buna gore duzenlemektir Erkek olmak ise arzulanacak olana sahip olmaya calismaktir Bu anlamda kadin olmak toplum icerisinde guzel olmak anne olmak kibar olmak itaatkar olmak gibi arzu nesnesine denk gelen seylerle ozdeslesirken erkek olmak guclu olmak hareketli olmak aktif olmak calismak para kazanmak yonetmek gibi arzulayan ve iktidar sahibi konumda anlasilmistir Bir yandan Lacan in bu yorumu geleneksel cinsiyetci ve ataerkil kadin erkek iliskilerini dogallastirdigi ve verili varsaydigi yonunde hakli olarak elestirilse de Lacan in erkek ve kadin olmanin bedenden bagimsiz olarak tamamen simgesel duzlem icerisinde ve toplumsal iliskiler aginda uretildigini iddia etmesi cigir acici bir etki yaratmistir Yine de Lacan iki cinsiyet uzerine kurulu bir sistem varsaymakta ve kadinla erkek arasindaki iliskiyi kadinin pasif arzu nesnesi erkegin ise aktif ozne oldugu hiyerarsik bir iliski olarak anlamaktadir Lacan la diyaloga giren pek cok feminist teorisyenin ilk adimi Lacan i cinsiyete dair bu varsayimlarindan dolayi elestirerek bundan bagimsizlastirismis olarak yorumlama cabasi olmustur Lacan in cinsiyet teorisinin bir baska onemli adimi ise psikanalizin escinsellik ve transseksuellik hakkindaki dusuncelerini oldukca degistirmesidir Freud un teorisinde escinsellik buyuk oranda Oidipus kompleksi sirasinda gerceklesen bir hata veya yanlislik sonucu ortaya cikan bir hastaliktir ve bireyde psikolojik rahatsizliklara yolacar Lacan bir nebze daha ilerleyerek Freud kadar yanlis olmayan bir teori ortaya atmayi basarmistir cunku Lacan a gore escinsel ya da transseksuel olmak bir hastalik degildir Hatta bir anlamda Lacan a gore transseksuellik gibi bir kavramin gereksiz oldugunu bile soyleyebiliriz cunku Lacan acikca cinsiyetin bedene dair bir sey olmadigini fakat simgesel duzlemde kuruldugunu acikca belirtir dolayisiyla bedenden bagimsiz olarak bir kadin ya da erkek olarak yasayan herkes ne ise odur Jouissance ve DurtuLacan a gore objet petit a ile olusan ihitiyac talep arzu sureci her zaman tatmine yeterince ulasamadan eksik kalmak zorundadir cunku arzulanan nesneye ulasildiginda arzu yok olur ve tatmin eksik kalir Baba nin Adi nin en temel islevi bu eksik kalisi saglamaktir cunku Yasa tam da cocugun arzuladigi anneye ulasmasina ve tatmin olmasina koyulan yasaktir Boylece gerceklesen Oidipus kompleksi cocukla anne arasina Baba nin Yasasi ile bir engel koyar Cocuk arzu nesnesi olan anneye ulasmak istese ve bunu talep etse de arzu nesnesi Baba nin Yasasi tarafindan ona yasaklanmis oldugu icin asla tatmin olamaz ve tatmini hep eksik kalir Fakat durtunun mekanizmasi tam tersi bicimde fazladan alinan bir jouissance juisans okunur uzerine kuruludur Lacan hedef ve amac arasinda bir ayrima gider Hedef arzu nesnesidir ona ulasilamaz ve ona ulasma cabasi hep eksik kalir Fakat amac bu degildir arzu nesnesine ulasma cabasi icesinde alinan yol yasanan senaryo verilen mucadeledir ve bundan bir jouissance elde edilir Jouissance terimi cevirmesi oldukca guc bir Fransizca terimdir Yasal hakkindan istifade etmek ya da argoda cinsel bosalma gibi pek cok anlami olan bu kelime sadece Turkcede degil baska pek cok dilde de cevrilemedigi icin aynen birakilir Son zamanlarda Ingilizcede enjoyment yani keyif terimiyle karsilandigi olmaktadir ancak jouissance keyif gibi sadece pozitif degildir ve Freud da olum durtusuyle baglantili bir kavramdir Jouissance bu anlamda celiskilidir cunku ozne bir yandan arzu nesnesine ulasma cabasindadir ama bir yandan da bu sureci uzatmaktan ertelemekten daha da dolayli ve karmasik bir hale getirmekten de keyif alir yani jouissance duyar dolayisiyla cabasi kendini gerceklestirmek ve hedefine ulasmak yerine kendisini engelleyip uzatma cabasina donusur Durtunun bu bicimde bir tatmini aslinda imkansizdir Freud bunu Haz Ilkesinin Otesinde metninde olum durtusu fikrini gelistirerek aciklar Aci olum asagilanma gibi durumlarda yasanan zevk alma durumu tam olarak jouissance i ifade eder cunku burada gerceklesen de yine bir amac olarak kendini Gercekle temellendiren bir jouissance a ulasir Gercekten gelen jouissance nasil ki Gercek simgesel duzleme mudahale ederek onun isleyisine karsi yikici bir etki yaratabiliyorsa jouissance da arzunun calisma bicimine yikici bir etkide bulunmaktadir Freud iki birbirine karsit durtu ortaya atar bunlardan birisi butun yasamsal faaliyetimizin ve enerjimizin uzerine kurulu oldugu libidodur digeri ise buna karsit olarak olum durtusudur Bu anlamda durtunun gercekligini yani simgesel duzlemdeki faaliyetini cinsel enerjinin gerceklesmesiyle anlayan Lacan durtudeki gercegi yani arzudaki eksigini ise olum durtusuyle yorumlar Freud anneden ayrilmak bir birey olma surecini ve yasami baslatsa da ayni anda her zaman eksik kalacak bir arzu nesnesi anne ortaya cikardigini ve yasamanin ayni zamanda olume giden yol oldugunu soyler Lacan bu olume gitmekten alinan etkiye ya da keyfe jouissance der Jouissance bu anlamda durtunun gercegi arzu nesnesinin eksikligine fantezi yoluyla ulasmaktir O Gercekten yani simgesel duzlemin disindan geldigi icin hicbir zaman simgesel duzlemde olanla eslesmez cunku Lacan in bir diger unlu ifadesiyle Gercek her zaman biraz fazladir Ornegin kendine aci cektirmekten zevk almak tam da jouissance a isaret eder Lacan pek cok takintili davranisi bu bicimde semptomunu devam ettirmekten alinan jouissance ile aciklar Ornegin durmadan takintili bicimde ellerini yikamak bilincdisindaki bir yarilmanin sonucu olarak ortaya cikan bir semptom olabilir fakat bunu kabullenen ve icsellestiren ozne kendini semptomuyla ozdeslestirerek bundan jouissance duyabilir O zaman bu eylem oznenin git gide daha da cok yapmak isteyecegi ve git gide daha da yikici bir jouissance alacagi bir duruma donusur Diger bilgilerLacan Gustave Courbet in kiskirtici tablosu L Origine du monde Dunyanin Kokeni isimli tablosunun son sahibidir Uvey kardesine ressam Andre Masson tablonun surrealist bir varyantini yaptirtmistir Tablo Lacan in olumunden sonra mirascilari tarafindan Lacan in buyuk miktarda vergi borcu nedeniyle Fransiz Devletine verilmistir Tablo su anda Musee d Orsay dedir Kaynakca Saffet Mura Tura Ayrinti yay Genisletilmis yeniden basim Bu maddenin yazimi bu kitaptaki yazilara dayanmaktadir ve onlarin degerlendirilmesi ile yapilmistir S Murat Tura Defter dergisi Yaz 1995 sayi 24 J Lacan Afa Dipnotlar David Macey Introduction Jacques Lacan The Four Fundamental Concepts of Psycho Analysis Londra 1994 s xiv Louis Althusser 2010 Psikanaliz Uzerine Yazilar Freud ve Lacan Ithaki Freud dan Lacan a Psikanaliz Saffet Mura Tura Ayrinti yay Genisletilmis yeniden basim a b Lacan 1966 Ecrits basligin geri kalani bu kitap icerisindeki Le stade du miroir comme formateur de la fonction du Je makalesi esas alinarak hazirlanmistir Editions du Seuil Webster Richard 2002 The cult of Lacan Freud Lacan and the mirror stage 7 Kasim 2017 tarihinde Wayback Machine sitesinde Ideolojinin Yuce Nesnesi Slavoj Zizek cev Tuncay Birkan Metis 2015 AyricaVikisoz de Jacques Lacan ile ilgili sozleri bulabilirsiniz 3 27 Eylul 2006 tarihinde Wayback Machine sitesinde